(Kadim Komşumuz Yeni Rusya, Ülke Yayınları, Eylül 2001, Haz. Yılmaz TEZKAN, Sf. 128 – 150)
M. Murat TAŞAR
“Ben çok iyi bir memurdum.”
Vladimir Vladimirovich Putin
“Rusya Titanik değildir, Iceberg’in taa kendisidir.”
Gerd Ruge (Gazeteci)
9 Ağustos 1999’da Boris Yeltsin Milli Güvenlik Konseyi Sekreteri Putin’i Başbakanlığa atamadan önce, ne Rusya’da ne de Batı’da onu kimse tanıyordu. Yeltsin, XXI. yüzyılın başında yeni Rus siyasi neslinin en tepesindeki bu adamın demokratik ve yapısal dönüşümünü gerçekleştirmiş Rusya’yı uluslararası toplumda layık olduğu saygın yerine ulaştıracağını söylüyordu. Yeltsin’in Putin hakkındaki bu nitelemesi uluslararası kamuoyunda dudak bükmelere sebep oldu. Kremlin Sarayı’nın bu hasta sakini daha önce de birçok anlamsız sözler sarfetmişti, Putin’nin kamuoyuna takdimi de bu yüzden alaya alındı. Uluslararası basın ise Putin’e güldü.
Fakat bu gülüşmeler Çeçenistan’a karşı ikinci savaşın başlatılması ile yerini saygı ve korkuya bıraktı. Putin kararlılığını göstermiş, ayrılıkçı Cumhuriyete diz çöktürmeye çalışıyordu. Birkaç hafta gibi kısa bir sürede Rusya’nın en popüler politikacısı ilan edildi. Aralık 1999’daki Duma seçimlerinde partisi “Birlik” bütün rakiplerini geride bıraktı ve Duma’da çoğunluğu ele geçirdi. Komunistler ve Demokratlar şapka çıkardılar önünde. Daha sonra, milenyuma birkaç saat kala, Yeltsin, sürpriz bir şekilde Başkanlıktan çekildiğini ve veliahtının Putin olduğunu açıkladı. İki yıldan fazla bir zamandır Putin Kremlin’in yeni Çar’ıdır. Yeltsin’in bu kararı, öne alınan Başkanlık seçimleri ile Mart 2000 sonundaki halkoylamasında meşruluk kazandı. Bu iktidar değişikliği işleyen bir demokraside olması gerektiği gibi değilde, monarşist bir iktidar değişikliğini çağrıştırmaktadır.
Dokuz ay gibi kısa bir sürede büyük bir kariyer yapan kimsenin hakkında pek fazla bilgiye sahip olmadığı Lenin’den sonra Rusya’nın bu en genç, aynı zamanda II. Dünya Savaşı sonrasında doğmuş tek başkanı olan yeni Çarı kimdir? Demokrat ya da otokrat mıdır? Başkan olduktan sonra Rusya’da neler değişti? Uluslararası kamuoyunun Putin’e bakışı nasıldır? Batı ile ilişkileri nasıldır? Başkan olduktan bugüne kadar iki yılı aşkın zaman geçmesine rağmen cevaplanması oldukça zor bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.
Özgeçmiş: Casusluktan Başkanlığa
7 Ekim 1952’de Leningrad’da bugünkü adıyla Petersburg’ta, bir işçi ailesinin, Vladimir Spiridonoviç Putin ve Maria İvanova’nın oğlu olarak doğdu. Babası II. Dünya Savaşı sırasında Leningrad’ın (Petersburg) savunmasında çarpışmıştı. 1960’ta 12 yıl sürecek temel eğitim hayatına başladı. “Kahramanlar şehri Leningrad”da bir vatansever ve bir komünist olarak yetiştirildi.
1970’lerin başında Leningrad Devlet Üniversitesi’nde hukuk eğitimine başladı. Almanca öğrenmeye de üniversite başlamıştır. “Dış Ticaret Hukukunda Teşvik Prensipleri” bitirme tezi ile 1975 yılında yüksek başarı notuyla hukuk öğrenimini tamamladı. 90’lı yılların başında Putin’in Petersburg Devlet Üniversitesi’nde bir doktora çalışması yaptığı ve ekonomi doktoru ünvanı aldığını biliyoruz, ama doktora çalışmasının konusu hakkında hiçbir bilgi bugüne kadar kamuoyuna sızmadı. Tanınmış bir hukukçu olan Prof. Valeriya Abromoviç’in yanında Uluslararası Özel Hukuk konusunda doktora yaptığına dair söylentiler vardır.
Öğrencilik yıllarında uzak doğu dövüş sporlarına merak saldı, iyi bir judo ustası oldu. Üniversitedeki hocalarından biri, daha sonra yanında yükselişine başlayacağı Rusya’nın reformcu palitakacılarından Anotoli Subçak olduğu ileri sürülmektedir, ama bu bilgi doğru değildir. İyi bir hukuk eğitimi alan Putin’in öğrenciliği sırasında azimlilik, güvenilirlik ve büyük bir organizasyon yeteneğine sahip olduğu söylenmektedir. Putin’in öğrencilik yıllarında Rus tarihinde önemli yer tutan Petro’ya ve Aleksandr Nevskiy’e hayran olduğu, onları takdir ettiği bilinmektedir. Leningrad şehrinin entelektüel havasından da etkilenmiş olsa gerektir. Genç bir hukuk öğrencisi iken “Helsinki Nihai Senedi” onu etkileyen hukuk belgelerinin en önemlisidir. Bu bildirge öteden beri batılı değerlere açık Leningrad’da (Petersburg) özel bir ilgiye mazhar olmuş, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde insan haklarının korunması ile ilgili ilk grubun oluşmasına sebebiyet vermişti. Leningrad, Sovyet İmparatorluğu’nda Moskova’ya karşı hep dikkafalı olageldi ve şehrin entellektüelleri özgürlüklerin korunmasında ve kültürel değerlerin yaşatılmasında önemli rol oynadılar.
Daha öğrenci iken KGB’ye başvuran Putin, üniversiteyi bitirir bitirmez, 1975 yılında, 23 yaşında KGB ye girdi. Putin’in hukuk eğitimine ve almanca öğrenmeye KGB’nin isteği doğrultusunda başladığını ileri sürenler de vardır. Eğer böyle ise Putin daha üniversiteye başlamadan KGB tarafından devşirilmiştir. Kısa bir süre casusluk eğitimi alan Putin “bilim ve teknik” bölümünde de eğitildi.
Almanca bilgisi sayesinde yurtdışı göreve gönderildi ve 1990’a kadar KGB’nin Dış Haberalma Servisi’nin Almanca konuşulan ülkelerden sorumlu 4. Seksiyonu’nda çalıştı. Almanya dışında Avusturya ve İsviçre’de de bulundu ve bu yıllarda İngilizcenin yanında mükemmel, aksansız bir Almancaya sahip oldu. KGB’de çalıştığı yıllara dair çok az bilgi kamuoyuna sızmıştır. Doğu Almanya’da Dresden, Leipzig ve Erfurt’ta, Batı Almanya’da Bonn ve Hamburg’ta, Almanya dışında Avusturya-Viyana’da ve İsviçre’de de bulunmuştur.
İlk görevi, Sovyet resmi haber ajansı TASS kimliği ile Almanya’nın başkenti Bonn’da casusluk yapmaktı. Doğu Almanya’dan Batı Almanya’nın Bonn şehrine birçok defalar seyahat ettiği, oradaki Rus Büyükleçiliğine sık sık uğradığı ve 70’li yılların sonunda Batı Alman yetkililerin Putin’den ülkeyi terk etmesini istedikleri de bilinmektedir. Doğu Almanya, Federal Almanya ve Avusturya’daki KGB ağının koordinasyonununda da görev aldığı söylenmektedir.
Doğu Almanya’nın çöküşüne kadar Dresden şehrinde KGB bürosunda çalıştı. Askeri casusluk ve endüstri casusluğu için Batılı ülkelerdeki yüksek teknoloji firmalarına sızdırılacak Doğu Alman bilim adamları ve teknisyenlerin seçilmesinden sorumluydu. Doğu Almanya’daki en büyük Sovyet askeri garnizonunun bulunduğu Erfurt’a sık sık gittiği bilinmektedir. Dresden, Doğu Almanya’nın teknoloji merkezi ve aynı zamanda Doğu Bloku’nun 5 ileri teknoloji merkezlerinden de biri idi. Burada üretilen bilgisayarlar ve yüksek teknolojik aletler, KGB başta olmak üzere Sovyetler Birliği’nin etki alanındaki bütün bölgelerde kullanılıyordu.
Bir yıl boyunca fuarlar şehri olarak nitelenebilecek Leipzig’te de görev yaptı. Bu dönemde “Kızılordu Kültür Evi”nde görevliydi, ama asıl görevi Doğu Alman şirketi VEB-Kombinat Robotron ile Batı Almanya’nın ileri teknoloji şirketi Siemens arasındaki ilişkileri açığa çıkarmaktı.
Casus Putin ileri teknoloji alanındaki geri kalmışlıklarının bilincinde olsa gerektir. High-Tech sektörü her zaman çok hızlı gelişen bir sektör olagelmiştir. Casusluk sayesinde yapılan hırsızlıklarla bu alandaki farkı kapatmak şöyle dursun, asgariye indirebilmek bile mümkün değildi. Başka bir deyişle bilgi hırsızlığı yaparak açığı kapamanın imkânsızlığı aşikârdı ve yetersiz girişimler olarak kalmaya mahkûmdu. Perestroyka’nın sebeplerinden biri de yüksek teknoloji alandaki geri kalmışlıktır. Ancak Batı’nın yardımı ve yatırımları ile sistem modernize edilebilirdi. Batı’da casus olarak yaşadığı yıllardan edindiği deneyimle Putin’nin bunun farkına vardığını söylemek mümkündür. Putin’in son görevi Doğu Almanya’nın devlet partisi olan SED’in (Sozialistische Einheitspartei Deutschlands) üst düzey yöneticilerini, Gorbaçev reformları örnek alınarak yapılması düşünülen Doğu Almanya’nın reorganizasyonu için kazanmaktı ve dolayısıyla KGB için çalışmalarını sağlamaya ikna etmekti. Putin Perestroyka’nın gerekliliğine yürekten inanıyordu.
1987 yılında Putin’e Doğu Alman Demokratik Cumhuriyeti Devlet Güvenlik Bakanlığı tarafından Rus-Alman Dostluk Derneği Şeref Madalyası verildi. 1988 yılında da Doğu Almanya İstihbarat Servisi (STASI) Şefi Erich Mielke’den “Devlet Güvenlik Bakanlığı Üstün Hizmet Madalyası” aldı.
Putin’in KGB elemanı olarak, 23 yaşından 38 yaşına kadar Almanya’da geçirdiği yılların onun kişiliğini derinden etkilediği ileri sürülebilir. Parçalanmış Almanya’nın insanlarını, siyasi ve ekonomik yapısını yakından tanıma fırsatı buldu. Boş zamanlarında Goethe ve Schiller de dâhil Alman edebiyatının önemli örneklerini okudu. Dresden’de bir Balıkçılar Derneğine üye dahi olan Putin, 1983’te evlendikten sonra iki odalı bir evde oturuyordu. Putin ailesinde Almanca ve Rusça konuşulmuştur. Putin’in iki kültüre de kendisini yakın hissettiğini buradan çıkarabiliriz. Alman Kökenli Katerina ve birkaç yılını sürgün olarak Almanya’da geçirmiş olan Lenin’den sonra Rusya’nın en tepesinde Almanya’yı çok iyi tanıyan Putin vardır artık. Putin Almanları ve onların disiplinini hep takdir eder etti.
1990’da iki Almanya’nın birleşmesi ile ülkeye dönmek kaçınılmaz oldu. Rusya’ya dönen Putin, KGB’den Yarbay rütbesi ile emekli olduktan sonra politikaya yöneldi; önce Leningrad Devlet Üniversitesi Dışilişkiler Müdürlüğü’nde çalıştı, sivil gibi görünen bu görevde de KGB için çalıştı. Üniversiteye adım atar atmaz Hukuk Profoserü ve 1990’larda reformcu kimliği ile öne çıkan Anotoli Subçak ile ilişkiye geçti. Subçak’ın Leningrad Sovyeti Başkanlığı görevine yükselmesi ile Putin’de onun sağkolu yani, danışmanı oldu. 12 Haziran 1991’deki ilk serbest seçimlerin ardından Subçak Belediye Başkanlığını kazandı.
1991 yılının Ağustos ayında yaşanan Stalinist darbe girişiminin bastırılmasında iki önemli adam Putin’in takdirini kazanıyordu: Bunlardan biri Başkan Boris Yeltsin, diğeri Haziran ayında Petersburg Belediye Başkanı seçilmiş olan Anatoli Subçak’tı. Moskova’da Yeltsin darbecileri durdurmayı başarırken, Subçak Petersburg’a bir askeri birliğin girişini engellemeyi başarmıştı. Moskova’da 300.000 kişi darbeyi protesto etmek için sokoklara dökülürken, Petersburg’ta bu sayı 500.000’i buldu. Putin, Subçak’ı bütün enerjisi ile desteklemiş olmalıdır, özellikle öteden beri ordu ile sahip olduğu özel ilişkiler kendisine yardımcı olmuştur. Bu olaylar üzerine Subçak, Putin’i Petersburg Belediyesi Dışilişkiler Komitesi Başkanlığı görevine getirdi.
1994’ten 1996’ya kadar da sayısı üç olan 1. Belediye Başkan Yardımcılığı görevini üstlendi, bu görevde de ekonomik alandaki dış ilişkilerden sorumlu oldu. Putin sanki Perestroyka’yı içerden gözetlemekle görevliydi. Batılı sözleşmeli danışman firma KPMG ile işbirliğinin yürütülmesi işini de üstlenmişti, Almanya pratik olarak önem kazanıyordu ve Alman firmalarını Petersburg’a çekebilmeyi başardı. Dresdner Bank ile görüşmeler yaptı, banka yöneticilerini Petersburg’ta şube açmaları için ikna etmeyi başardı. 1945’ten sonra Rusya’da banka işlemleri için lisans alabilen ilk banka Dresdner Bank oldu. Putin kumarhaneler ve erotik show yapılan gösteri merkezleri gibi yerlerin %51 hissesinin Petersburg Belediyesi’nin elinde olmasına büyük çaba sarf etti. Bu dönemde Hamburg’a gittiği ve orada erotik show merkezini gezdiği ve bu gibi yerlerin devletin tekelinde olması gerektiğine ikna olarak döndüğü söylenmektedir. Petersburg şehrinin Hamburg ile özel ilişkiler geliştirmesine de gayret gösterdi, Almanya’da Bremen kentine ve Avusturya’nın başkenti Viyana’ya Petersburg Belediyesi adına gitmiştir. Putin’in bu dönemi için, Subçak’ın önceden ona danışmadan hiç bir karar almadığı söylenmektedir. Bu dönemde maden ve değerli taşlar çıkarmak için lisans hakkı alabilmeye çalışan yabancı şirketlerden, 200 milyon Ruble rüşvet aldığı, bu para ile Fransa’nın Atlantik kıyılarında bir villa sahibi olduğu iddiaları ispatsız kaldı. 1993 yılında bir araştırma komisyonu Putin’in görevden alınmasını istedi, ama mahkemeler olayla ilgilenmediler.
Bir başka uğraşı da 1995’te Çernomirdin’in başlattığı siyasi hareket olan “Evimiz Rusya”nın (Nas dom – Rossija) St. Petersburg Bölgesi Başkanlığını üstlenmek oldu ve 1995 Aralık ayında yapılan Duma seçimlerinde bu parti adına kampanya yürüttü.
Subçak’ın Haziran 1996’da yapılan Belediye Başkanlığı seçimlerinden başarısız çıkması ve hakkında yolsuzluk iddiaları söylentisi yüzünden Paris’e gitmesinin ardından, Putin de belediye yönetiminden ayrıldı. Yeni belediye yönetiminin başka bir görev teklifini kabul etmedi.
Ağustos 1996’da Putin kendisini Moskova’da, Rusya Federasyonu Başkanlığı İdari İşler Müdürlüğü’nde buldu. Onu Moskova’ya alanın Federasyon Başkanlığı İdari İşler Müdürü kendisi gibi Petersburglu olan Anatoli Çubays olduğu iddia edilmiş olsa da inandırıcı değildir. Moskova’da Başkanlık İdari İşler’de görev almasında KGB’nin yerine kurulan FSB’nin de belli oranda etkili olduğu söylenebilir. En azından Putin Moskova’ya gideceğini FSB’ye bildirmiş ve onayını almış olmalıdır. Buradaki yeni görevi hem yurt içinde hem de yurtdışında bulunan 600 milyon dolar değerinde emlakların yönetimi olan Bütçe ve Emlak Dairesi Başkan Yardımcılığı idi.
Bu dönemde, Subçak gibi reformcu bir politikacı olan amiri, Anatoli Çubays’ın kanatları altında Başkan Yeltsin’e yakın oldu, Kremlin Sarayı’nda işlerin nasıl döndüğünü öğrendi, aktif siyasete ısındı. 1997’de daha önemli bir göreve getirildi: Rusya Federasyonu Başkanlığı İdari İşler Müdürlüğü Kontrol Daire Başkanlığı. Bu fonksiyonu ile yasaların yürürlüğe konması ve tüm Başkanlık genelgelerinin ülke genelinde uygulanmasından sorumlu idi. Bununla birlikte yine aynı yıl, 1997’de Güvenlik Konseyi’nin ekonomik güvenlikten sorumlu üyesi oldu. 25 Mayıs 1998’den Temmuz 1998’e kadar Başkanlık İdari İşler Müdürlüğü 1. Başkan Yardımcısı olarak bölgelerle ilişkilerden de sorumluydu. Kremlin’de çalıştığı yıllarda pek öne çıkmayan Putin, organizasyon yeteneği ile göz doldurmayı başarmıştır.
25 Temmuz 1998’de Yeltsin, Putin’i KGB’nin kurumsal mirası üzerine kurulmuş olan iç istihbarat servisi FSB’nin (Federal Güvenlik Servisi) başkanlığına atadı. FSB’ye atanınca “ait olduğum yere döndüm” demiştir. FSB’nin Başkanlığına atanmasında Çubays ile eskiden olan ilişkisinin rolünü reddeden Putin, bu ve daha önce Moskova’ya gelmesine sebep olan görevin kendisine, Kremlin idaresinde uzun süre görevde olan, daha sonraları Rusya-Beyaz Rusya Birliği Başkanlığı görevini yürüten Pavel Borodin tarafından teklif edildiğini söylemiştir. Yeltsin’in genelgesi doğrultusunda FSB’deki ilk görevleri arasında kurumun Lubyanka’daki merkezinde 6000 olan çalışan sayısını 4000 düzeyine indirmek, “Ekonomik Güvenlik” ve “Anayasayı Koruma” adı altında iki yeni birimin oluşturulması vardı. Ekim 1998’de Putin’in idaresi altındaki FSB’de diğer başka yeni yapılanma çalışmaları da başlatıldı ve tamamlandı. Moskova’nın caddelerine koydurduğu levhalara FSB’nin telefon numaralarını yazdırması ve başı derde giren vatandaşın arayacağını umması da Putin’in ilginç bir uygulamasıdır. FSB Başkanı olduğu dönemde, FSB’nin ilişkilendirildiği birçok skandal da kamuoyuna yansımıştır: Özellikle FSB’nin ölüm komandolarının belirli kişilere karşı kullanıldığı söylenmiştir. Yeltsin ve ailesine karşı soruşturma başlatan Başsavcı Skuratov’un seks skandalı da bu dönemde patlak verdi. Bilindiği gibi Başsavcının bir otel odasında kadınlarla uygunsuz bir şekilde bulunduğu videokasetler komuoyuna sızdırılmış, sonuçta soruşturmanın akibeti sonuçsuz kalmıştı. Çevrecilerin batık atom denizaltısından radyoaktif sızıntı yayıldığını belgelemeleri de yine bu dönemde yaşandı.
İç İstihbarat Servisi Başkanı olduğu dönemde dostlarını ve kendisine yakın siyasileri önemli kilit görevlere getirdi. Yeltsin, Putin’i 29 Mart 1999’da FSB Başkanı görevine iken, 2 Ekim 1998’den beri sürekli üyesi olduğu Güvenlik Konseyi Sekreterliği’ne, yani Konsey Başkanlığı’na atadı.
Sergey Stepaşin’in Başbakanlıktan azledilmesi ile Yeltsin 9 Ağustos 1999’da Çubays’ın takdimi ile Putin’i Başbakanlığa (Duma tarafından 16 Ağustos’ta onaylandı) ve 31 Aralık’ta da kendisinin istifa etmesi ile de Başkanlığa getirdi. “Ben askerim, emirleri yerine getiririm” sözleri ile görevine başladı Putin.
1983’te Ludmila ile evlenen Putin’in Katya (1986) ve Maşha (1986) adlarında iki kızı vardır. Her ikisi de Doğu Almanya’da, Dresden’de doğdular, orada anaokuluna gittiler ve Moskova’daki Alman okulunda eğitim gördüler.
Karısı Ludmila Leningrad Devlet Üniversitesi’nde Filoloji (Germanoloji) eğitimi aldı, üniversiteden sonra hostes ve Kaliningrad’da öğretmen olarak çalıştı. Ludmila Almanca, İspanyolca ve Fransızca bilmektedir.
Neden Putin?
Yeltsin’in arzusu, ailesi ve yakın çevresinin karıştığı yolsuzluklar yüzünden yok edilmekten kurtulmanın yanında, uğrunda bunca yıl uğraş verdiği ve kendi eseri olarak gördüğü bugünkü Rusya’nın mevcut durumunun korunması ve bu yolda devam edilmesiydi. Bazı gözlemciler Putin’in seçilmesini Yeltsin’in yolsuzluklar yüzünden yargılanmaktan korkmasına, Putin’in de kendisini bu durumdan koruyacağına söz vermiş olmasına bağlamaktadırlar. Yeltsin’in kişiliği göz önüne alındığında bu gözlemin tam yerine oturmadığı söylenebilir. Yeltsin sadece kişisel güvenlik ve tarihe geçmek istemenin yanında siyasi eserinin devam ettirilmesini de istemiştir. Bu açıdan bakıldığında Putin’in seçiminin doğru olduğunu söyleyebiliriz. Onun seçilmesinde en önemli iki faktör şunlar olsa gerektir:
– Büyük Rusya’ya inanmış olması, vatanseverliği ve
– Seçilmiş başkana karşı kayıtsız-şartsız mutlak itaati,
Bunların yanında profesyonelliği, sahip olduğu düzen ve disiplin duygusu, gençliği ve enerjisi Yeltsin’i ikna eden sebepler olsa gerektir. Halk tarafından büyük kabul görmesi de yukarıda sayılan niteliklerinin halkın arzuları ile uyuşması olarak izah edebiliriz. Halk, Putin’de kendilerinden olan birini görmüştür.
Oligarkların savaşı ve Putin’in başbakanlığa atanması
Putin’in başbakanlığa atanması öncesinde yaşanan gelişmeler kendisinin kişiliği hakkında da bize bazı ipuçları verecektir. Bu noktada özellikle belirtilmesi gereken Yeltsin’in ailesi, kendisi ve yakın çevresinin karıştığı yolsuzlukların, geleceğini tehdit edecek düzeyde kamuoyuna sızmış olmasıdır.
IMF’in 1991’den itibaren Rusya’da uygulayageldiği kredi politikası, belli çevreleri desteklemek ve onlarla politikasını yürütmek amacına yönelikti. Bu kişiler arasında yolsuzluğa en yatkın ve kutsalı olmayanlar Başkan Yeltsin’in de göz yumması ile ekonominin (finans ve petrol sektörü başta olmak üzere) büyük bölümünü kontrol eder hale geldiler ve buradan hortumladıkları ile etkili medya imparatorlukları kurmayı başardılar.
Rus ekonomisinin %90’ını kontrol eden bu oligarkların en önemlileri; Boris Beresovski (servetini LogoWAS ile Lada bayiliği üzerine inşa etti; ortak ya da sahibi olduğu şirketler arasında gazeteler, TV-Kanalları, Petrol şirketlerinde hisseler ve Rus Hava Yolları şirketi Aeroflot vardır), Vladimir Potanin (Oneximbank’ın sahibi, Forbes 1,6 Milyar dolar serveti ile Rusya’nın en zengin adamı olduğunu bildirmişti), Alexander Smolenski (SBS-Agrobank), Vladimir Gusinski (MostBank Grubu), Vladimir Vinogradov (Inkombank), Vagit Alekperov (Lukoil) ve Mihail Çodorovski’dir (Yukos-Oil).
Bu oligarkların yükselişleri çok kolay oldu: Perestroyka sürecinde ya Parti kasasından paralarla özel bankalar kurdular ya da devlet bankalarının özelleştirilen parçalarını üstlendiler. 1991’den sonraki istikrarlı olmayan ilk bir iki yıl içinde bunlara çok ucuz devlet kredisi sağlandı, yaşanan sonraki hiperenflasyon döneminde spekülasyonla dolar milyoneri olmayı başardılar. Daha sonraki yıllarda bu oligarklar kendi sahibi oldukları bankalar aracılığıyla piyasa değerinin çok altında, endüstri alanındaki şirketlerin, özellikle maden ve doğal kaynaklar başta olmak üzere hammadde işleyen şirketlerin, ya sahibi ya da ortağı oldular.
1995 yılında bu oligarklara en önemli kolaylığı, önemli devlet endüstri işletmelerinin özelleştirildiği “hisseye karşılık kredi” yöntemi ile dönemin özelleştirmeden sorumlu kişisi Anatoli Çubays gösterdi. Oneximbank patronu Potanin, birkaç oligark adına, bütün diğer rakiplerin saf dışı bırakıldığı bir ihaleye girerek, 2 milyar dolar kredi karşılığında özelleştirilen işletmelerin hisselerini aldı. Bresovski ve Smolenski Rusya’nın 7. büyük petrol şirketi Sibneft’in çoğunluk hisselerini bu şekilde almayı başardılar. Bu özelleştirme programının yürütülmesi sayesinde bir avuç oligark devlet işletmelerinin özelleştirilmesinden aslan payını kaptı.
1998’deki finans krizine kadar devletten bu şekilde faydalanmayı sürdürdüler. Yurt içi ve yurtdışındaki yatırımcıların desteklendiği kısa süreli devlet yatırımları bu bankalar aracalığıyla pazara sokuldu. Provizyonlar ve çok ucuz krediler, hiçbir yönetim ve işletme becerisine sahip olmayan, çalışarak para kazanmayı kesinlikle düşünmemiş olan, bu sonradan görme oligarkların en önemli gelir kaynaklarını oluşturdu ve durumları daha da güçlendi.
1996 yılında oligarklar ve IMF, Amerikan ve Alman hükümetleri, hepsi birlikte Yeltsin’in seçim kampanyasını desteklediler, hatta Amerikan hükümetinin desteklemekten öte Yeltsin’in seçim kampanyasını organize ettiği bile söylenmiştir.
Batı ile iş tutmaları ve aldıkları yoğun finans desteği oligarkların politikaya atılmasına da yol açtı. Vladimir Potanin kısa süreli Başbakan Yardımcısı oldu, Beresovski de güvenlik danışmanı yardımcısı. 1998’de General Alexander Lebed’in Krasnoyarsk valisi olmasında destekleyen, Yeltsin’in politikasına dolaysız etki edebilmesi yüzünden modern Rasputin olarak nitelenen Beresovski, (BDT) Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Sekreterliği gibi başka görevler de üstlendi.
1998’de statükonun çökmesi ile dışyardımda gerçekleşen azalma iç politik güçler dengesinde de değişikliğe yol açtı. Duma’da çoğunluğu ellerinde bulunduran ve o zamana kadar muhalefetlerini sert söylem ile sınırlayan, ama sürekli Yeltsin’in politikalarını destekleyen ve bundan da büyük fayda sağlayan komünistler ve milliyetçiler, kendi çıkar gruplarının seslerine kulak vermeye başladılar.
Devlet işletmelerinin yönetici sınıfı komünist ve milliyetçilerin dayandıkları en önemli çıkar gruplarından biridir. “Reform süreci”nde (hortumlama süreci de diyebiliriz) pazar paylarının çok büyük oranda düştüğünü ve yabancı üreticilerin bu payı kaptıklarını gözlemlemişlerdi. Bunların başında harp sanayi (savunma sanayi) ve çelik endüstrisi gelmekteydi. Devletin sipariş vermemesi yüzünden finans krizinden çok derin etkilenen harp sanayi, üretimini ciddi oranda sınırlamak zorunda kalmıştı. Üstelik NATO’nun doğuya genişlemesi politikası yüzünden de Doğu Avrupa’da artık alıcı bulamayacak durumdaydı.
Tam bu dönemde Primakov hükümeti kuruldu ve Başbakan Yardımcılığı’na KP üyesi 80’li yıllarda devlet planlama işlerini yürüten Gosplan’nın müdürlüğünü yapmış olan Yuri Maslijukov getirildi. Tam bir geçiş süreci hükümeti gibi, bir yanda yabancı finans çevreleri ve yatırımcıların ve oligarkların diğer tarafta diğer komünistlerin ve milliyetçilerin çıkarlarını dengelemeyi hedefliyordu.
Kosova krizi ile yeni boyutlar da kazanan bu gelişmelere paralel olarak Yeltsin’e karşı görevden el çektirme ve Boris Beresovski’ye karşı soruşturma açılması istemi ile sahneye Başsavcı Yuri Skuratov çıktı. Yeltsin’in kızı Tatyana Dyaçenko, Boris Beresovski ve eski Başbakan Viktor Çernomirdin’i 4,8 milyar dolarlık IMF kredisinin iç edilmesi ile suçlayan ve haklarında soruşturma başlatan Skuratov, Yeltsin tarafından yaş haddinden görevden alındı. Ancak Duma’nın kendisine verdiği destekle göreve devam ederken Skuratov ile iki fahişenin bir otel odasında çekilmiş video filmi TV’de gösterildi. Yeltsin döneminde göreve gelen Skuratov, siyasi skandalların kurbanı olan ya da çok kolay yolsuzluklar içine çekilebilen diğer savcıların aksine uzun süre görevde kalabilmeyi, değişik çıkar grupları arasında idarei maslahat etmesi ile başarmıştı. Bu skandalın patlak verdiği dönemde iç istihbarat servisi (FSB) şefi Vladimir Putin’den başkası değildi.
Filmi yukarıdaki gibi geriye sardıktan sonra Putin’in yükseliş serüvenine tekrar dönebiliriz: Stepaşin’in görevden alınıp Putin’in başbakanlığa atanması öncesinde çok şiddetli bir iktidar kavgasının yaşandığı bilinmektedir. Başkan’ın yakın çevresinden yolsuzluk kokulu pis kokuların etrafa yayılması ve Başsavcı Sukratov’un Yeltsin hakkında soruşturma açmak istemesi, Başkan’ı ve adamlarını kelimenin tam anlamı ile köşeye sıkıştırmıştı. Yeltsin’in Başsavcıyı görevden almak istemesi de anayasa gereği Başsavcılık makamının bağlı bulunduğu makam olan Federasyon Konseyi’nde beklenmedik tepkiye yol açmıştı. Bu gelişmeler üzerine Kremlin, parlamentonun feshedilmesini ve olağanüstü hal ilanını dahi ciddi şekilde düşünür oldu. Zamanın İçişleri Bakanı Sergey Stepaşin bu gelişmelerde önemli rol oynamıştır.
Yeltsin’in görevden alınması için soruşturma başlatılması yolunda komünistlerin öncülüğünde Duma’dan muhalefet sesleri yükseldi ve tam da bu dönemde NATO’nun Yugoslavya’ya hava saldırılarının başlaması ardından milliyetçi çevreler de Yeltsin’e karşı muhalefetlerini sertleştirdiler. Diğer muhalif çevrelerinde Başbakan Primakov çevresinde toparlanması Yeltsin’i kızdırmış olsa gerek ki görevden alındı ve yerine Sergey Stepaşin atandı.
Stepaşin’in atanması ile Yeltsin için değişen fazla bir şey olmadı. Duma’yı sakinleştiremeyen Stepaşin kısa bir süre sonra gitmek zorunda kalacaktır. Kaldi ki başkanlık seçimleri yaklaşıyor ve Yeltsin’in en güçlü rakibi Moskova Belediye Başkanı Yuri Luşkov popülaritesini gittikçe artırıyor, bu da Yeltsin’in uykularını kaçırmaya yetiyordu.
Stepaşin hükümeti iki büyük gruptan oluşan bir koalisyon hükümeti idi. Bir tarafta güçlü finans çevrelerinin desteğindeki Boris Beresovski, diğer tarafta enerji lobisinin güçlü şirketi JES-Rossija’nın Yönetim Kurulu Başkanı Anatoli Çubays’ın grupları. Hükümetin istikrarsız yapısını bilmelerine rağmen bu iki grup ülkenin finans ve diğer rantlarının paylaşılmasında kıyasıya bir mücadele içinde idiler.
Tüm iyi niyetine rağmen Stepaşin rant çevresindeki bu kavganın üstesinden gelebileceği konusunda Yeltsin nezdinde inandırıcı olamamıştır. Hükümet değişikliğinin en önemli sebeplerinden biri güçlü Rus oligarkları Boris Beresovski ve Vladimir Gussinski ve onların ardındaki gruplar arasında gittikçe şiddetlenen kavga idi. Beresovski bir yandan Rus Hava Yolları Aeroflot çevresinde gerçekleşen skandalın, öte yandan kendi güvenlik şirketi Atoll’un gerçekleştirdiği Kremlin Sarayı’nın telefonlarının dinlenmesi skandalının başkahramanıdır. Başsavcılık bu olaylar üzerine Beresovski hakkında soruşturma başlattı. Fakat Yeltsin’in çok yakın çevresinden kişilerin de bu soruşturma kapsamına gireceğinin anlaşılması üzerine Bresovski paçayı ancak kurtarabildi.
Beresovski ve onunla ittifak halindeki Yeltsin ailesinin gözdesi Roman Abramoviç, Stepaşin hükümetinde önemli bakanlıklara kendi adamlarını getirmeyi başarmışlardı. Bu adamlar Putin hükümetinde de görevlerini korudular: Başbakan Yardımcısı Nikolay Aksyenonko, Enerji Bakanı Viktor Kalyuşni ve İçişleri Bakanı Vladimir Rıyaşhaylo bunlardandır.
Hükümetteki bu etkisine güvenen Brosovski pastanın paylaşılmasında saldırgan bir kavga yürütmeye başladı. Savaş özellikle yakında başlayacak olan seçim kampanyalarında çok önemli işlev görecekleri bilinen kitle iletişim araçları çevresinde yoğunlaşıyordu.
Bresovski zaten büyük gazetelerden Njesavisimaja Gaseta ve Novyje Isvestja’yı ele geçirmiş, Rus devletinin %51 paya sahip olduğu TV Kanalı ORT’de etkisini artırmıştı. Son birkaç ayda da yerel Moskova TV Kanalı TV6’yı ve yurtdışında faaliyet gösteren bir naylon şirket üzerinden ekonomi dergisi Kommersant’ı ele geçirmişti.
Elindeki bu güçlü medya araçları ile Kremlin Sarayı’nın rakibi Moskova Belediye Başkanı Yuri Luşkov’a karşı amansız bir savaşa girişti: Bu savaşta Luşkov yanlısı olan Rusya’nın güçlü medya medya patronu Vladimir Gussunski rakibi idi.
Hükümet Gussinski’nin medya imparatorluğu Media Most’a karşı saldırıya geçti; Media Most’un yaklaşık 1 milyar dolara yakın büyük bölümü devlete olmak üzere borcu olduğu açıklaması yapıldı. Vergi borçlarının araştırılacağı açıklaması Media Most’u zora soktu. Tüm bu gelişmelerden Yeltsin belli oranda korkmuş olacak ki geri adım attı; Stepaşin’in yıldızı da bu gelişmelerle birlikte sönmeye başladı.
Stepaşin görevden alınmasını büyük bir olgunlukla karşılamış; “Onun (Yeltsin’in) hakkıdır: Başkandır, emir verme yetkisne sahip en yüksek makamdaki kişidir. Onunla idim ve sonuna kadar onunla olacağım. Beni genç yaşımda politikaya alan bu insana karşı şükran borçluyum”, halefi Putin ile ilgili olarak ta, “Putin namuslu ve şerefli bir insandır. Ona başarılar diliyorum. Sorunların üstesinden geleceğinden eminim” demiştir. Putin’in başbakanlığa atanması ile Çeçenistan’da yeniden çatışmaların başlaması aynı zamana denk gelmiştir.
Başkanlık Seçimleri
26 Mart 2000 tarihinde yapılan ve en yakın rakibi Komünist Partisi Başkanı Gennadi Zugyanov ancak %29,3 oy oranı alabildiği başkanlık seçimlerini bütün gözlemcilerin beklentisi doğrultusunda Putin %52,6’lık oy oranı ile daha ilk turda kazandı. Nefes kesen bir kariyer ile eski KGB elemanı Putin’in başkanlığı halk tarafından da onaylanmış oldu
Putin Rus siyasetine hâkim düşünceleri kendi şahsında bir senteze ulaştırabilmiştir. Belki de tüm popülaritesini buna borçludur. Mevcut üç siyasi eğilimi, “yeni Rusya”nın siyasi hayatının üç temel akımını, kendi şahsında birleştirebilmeyi başabilmiştir.
Birinci akım, Zugyanov’un KP’sinde yerini bulan kızıl milliyetçiliktir. Bu akımın beslendiği yer Stalinist rejimin hatıraları, “Rus ruhu”nun mistikleştirilmesi ve tarihsel süreçte Rus devletinin oynadığı medeniyet götürücü roldür.
İkinci akım Grigori Yavlinski ve partisi Jabloka’nın temsil ettiği görüştür. Buna göre kapitalizm dünya çapında toplumsal gelişmenin en son basamağıdır. Kapitalizmin gelişmesi tabi olarak demokrasinin, demokratik iktidar mekanizmalarının gelişmesini de kaçınılmaz kılacaktır.
Üçüncü akım Jirinovski ve onun partisi tarafından temsil edilen anti-komunist milliyetçiliktir. Bu görüş saldırgan bir yabancı düşmanlığına, şövenizme, fanatik emperyalist ve yayılmacı çabalara ve faşist demogojiye dayanmaktadır.
Bu siyasi akımlar Sovyetler Birliği sonrasında ortaya çıkan iktidar pramidinin üç sacayağını teşkil etmektedirler. Putin, devletin “genel çıkarları” adına her üç siyasi akımın uygun yanlarını aldı. Bu sentezde popülaritesinin en önemli sırrı yatmaktadır.
Putin’in Petersburg takımı
Daha seçim kampanyası sırasında Moskova kökenlilere güvenmediğini belli eden, St. Petersburg Sosyoloji Enstitüsünün nerede ise tüm elemanlarını seçim kampanyasını yürütmeleri için Moskova’ya çağıran Putin’in başkan olması ile Petersburgluların yıldızları da parladı. St. Petersburg’ta eğitim kalitesi yüksek çok sayıda yüksek okul ve üniversite mevcuttur, ama buna rağmen iş imkânları daha kısıtlıdır.
Putin başkan seçildikten sonra yakın çalışma arkadaşlarını hep Ptersburglulardan seçti. İktidara geldikten sonra bir yakın çevreye, ekibe ve bir dost grubuna ihtiyaç duydu. St. Petersburg’tan tanıdığı, şu ya da bu sebepten kendisine yakın hissettiği birçok kişiye Moskova’da önemli görevler verdi.
General Sergey İvanov Güvenlik Konseyi Sekreterliği’ne, St. Pteresburg Belediyesi Mali Komite Başkanı olan Aleksey L. Kudrin Rusya Federasyonu Maliye Bakanlığı Yardımcılığına, St. Petersburg’ta FSB Şefi olan Viktor Çerkesov FSB Başkan Yardımcılığı’na, Putin’den sonra Başkanlık Yönetimi Kontrol Daire Başkanlığını yürüten General Nikolay Patruşev FSB’nin başkanlığına getirildi.
Bakanlığa getirdiği Petersburglular arasında Sosyal İşlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı Valentina Matviyenko, Başbakan Yardımcısı İlya Klebenov, İletişim Bakanı Leonid Reiman, Sağlık Bakanı Yuriy Şevçenko, Hükümet Sözcüsü Dimitri Kosak, Anti-tekel Bakanı İlya Yuşhanov ve Özelleştirme Bakan Yardımcısı German Gref dikkat çeken isimlerdir. Yine başka bir Petersburglu olan emekli KGB elemanı Viktor İvanov, Kremlin’in personel müdürü oldu. Kremlin’in bütçe müdürlüğüne Pavel Borodin’in yerine Vladimir Koçin, Igor Sechin ve Dimitri Memedev Kremlin sekretaryasına getirildi. Önemli kamu işletmelerinin birçoğunun genel müdürlüklerine de yine Petersburglular getirildiler.
Putin’in yukarıda sözünü ettiğimiz Petersburg’dan bu yakın dostları bir stratejik araştırma merkezinin kurulma çalışmalarına Kasım 1999’da başladılar. Bu merkezin kamuoyu karşısına ilk çıkışı Putin’in başkan olmasının bir hafta öncesine, 23 Aralık 1999 tarihine rastlar. Putin, merkezin kamuoyuna tanıtıldığı toplantıda yaptığı konuşmada merkezi, “farklı görüşlerdeki insanların çalışmalarını paylaştıkları entellektüel bir kulüp” olarak nitelemiştir. Bu merkezin Putin’in seçim kampanyasını yürütüldüğü büroyla aynı binada olması ilginç bir ayrıntıdır. Merkezin önde gelen üç isminin de St. Petersburg’lu olmaları ilginçtir: Merkezin başkanı D. Mesenzev, 1996’da Putin ile birlikte Moskova’ya gelmiş ve basılı medya devlet komitesi müdürlüğüne yükselmişti. 1998 Ağustos’unda Moskova’ya gelen German Gref, hazinesi sorumlu bakan yardımcılığına getirilmişti. D. Kozak 1999 ilkbaharında Moskova’ya gelmiş ve önce başkanlık yönetiminde, daha sonra da hükümet sözcülüğünde bulunmuştu.
Putin ve Çeçenistan
Sık sık tekrarlanan Yeltsin’in Stepaşin yerine Putin’i atamasının sebebinin Stepaşin’in Çeçenistan konusunda yumuşak tavır takındığı görüşü, daha önce sıraladığımız sebeplerden ötürü geçerli değildir. Putin’in başbakanlığa atanma sebepleri çok daha başkadır.
II. Çeçenistan Savaşı’nın çıkma sebebi öncelikli olarak Rus siyasetine hâkim sınıfın iktidarı elinde tutma stratejisi ile direkt bağlantılıdır. Bu yüzden Çeçenistan konusuna dönmeden önce Rusya’nın yakın çevresinde yaşanan siyasi gelişmelere bir göz atmakta fayda vardır.
Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile onun yerine 8 Aralık 1991’de Minsk’te önce Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna’nın dâhil olduğu Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) kuruldu. 21 Aralık 1991’de de Kazakistan’ın eski Başkenti Alma Ata’da biraraya gelen Ermenistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldavya, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan katıldıklarını açıkladılar, Kafkasya cumhuriyeti Gürcistan da 1993’te BDT’ye dâhil oldu.
90’lı yılların başında daha henüz eski askeri ve siyasi gücünden fazla bir şey yitirmemiş olan Rusya, eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin iç politik çatışmalarında etkili bir rol oynayabiliyordu. Ermenistan ile Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ konusunda çıkan çatışmalarda statükonun korunması için bölgeye asker göndererek, Gürcistan’da Abhaz ayrılıkçıları destekleyerek ve Tacikistan’da Moskova yanlısı İmamoli Rahmanov’un koltuğunu korumasına destek çıkarak, Moldovya’da Rus yanlısı ayrılıkçı Dinyester Cumhuriyeti hareketine destek olarak gücünün hala geçerli olduğunu göstermişti.
Bu bölgelerde eski ve yeni çatışmaların yeniden başlaması ve özellikle Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetlerinin başka yöne kafalarını çevirip ilişkilerini geliştirmeleri, giderek Rusya’nın kontrolü elinden çıkarması ve kendi çöküşündendir.
1991’den bugüne BDT ülkelerinin kendi aralarındaki ticaret 1/3 oranında düşerken, dış ticaretteki oran da %78’ten %24’e düştü. Ukrayna, Moldavya, Gürcistan AB ile güçlü ilişkilere çaba gösterirken, Azerbaycan ve Orta Asya cumhuriyetleri Türkiye, İran ve Çin’e yöneldiler.
1998’de Rusya’da yaşanan finans krizinden sonra bu süreç hızlandı. Bu krizden önce BDT’nin en istikrarlı ekonomisine sahip olan Rusya, dünya pazarları ölçeğinde bakıldığında rekabet şansı olmayan ürünleri satarak ve çoğu zaman geri ödenmeyen krediler vererek, BDT ülkeleri arasındaki bağı yapay olarak muhafaza etmeyi başarabiliyordu. Artık BDT dahilinde bütün entegrasyon programlarının boşa çıktığı iddia edilebilirdi.
Eski Sovyetler Birliği topraklarında Rusya’nın etkisine karşı kurulan en önemli organizasyon Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldavya tarafından Nisan 1999’da kurulan, Özbekistan’ın sonradan dâhil olduğu ve “İpekyolu’nun yeniden canlandırılması”nın amaç olarak ilan edildiği GUAMM’dır.
Rusya’nın yakın çevresindeki gelişmeleri bu şekilde özetledikten sonra Çeçenistan’a karşı yürüttüğü politikaya dönebiliriz:
Moskova’da Ağustos ve Eylül aylarında peşpeşe patlayan bombalarda 200’ü aşkın insan öldü ve bu bombalamalar “Çeçen teröristler”e fatura edildi. Moskova ve diğer büyük şehirlerde güvenlik tedbirleri artırılırdı. Yeltsin “Bu trajedinin faillerini biliyoruz, bunlar teröristlerdir” diye teşhisi koyarken, ameliyatı “bunlar hayvan (ordu jargonunda Çeçenler için kullanılan deyim) bile değiller, daha beterler, bunlar yaptıklarından daha serti ile karşılık bulacaklar” diyen Başbakan Putin yapacaktı.
Hem iç siyasi gelişmeler, hem de dış siyasi olayların iyice köşeye sıkıştırdığı Başkanı, üstelik ailesi ve aile fotoğrafına dâhil olanları da kapsayan yolsuzluk soruşturmaları bekliyor, seçimler de yaklaşıyordu. Son bir hamle olarak Stepaşin’i görevden almış yerine hiç tanınmayan Putin’i Başbakan olarak atamıştı. Her ikisi kaderlerini birbirlerine bağladılar. Putin de kısa sürede kendini ispatlayabileceği bir araça ihtiyaç duymakta idi. Hem dışarıya, Sovyetler Birliği’nin eski cumhuriyetleri ve Batıya ve hem de içeriye kendi gücünü göstermesi gerekiyordu. Düzen ve istikrar adına yola çıkmıştı bu eski KGB çalışanı. Bulduğu araç Çeçenistan oldu ve birden beklenmedik şekilde Moskova’nın göbeğinde bombalar patladı. Burada okuyucuya devlet hayatında hiç birşeyin tesadüf olmadığını hatırlatmak isteriz. Putin’in Başbakan olması tesadüf olmadığı gibi, göreve gelmesinin ardından yaşanan gelişmeler de tesadüf değildir.
Putin’in başbakanlığa atanması ile Dağıstan ve Çeçenistan’da büyük çaplı askeri operasyonlara başlanması aynı döneme rastlamıştır. Şöyle geriye dönüp bakıldığında, Putin’in Başbakan ve daha sonra da Başkan olarak izlediği Çeçenistan politikasının hiçte yeni olmadığı, 1997’de Rusya ile Çeçenistan arasında kötüleşen ilişkilerin ardından 1998’de daha sert önlemler alınması ve askeri bir çözüm bulma yoluna gidilmesinin takipçisi olduğu görülür. Bu senaryoya Kuzey Kafkasya’daki ve Rusya’nın değişik yerlerinde ki (Moskova’da bombaların patlaması gibi) provakatif olaylar ve eylemlerin planlanması ve desteklenmesinin de dâhil olduğunu söyleyebiliriz.
Putin’in 1996’dan beri Federasyon Başkanlığı, Ağustos 1998’den itibaren iç istihbarat servisi FSB’nin başında ve daha sonra da Güvenlik Konseyi Sekreteri olarak Yeltsin ve hükümetinin siyasi kararlarında etkili olduğu unutulmamalıdır.
1991’de Rusya’da yaşanan gelişmeler Kafkasya’da da etkisini gösterdi, özellikle siyasi sistem ve hukuk sistemi kökten sarsıldı. 90’lı yıllara kadar Moskova genel prensipler çerçevesinde kabul edilebilir bir milliyetler ve bölge politikasını, özellikle Kafkasya bağlamında uygulamaya koymayı ve gerçekleştirmeyi başarabilmişti.
90’lı yılların ikinci yarısının başında bedeli Rusya için çok ağır olan bir savaş sonrasında bir ateşkes yapıldı, ancak Moskova’daki siyaset planlayıcılarının çoğunluğu bu ateşkesi kabul etmekte zorlandılar, daha sonraki yıllarda, 96–99 arasında, 96 ve 97’de gerçekleştirilmiş olan antlaşmaları Moskova lehine revize etme çabasına girdiler. Özellikle Hasavyurt Antlaşması Rusya’nın çıkarlarına ihanet olarak değerlendirildi. Hatta Putin 1996 “bozgununu” Bolşeviklerin I. Dünya Savaşı’ndaki politikaları ile kıyasladı ve eşit tuttu. Bu eleştiriler, o zamanlar arabulucu rolünü büyük başarı ile yürüten ve antlaşmaya Rusya adına imza atan Alexandr Lebed ve Yeltsin’e karşı dile getiriliyordu. Yeltsin ise 1996’da seçim şansını yükseltebilmek için Hasavyurt Antlaşmasına yeşil ışık yakmıştı.
Maşadov Rusya’nın bu antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesi için defalarca Yeltsin ile görüşme talebinde bulundu, ama çabaları Yeltsin’in birkaç kez görüşmeye hazır olduğunu bildirmesine rağmen sonuçsuz kaldı.
1999 ilkbaharında Moskova ile Çeçenistan arasındaki gerilim daha da büyüdü. Sahneye bu kez Maşadov’un rakibi Selimcan Candarbiyev çıktı. Candarbiyev etkisi altındaki radikal güçlerin desteğiyle Maşadov’un konumunu daha da zayıflatan bir adım attı: Şeriat anayasası ilanı. Bu anayasayı onaylamak zorunda kalan Maşadov büyük ihtimalle radikal grupların hiç değilse bir bölümünü yanına çekebilmeyi ve böylelikle konumunu güçlendirebilmeyi düşünmüş olsa gerektir. Tam da bu dönemde Rus medyasında başlatılan Çeçen karşıtı kampanyada “Çeçenistan’ın yayılmacı politikaları”ndan ve “Vahhabilerin Çeçenistan’da iktidarı ele geçireceğinden” söz ediliyordu. Yeltsin de Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri temsilcileri ile yaptığı bir görüşmede Vahhabi tehlikesine parmak basıyor, bu bölge de iktidarı ele geçirebileceklerinden söz ediyordu. Çeçenistan’ın Dağıstan’da bir askeri operasyona hazırlandığı, bu operasyonun amacının, Dağıstan üzerinden Hazar Denizi’ne bir koridor açmak olduğu ve bununla iç çekişmelerden kurtulmayı amaçladıkları yazılıp çiziliyordu. Bütün bu gelişmeler Rusya’nın Çeçenistan’a karşı geniş çaplı bir askeri harekâta hazırlandığının göstergeleri idi aslında.
Rusya’nın kanayan yarası Çeçenistan’a karşı bir askeri harekât hazırlığının çok daha önceden başladığını iddia edebiliriz. Sonbahar 98’de “Birleşik Koordinasyon Merkezi” kuruldu, Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay temsilcilerinin yanında İç İstihbarat Servisi (FSB) elemanları da burada görev aldılar. Mart 1999’dan sonra askeri müdahale hazırlıkları hızlandırıldı. Bu harekâtın amacı Çeçenistan’ın kuzey bölgelerinin işgal edilmesine yönelikti.
Silahlı Çeçen birliklerin Çeçinistan’dan Dağıstan’a girmeleri, bunun ardından Eylül ve Ekim 99’da Moskova ve başka şehirlerde peş peşe sivillere yönelik bombalama olaylarının yaşanması askeri harekâtın başlatılmasına gerekçe olarak gösterildi. Çeçenistan Devlet Başkanı Aslan Maşadov, Şamil Basayev’in silahlı adamları ile Dağıstan’a girmesine sert tepki gösterdi, Çeçen halkının olayı tasvip etmediğini açıkladı.
Moskova ve diğer şehirlerdeki bombalamalarda Rus İç İstihbarat Servisi FSB’nin parmağı olduğu kısa süre sonra anlaşıldı. İngiliz Observer Gazetesi 12 Mart 2000’de 200’den fazla kişinin öldüğü Moskova’daki bombalama eylemlerini Rus gizli servisinin gerçekleştirdiğini yazdı.
Bu olayların yaşandığı dönem Putin’in başbakanlığının daha ilk ayına denk geliyordu ve bu dönemde Rusya’daki bütün siyasi güçler devlet gücünün daha da güçlendirilmesinden, polisiye ve askeri tedbirlerin artırılmasından, polis ve askerin elindeki imkânların siyasi sorunların çözümlenmesinde kullanılmasından yana tavır içinde idiler. Unutulmamalıdır ki istikrarsız ve yığınların panik halinde olduğu bir ortamda normal zamanda alınması akla dahi getirilemeyecek tedbirleri almak ve uygulamak mümkündür her zaman için. Tabii tüm bu olayların en önemli sonucu Putin’in popülaritesinin giderek artıyor olmasıydı.
Rus birlikleri Eylül 1999’da Çeçenistan’ın başkenti Grozni’yi bombalamaya başladılar. Grozni’deki petrol rafinerisine yapılan Rus saldırısı, Rusya’nın elindeki her aracı kullanarak jeostratejik açıdan önemli bu bölgeyi kontrolüne almak istediğini açık bir şekilde gösteriyordu. Ekim ayında da ciddi bir direnişle karşılaşmadan Çeçinistan’ın kuzey bölgesini Terek nehrine kadar işgal etmeyi başardılar.
Kuzey Kafkasya‘da savaşın yeniden patlak vermesini, Moskova’da mevcut güç ilişkilerinin devam etmesinden yana olan, bunun için tek mümkün yolu da olağanüstü olaylarda gören Kremlin’deki bazı güç odaklarında aramak doğru olacaktır.
Moskova’da patlayan bombalardan sonra Başbakan Putin Çeçenistan’da bir güvenlik koridorunun açılması gerektiğini ve bunun “teröristlere” karşı nokta operasyonları ile desteklenmesi gerektiğini söyledi.
Bu gelişmelere paralel olarak Moskova başta olmak üzere büyük şehirlerde ve Rusya’nın genelinde polisiye tedbirler artırıldı, özellikle kuzey Kafkasyalı olduğu tahmin edilen kişilere karşı polisin baskısı daha da yoğunlaştı. Duma seçimlerinin yaklaşıyor olması ve Moskova Belediye Başkanı Luşkov’un seçimlere “düzen sağlayan adam” olarak gitmek istemesi de baskıların artmasına bir başka sebepti.
Toplumun Kremlin oligarşisinin yol açtığı yolsuzluklara karşı duyduğu hoşnutsuzluk ve nefret, bir başka yöne çevrildi bu şekilde. Üçüncü bin yıla girerken Rusların en büyük düşmanı küçük Kafkas Cumhuriyeti Çeçenistan ve onun mazlum halkıydı. Başbakan Putin amacını açıkladı: “Kanaatimce şu an en önemli şey toplumun konsolidasyonudur. En önemli görevi yerine getirmekle sorumluyuz: Vatandaşlarımızın terörden korunması ve devletimizin bekasının sağlanması”.
Öncelikli olarak kendi ailesi ve onların servetini koruma içgüdüsü ile hareket eden Yeltsin, Çeçenistan konusunda inisiyatifi ele alarak rakiplerinin elinde kullanacakları hiç bir koz bırakmamıştır. Yeltsin’in Putin’de karar kılması bu açıdan önemlidir. Soğukkanlı ve uzlaşmasız kişiliği ile Putin tam da aranan adamdı. Yeltsin ve adamı Beresovski gerçekleşmesi muhtemel olumsuz gelişmelerden kurtulmakla kalmadılar, rakipleri Luşkov ile Primakov’u da geride bırakmayı başardılar. Burada özellikle belirtilmesi gereken Şamil Basayev ile Beresovski’nin aralarında ilişkiler olduğu yönündeki söylentilerdir.
Çeçenistan Rusya için hep bütün aykırılıkları içinde barındıran bir barut fıçısı olmuştur. Belirtilmesi gereken bir başka önemli nokta da Çeçenistan’ın, Moskova’da kendi aralarında rekabet eden oligarklar için önemli olduğu gibi Rusya Federasyonunun bekaasını da çok yakından ilgilendiriyor olmasıdır. Moskova’nın yeni bir askeri yenilgisinin merkezden kopma yolundaki eğilimleri giderek daha da güçlendireceği açıktı. BDT devletlerinin birçoğu yüzlerini artık neredeyse tamamen batıya çevirmişlerdi, şimdi bu eğilimler Rusya Federasyonunun kendi içinde güçleniyordu.
Bazı gözlemciler olağanüstü olaylar gerçekleşmeden hiç tanınmayan Putin’in başkanlık seçimlerini kazanmasını imkânsız gördüklerini de açıklamışlardır.
Moskova’da bir sitede bir bomba patlıyor, ardından 90 insan ölüyor. Kısa bir süre sonra ikinci, üçüncü bomba patlıyor ve sonuç aynı derecede acı… Patlamaların hemen ardından Putin Çeçen teröristlerin olaylardan sorumlu olduğunu açıklıyor ve “tuvalette bile yakalasak onları orada da geberteceğiz” diyor. Bu patlamalardan kısa süre sonra Çeçenistan’a karşı operasyon başlatılıyor ve Putin’in popularitesi de hiç beklenmedik şekilde yükseliyor; artık herkes düzen ve istikrarı sağlayacak tek kişinin Putin olduğunu yürekten inanmıştır.
Dünya görüşü ve siyasi tasavvurları
Putin 1984’te ölen, sağlık sebepleri yüzünden ancak kısa süre KP-Genel Sekreterliği yapabilmiş, Gorbaçev reformlarının öncüsü ve teşvikçisi, 15 yıl gibi uzun bir süre KGB şefi olan Yuri Andrapov’u kendisine örnek almıştır. 1998’de FSB Başkanı olduktan kısa süre sonra Lubyanka’da Andrapov’un hatırasına bir kitabe diktirdi. Andrapov’un 85. doğum yıldönümünde yaptığı konuşmada “bu tarihi (Andrapov’un doğum tarihini kastetmektedir) yok saymak kesinlikle yanlıştır, bir toplum ahlaki değerlerinin bütünlüğü için Andrapov gibi insanlara ihtiyaç duymaktadır”, demiştir.
Uzun süre yurtdışı görevlerde hem de bir KGB casusu olarak bulunmuş biri olan Putin, hiç şüphesiz Batı’nın üstünlüğünün farkında idi. Bu yüzden olsa gerek Sovyet sisteminin kendisi ile aynı nesilden bürokratları gibi gözyaşı dökmedi.
Putin’in siyasi görüşü inanmış bir komünistten sistemin eleştiricisi olmaya evrilmiştir. Gorbaçev reformlarını “mantıklı” ama “düşüncesiz çabalar” olarak niteleyen Putin, Demokrasi ve Pazar Ekonomisine Yeltsin döneminde doğrudan yönelişi “bütün insanlığın gittiği bir yola” gidilmesi olarak görmektedir.
Putin komünizmle arasına mesafe koymakta, bu dönemi “toplumun ve halkın sosyalist deney için ödemek zorunda kaldığı bir bedel” olarak değerlendirmekte ama dışarıdan alınacak modelleri mekanik bir şekilde Rusya’ya uygulamaya ve diğer devletlerin tecrübelerini kopya etmeye karşı çıkmaktadır.
Açık ve kesin ifadelerle “Rus düşüncesine” bağlılığını ifade eden Putin, bu düşüncenin bir nevi devlet ideolojisi haline getirilmesine karşı çıkmakta, özgürlük kavramına yeni anlamlar yüklenmesi gerektiğini söylemektedir. Bu bağlamda özgürlüğün Rusların geleneksel değerleri ile kaynaştırılmasını, vatanseverliğin, büyük güç olmanın, güçlü devlet olmanın, sosyal dayanışmanın, kollektif hayat şeklinin bireyselliğe üstünlüğünün vurgulanması gerektiği görüşündedir.
Putin’in siyasi konumunu daha iyi anlayabilmek için Rusya’nın hâkim tabakaları (sınıfları) arasında geçmiş on yılın nasıl değerlendirildiğine bakmak gerektiği kanaatindeyim. Bu konuda iki genel kanaat mevcuttur:
Kremlin’in resmi ideolojisi olan ilki, aynı zamanda Batı’daki liberal taraftar ve destekçileri tarafından paylaşılmaktadır. Bu anlayış, Yeltsin dönemini, “bolşevik deneylerin çıkmazından” “normal” modern medeniyete büyük bir adım olarak tasvir eder. Devlet tarafından bütün toplumsal hayatın mutlak düzenlemesi ve her türlü özel inisiyatifin bastırılması yerine özgürlük ve demokrasi geldiği ileri sürülür. Her yurttaşın bundan böyle kendisini gerçekleştirebilecek imkânı vardır.
İkinci anlayış ise; kızıllar, beyazlar ve kahverenkliler olarak tanımlanan, çeşitli renklerden Rus milliyetçilerine aittir. Onların görüşlerine göre Rusya, Yeltsin yönetimi altında (XVII. yy başlarında hükümdarlığın Rurikitler’den Romanovlar’a geçtiği dönemle bir benzerlik kurularak) yeni bir “karmaşalar devri” yaşamaktadır. Yani, Rus devlet tarihinin gelişiminde bir kesinti ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği döneminde “Sovyet halk iktidarı” tarzına dönüşen gerçek Rus toplumsal yaşama tarzı, Batı medeniyetinin etkilerine açılmaktan ötürü zarar görmüştür. Böylece, “Rus karakterinin” geleneksel özelliklerine uymayan ve Rus halkının menfaatini karşılamayan bir rejim meydana gelmiştir.
Putin her iki görüşe de yakındır. Belki de bu yüzden rahatlıkla onun yığınlar gibi düşünüp, onlar gibi hissettiği söylenebilir. Böyle olmakla sokaktaki adam onda vücut bulmaktadır. İş bitirici bir tarafı vardır, ama kesinlikle Rusya gibi bir büyük devletin sahip olması zorunlu büyük vizyona sahip biri de değildir. Belki de bu zamanda Rusya’nın ihtiyaç duyduğu kişi de Putin’den başkası olmasa gerek!
Putin ve Almanya
90’lı yıllarda hiç bir ülke Almanya kadar Rusya’daki reformları desteklememiş, hiç bir ülke Rusya’da Almanların açtığı kadar şirket ve şirket temsilciliği açamamıştır. Hatta Rusya’nın demokratik çizgiden ayrıldığına dair belirtiler görülmeye başladığında dahi hiç bir ülke Almanya kadar anlayışlı davranmamıştır. Yeltsin ile Kohl arasında gelişen “erkek dostluğu” bütün sorunların üstesinden gelmeye kadirdi. Ne 1994’te Çeçenistan’da başlayan savaş, ne ortaya çakarılan plütonyum kaçakçılığı, ne de II. Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan kaçırılan kültürel eserlerin geri verilmemesi bu dostluğu zedeleyebilmişti. Hatta Ruslar NATO’nun Doğuya doğru genişlesinde suçu Almanya’ya değil ABD’ye attılar.
Rus elitleri post-Sovyet coğrafyasına Batı etkisinin Almanya politikaları ile değil de Amerika’nın politikaları ile geldiği görüşündedirler. Kohl eli açık davranarak büyük meblağlı kredilerle Yeltsin’i desteklemiştir. Bonn ile Moskova arasında, Antonov–70 gibi askeri uçak üretimini de kapsayan ilginç projeler hayata geçirilmek istenmiş, bu proje Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan sorunlar yüzünden gerçekleştirilememiş olsa da doğal gaz ihracı ve üretimi ve uluslararası kriminel suçlarla savaş alanında işbirliği kesintisiz yürütülmüştür. BMW Kaliningrad’da bir otomobil fabrikası kurmuş, Ruhrgas Rusya’nın efsanevi gaz devi Gazprom’un %5 hissesini satın almış, Daimler-Crysler Moskova’da bir büro açmıştır.
Gerhard Schröder’in Almanya’da iktidara gelmesi ile bu romantik ilişkiler son buldu. Schröder, ancak Alman ekonomik çıkarları söz konusu olduğunda bu ilişkilerin yürüyebileceği sinyalini verdi. Almanya’nın yeniden birleşmesine Rusya’nın gösterdiği anlayışlı tavıra karşı şükran dönemi sona ermişti artık. Üstelik Kosova ve Çeçenistan’daki savaş Batı ile Rusya’nın ilişkilerinin yeniden soğumasına da yol açmıştı.
Tam da bu sırada XXI. yüzyılda Rus –Alman ilişkilerini çok derinden etkileyecek bir kişiliğe ve özgeçmişe sahip Putin Rusya’da Başkanlık koltuğuna oturdu. Federal Almanya’nın siyasi durumunu çok iyi bilenmesi ve Alman siyasi elitleri hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olması da diğer avantajlardı. KGB görevinden sonra Rusya’ya döndü, ancak hemen hemen her yıl Petersburg Belediyesi adına Almanya’ya gitti. Aleksandr Çubays gibi amerikan politikalarına eğilimli liberal politikacalara göre Putin liberal amerikan pazar ekonomisi modelinden daha çok Alman sosyal pazar ekonomisi eğilimlidir. Putin’i XVII.. yüzyılda Alman tüccarlarını ve bilim adamlarını Rusya’ya çağıran Petro ile kıyaslayanlar da olmuştur.
Putin’in çevresi Alman kökenli danışmanlar ile kuşatılmıştır: Ekonomi Bakanı German Gref, Ulaştırma Bakanı Sergey Frank, İletişim Bakanı Leonid Reimann, Adalet Bakanı Yardımcısı Eduard Renov ve danışmanlardan Maksim Meier ile Eugen Gontmacher bunlardan sayılabilir. FSB’nin ikinci adamı Vladimir Leopoldoviç Schulz da Alman kökenlidir. Dış İstihbarat Servisi Şefi Sergey Lebedev uzun bir süre KGB de görevli olarak Postdam’da bulunmuştur.
Putin’in Rusyası
Putin Başbakan olarak zamanının çoğunu cumhuriyetlere ve bölgelere yaptığı gezilerde geçirdi. Bu gezilerinde özellikle bölgelerin karar verici makamdaki kişilerini kazanmaya özel bir gayret gösterdi. Yeltsin yanında Rusya Federasyonu Başkanlığı İdari İşler’de ve daha sonra FSB’de çalışırken bölgeler konusuna çok iyi hazırlandığını söyleyebiliriz.
Kamuoyunda popüler olmasını Çeçenistan konusunda gösterdiği uzlaşmasız ve sert tavrına borçludur. Halkın büyük çoğunluğunun arzusu olan düzen ve istikrarı sağlayacağına kamuoyunu inandırmayı başardı.
Halk yığınlarının gözünde Putin “az laf üreten ama çok iş yapan” bir adamdır. Genç ve hiç tanınmayan bir adam üç yıl gibi kısa sürede nefes kesici bir kariyer yaparak, belediye başkanlığı bürolarından devletin en tepesine çıkmayı başardı. Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra yürüttüğü politikaları ise şu şekilde özetleyebiliriz:
—Başkan Putin’in savunma ve güvenlik politikası
Rusya’nın tekrar büyük güç olmasını arzulayan Putin’e göre bu ancak güçlü bir devletin yeniden tesisi, hızlı ekonomik büyüme ve ordunun modernleştirilmesi ile mümkündür, hatta elzemdir.
Son hedefin gerçekleştirilmesinde ciddi engeller vardır: Rusya’nın elinde nükleerstratejik ve konvansiyonel olmak üzere hala dev bir askeri aygıt vardır, bu kuvvetlerin 1,2 milyonu normal, 500.000’i özel birliklerdir. Askeri altyapı, donanım ve eğitim tam bir çöküş sürecindedir. Askeri tatbikatlar, manevralar ve arazi eğitimlerinin sayısında ciddi oranda azalma görülmektedir. Hava kuvvetleri ve deniz kuvvetleri sadece zorunlu hallerde göreve çıkacak durumdadırlar. Daha hala 2 milyon kişi 1528 askeri endüstri komplexlerinde –donanım işletmeleri, sayısız araştırma ve geliştirme laboratuvarları, bürolarında- çalışmaktadırlar. Ortada hala ne bir birleşik askeri yönetim mekanizması ve ne de savunma görevi ile yükümlü kuvvetlerin etkili bir koordinasyonu mevcuttur. Birliklerin modernizasyonunun karşısında onlara sunulan kısıtlı bütçe imkânları ciddi bir engel teşkil etmektedir (bu bütçenin %70’i beslenme, barınma ve giyinme masraflarına ve geri kalan %30’u da araştırma, geliştirme ve silah üretimine ayrılmıştır).
Bu sorunlar “yeni milli güvenlik konsepti” ve “yeni askeri doktrin” ile de aşılacak gibi değildirler. Pratik önlem alınması ve kesin karar verilmesi gereken konularda bile ciddi bir ilerleme kaydedilememiştir. Tahminen Çeçenistan’daki savaş yüzünden askeri harcamalar artırılmıştır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Putin silah ihracatını başarılı bir şekilde arttırabilmiştir. Ağustos 2000’de yapılan Güvenlik Konseyi toplantısında askıdaki askeri reformların tekrar ele alınması kararlaştırılmıştır. Birçok konuda, önecelikle barınma, giyinme ve yeme-içme masraflarında kısıntı olmak üzere, iyileştirmeye gidilmesi ve asker sayısının 800.000 ile sınırlandırılması kararlaştırılmıştır. Putin’in aldığı kararların uygulanıp uygulanmayacağı belirsizdir. Savunma ve güvenlik siyasetinde yapısal reformu yapmak için en iyi dış şartları sağlayacak yol olan, silah kontrolü siyaseti ve NATO ile sınırlı işbirliğine çaba gösterilmesi ise Rusya Başkanından beklenecek en son şeydir.
—Ekonomik ve toplumsal modeli
Putin ekonomik konularda liberal bir tavır sergilemektedir. Buna uygun olarak ekonomik düzenin garantisinin güçlü bir devlet olduğu görüşündedir. Başlangıçta dile getirdiği ekonomik müdahalecilik ve geleneksel Rus değerlerine bağlı devlet anlayışından daha sonraki açıklamalarında sanki vazgeçmiş gibidir. Hayat şartlarında amaçlanan bir düzelmeye sosyal bir program aracılığıyla değilde, ekonomik büyüme ile ulaşılacaktır.
Gorbaçov zamanında Perestroyka ile başlayan ve 90’lı yıllarda Yeltsin’in şok terapisi olarak nitelenen reformlarla, Putin’in “büyük reformu”, yani federatif ilişkilerde gerçekleştirilecek reformlar, askeri alandaki reformlar, siyasi partiler sistemindeki reform ve adalet sitmemindeki reform gibi kurumsal reformların tamamı aynı şeylerdir. Bu reformların kalıcı ve büyük bir ekonomik büyümeye yol açmasının önünde ise bazı engeller vardır. Özellikle dışarıya pahalı hammadde satan Rusya’nın dış ekonomik ilişkilerini iyileştirmesi gerekmektedir. Rusya’da işleyen bir pazar ekonomisinin temellerinin yokluğu yüzünden ortadireğin nasıl ortaya çıkacağının üzerinde de önemle düşünülmelidir, devlet reformaları ile bunu başarmak mümkün değildir, bu reformlarla ancak bu temellerin ortaya çıkışı kolaylaştırılır ve desteklenir.
Genel bir değerlendirme
İç politikada merkezi yapının güçlendirilmesi eğilimleri ve buna paralel olarak oligarkların, bölgelerin ve medyanın disiplin altına alınması yolundaki tedbirler göze çarpmaktadır. Çok yaygın bir şekilde kanun tanımazlık ve yolsuzluk mevcut olduğundan bu tür tedbirler belli derece anlayışla karşılanmıştır. Ama bu tedbirlerin devleti hukuk devletine yakınlaştırdığı ise şüphelidir. Aynı şekilde “kanun ve düzen” sloganı altında alınan tedbirlerin de demokratik ve çoğulcu gelişmeleri bastırdığı aşikârdır.
Bu endişeler ne Duma’da ne de partiler arasında muhalefet sıfatını kazanacak bir yapının olmaması ve bağımsız medyanın nerede ise tamamen ortadan kalkması ile daha güçlenmektedir. İkinci olarak Putin’in yürüttüğü personel politikası, yani bürokrasinin önemli koltuklarını polis ve gizli servisten kimselerle doldurması da bir başka önemli gelişmedir. Son olarak belirtilmesi gereken Çeçenistan’ta bir işgal rejiminin kurularak güçlendirilmesi, terör, eşkiyalık, kaçakçılık ve adam kaçırmalara karşı sert önlemler alınması ama Rus güvenlik güçlerinin ve özel birliklerinin insanhakları ihlalleri konusunda hiç bir işlem yapılmamasıdır.
Putin’in 1 yılı aşkın başkanlık dönemine bakıldığında bir istikrardan söz edilebilir, ancak bu göreli istikrarın yapay olup olmadığı ve ne kadar süreceği konusunda bir görüş belirtmek imkânsızdır. Kalıcı bir istikrar sağlanamadığı gibi toplumun demokratik temelde bir konsolidasyonunu sağlamak ta mümkün olamamıştır.
Ekonomi alanında ise anlaşılır ve detaylı bir programdan söz etmek mümkün değildir. Hem pratik hükümet işlerinde hem de operasyonel planlamada bağlayıcı, uzun süreli ortaya koyulmuş bir ekonomik ve gelişme programı olmalı idi. Çok kötü hazırlanmış bir vergi reformu hariç, çok sözü edilen reformlardan hala hiç eser yoktur. Bu durum özellikle sürekli ertelenen banka ve toprak reformlarını da kapsamaktadır. 2000 yılında birkaç önemli makro ekonomik göstergelerde bir yükselme (Gayrisafi milli hâsılada, özel ve resmi taleplerde, yatırımlarda ve ihracatta) görülmüştür, ama bu yapısal reformlara değil 1998 Ağustosunda yaşanan finans krizinin sonucu olarak ithalikame politikasına ve yüksek petrol fiyatlarına bağlıdır. Ekonomide sürekli büyüme için gerekli şartlar henüz daha oluşturulabilmiş değildir.
Dış politikada da durum pek farklı değildir: Putin’in Rusya’yı büyük güç yapma arzusu ile sınırlı kaynaklara sahip olunduğu gerçeği arasındaki uçurum azalmış değildir. Aslında Yeltsin dönemine bakıldığında göreli bir düzelmeden söz edilebilir. Yeni Başkan kısa sürede yaptığı sayısız dış gezilerde yürüttüğü aktif diplomasi harekâtı ile kararlı ve enerjik bir şekilde Rus çıkarlarının takipçisi olduğunu göstermiştir. Fakat açık ve kesin bir stratejik konsepten ve bunun pratik uygulamasından söz etmek mümkün değildir. Konsept olarak Avrupa-atlantik ve Avrasya karışımı bir yönelişten stratejik partnerliklerin etrafa yayılması, geniş çevreyi kapsar hale getirilmeye çalışılmasını görmekteyiz, ama burada dünya genelinde bu ülkeler ve bölgelerin belli kriterlere göre sınıflandırılmasından çok öncelikler sözkonusudur. Pratikte ise Batı ve ona bağlı olarak NATO ile ilişkilerin düzeltilmesine yardımcı olabilecek, yeni bağımsız devletler üzerinde eski etkiyi yeniden tesis etme ve Çin, Hindistan gibi geleneksel müttefiklerle ilişkileri artırıp silah ihracatını artırmaya yönelik inisiyatifler birbirine karışmış durumdadırlar.
Moskova AB Avrupası ile özel ilişkilere büyük anlam yüklemekte ve ilişkilerini geliştirmeye çaba göstermektedir. Fakat Avrupa veya Almanya ile ciddi, kalıcı bir partnerlik için Putin’in bütün iyi niyeti ve çabalarına rağmen temelde eksiklik mevcuttur. Temeldeki bu eksiklik büyük ihtimalle Ruya’nın iç gelişmelerinden kaynaklanmaktadır.
Kaynaklar
Kitaplar:
Wladimir W. Putin: Wiedergeburt einer Weltmacht?, Wolfgang Seiffert, Langen Müller Verlag, Wien, 2000
Gazeteler:
Frankfurter Allgemeine Zeitung
Man nannte ihn “Stasi Putin”; 10. 01. 2000
Dergiler:
Osteuropa
Rußlands Interimspräsident Vladimir Putin; Ingo Mannteufel, 50. Jahrgang / Heft 2 /Februar 2000, S. 123–130
Die politische Meinung
Was haben wir von Putin erwarten? – Innen und außenpolitische Perspektiven Russlands; Wolfgang Leonhard, Nr. 375 – Februar 2001
Tschetschenien in drei kaukasischen Kriegen, Paul Roth, Nr. 368 – Juli 2000
Araştırma kurumları:
Aktuelle Analysen des BIOst
Präsident Putin: autoritär und populär; Prof. Gerhard Simon, April 2000
Der Krieg in Tschetschenien und die Präsidentschaf Putins; Bernd Knabe, Nr. 16/2000, 22 Februar 2000
Die ideologischen Koordinaten von Wladimir Putin – Ein Mann ohne Ideen oder ein Mann mit allen Ideen; Assen Ignatow, Nr. 34/2000, 14 September 2000
Putin härtere Gangart gegenüber Minsk – Die Beziehungen Rußland-Belarus im Zeichen des Unionsstaatsvertrags, Heinz Timmermann, Nr. 32/2000, 19. Juli 2000
Putins Rezentralisierungsinitiativen, Eberhard Schneider, Nr. 29/2000, 7. Juni 2000
Putins “Strategiezentrum”, Bern Knabe, Nr. 27/2000, 5. Mai 2000
Die wirtschaftliche Programmatik in Putins Millenniumsbotschaft, Roland Götz, Nr. 3/2000, 6. Januar 2000
Die Meienkampf Jelzin-Putin-Beresowskij gegen Luskow-Primakov-Gussinskij / Seine Folgen für Duma und Präsidentschaftswahlen (Teil I), Peter Hübner, Nr. 5/2000, 13. Januar 2000
Die Meienkampf Jelzin-Putin-Beresowskij gegen Luskow-Primakov-Gussinskij / Seine Folgen für Duma und Präsidentschaftswahlen (Teil II), Peter Hübner, Nr. 6/2000, 13. Januar 2000
Der Präsidentschaftswahlkampf in Rußland / Demokratische Wahl oder Plebiszit über Vertrauen zu Putin?, Vladimir Petuchov, Nr. 15/2000, 17. Februar 2000
Die Schlußetappe des Präsidentschaftswahlkampfes in Rußland, Nr. 21/2000, 22 März 2000
SWP-Aktuell (Stiftung Wissenschaft und Politik/Deutsches Institut für Internationale Politik und Sicherheit)
Neue “Machtminister” in Moskau – Erste wichtige Personalveränderungen Putins; Eberhard Schneider, 8 April 2001
Konrad Adenauer Stiftung – Politische Kurzbericht,
Gouverneurswahlen in Sankt Petersburg und die Reorganisation der Regionen in der Russischen Föderation; Dr. Marlies Salazar, Mai 2000
Präsidentschaftswahlen in Russland I; Gerd D. Bossen, April 2000
Russland nach den Dumawahlen; Dr. Marlies Salazar, Februar 2000
Putin – der rätselhafte Kanditat; Dr. Marlies Salazar, Februar 2000
Rußland – Zwei Monate nach der Wahl Putins, Gerd D. Bossen, Juni 2000
Zwischen Wunsch und Wirklichkeit – Putins Vorstellungen von einem starken russischen Staat, Dr. Marlies Salazar, Juli 2000
Konrad Adenauer Stiftung – Manuskript
Russland nach den Präsidentschaftswahlen – Ein neuer Anfang?, Gerd D. Bossen, KAS-AI 5/00 (Mayıs 2000)
Russland – Reformaktivitäten des Präsidenten, Gerd D. Bossen, KAS-AI 9/00
İnternet kaynakları
www.wsws.org/de (World Socialist Web Site – Aktuelle Analysen: Rußland)
Putin starkt den Staatsapparat, Andy Niklaus / Peter Schwarz, 2 Februar 2000
Die Rehabilitierung Stalins als ideologische Grundlage der neuen Kremlpolitik, Wladimir Wolkow, 24 Februar 2000
Observer behauptet Beteiligung des russischen Geheimdienstes an Bombenanschlägen in Moskau, Julie Hyland, 21 März 2000
Der Westen umwirbt Putin, Patrck Richter, 25 März 2000
Der privasierte Präsident, Wladimir Wolkow, 30 März 2000
Putin großrussische Bestrebungen und die NATO, 9 Juni 2000
Putin treibt die Errichtung eines Polizeistaates voran, Wladimir Wolkow, 2 Juni 2000
Putins Deutschlandsbesuch und die Neubestimmung der internationalen Beziehungen, Patrick Richter, 22 Juni 2000
Bombenexplosion im Zentrum Moskaus – Politik und Terrorismus in Russland, Wladimir Wolkow, 18 Agust 2000
Putins “Tschernobyl” – Die Trägödie des russischen Atom-U-Bootes in der Barentsee, Wladimir Wolkow / Julia Dänenberg, 22 Agust 2000
Warum der zeitgenössische russische Nationalismus eine vorwiegend “rote” Farbe annimmt, Wladimir Wolkow, 14 Juli 2000
Die politischen und historischen Fragen im Zusammenhang mit Russlands Angriff auf Tschetschenien, Redaktion, 20. Januar 2000
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.