Etiket arşivi: SALDIRI

/// DUYURU /// ATATÜRK’E AKİT GAZETESİNDEN YENİ BİR SALDIRI DAHA /// TEPKİNİZİ GÖSTERİN ///


Bu da AKİT GAZETESİ’nin hesabından atılan TWEET.

2 gramlık akıllarıyla Ata’mızla dalga geçiyorlar güya.

Bu hesabı da önce takip edip sonra SPAM’layalım.

Ve sonra müsait bir vaktinizde mutlaka bulunduğunuz bölgede ki Cumhuriyet Savcılığı’na başvurup şikayet edin.

Ki meydanı bir daha boş bulup abuk subuk resimler, yazılar yayınlamasınlar.

@AkitGazetem

İŞTE ATTIKLARI TWEET

***

Aşağıda bulunduğunuz bölge Savcılığı’na başvurabilmeniz için hazır bir dilekçe örneği var.

Siz boşlukları doldurarak hemen verebilirsiniz.

***

……………………………… CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA

ŞİKAYETÇİ: ……………………………….

(İsminizi ve Soyadınızı yazın)
(Adresinizi ve Cep numaranızı yazın)

VEKİLİ: ………………………………………

(Avukatınız varsa ismini yazın yoksa boş bırakın)
Aynı adres

ŞÜPHELİ: https://twitter.com/AkitGazetem adresli twitter hesabının sorumluları

SUÇ: Atatürk’ün Manevi Hatırasına Hakaret

SUÇ TARİHİ: 15.11.2013

AÇIKLAMALAR:

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün fotoğrafı; sol gözü morarmış, sağ ağız kenarından kan akmış, sol alın köşesinde yaralar bantlanmış, sağ alın köşesine dikiş atılmış, sol yanakta oluşan yara kurumuş, sağ göz altı şişmiş ve göz kenarı yaralı bir duruma sokularak, akıl almaz derecede cüretkarlıkla adeta bir korku filmi kahramanını çağrıştıracak şekle getirilmiştir. Fotoğraf bu haliyle kötü karakterlerin toplandığı, son derecede korkutucu bir profil şeklinde, https://twitter.com/AkitGazetem twitter hesabında paylaşılıp yayımlanarak Atatürk’ün manevi hatırasına açıkça hakaret edilmiştir.

2. Atatürk’ün fotoğrafının yukarıda belirtildiği şekilde düzenlenmesi, 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun uyarınca suç teşkil etmekte olup Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılması da gerekmektedir.

SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi hatırasına hakaret suçunu oluşturan eylemin, 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun’a aykırılık teşkil etmesi nedeniyle soruşturma başlatılmasını ve gerekli işlemlerin yapılmasını vekil sıfatıyla ve saygılarımızla dileriz.

Adınız ve Soyadınız

T.C. KİMLİK NUMARANIZ

TARİH

***

/// DUYURU /// ATATÜRK’E AKİT GAZETESİNDEN YENİ BİR SALDIRI DAHA /// TEPKİNİZİ GÖSTERİN ///


Bu da AKİT GAZETESİ’nin hesabından atılan TWEET.

2 gramlık akıllarıyla Ata’mızla dalga geçiyorlar güya.

Bu hesabı da önce takip edip sonra SPAM’layalım.

@AkitGazetem

İŞTE ATTIKLARI TWEET

/// DUYURU /// ATATÜRK’E SALDIRILAR BİTMİYOR /// YENİ BİR SALDIRI DAHA /// TEPKİNİZİ GÖSTERİN ///


Twitter’da yeni bir hesap türedi.

@FeritBatu

Bu hesaptan ATA’mız için yeni bir iddia ortaya atıldı. Atatürk güya Hırka-i Şerif ve Peygamberimiz için bir mektup göndermiş ve bu iddiayı desteklemek için saçma sapan bir mektup alıntısını yayınlamışlar.

Sizden ricamız, bu hesabı önce takibe alıp daha sonra SPAM’lamak.

Ata’mıza dil uzatanlara tepkisiz kalmadığımız iyice anlaşılsın.

Yayınladıkları mektup müsveddesi aşağıda.

HESABIN GÖRÜNTÜSÜ

ATTIĞI TWEET

GENELKURMAY : TSK’ya saldirilar aslinda ulus devlete


TSK’YA yonelik gayet bilincli ve organize saldirilar artarak devam ediyor. Bir bolumu irkci-kafatasci Kurtculer ve diger yani da gayri milli Islamci gruplar tarafindan yonlendirilen saldirilarin ortak hedefinin milli devlet yapisi oldugu da gun gibi ortada. Bu iki gruba numaraci cumhuriyetciler canhiras destek veriyor.

Pek cogu eski ihtilalci Marksist kokenden olan bu numaracilar, belirli bir sosyal tabana dayanmamakla birlikte, basin ve televizyonlarda elde ettikleri konumlarini tam anlamiyla ordu ve milli devlet dusmanligina hasretmis bulunuyorlar. Bu uc grubun normalde ortak baglari ve hayat tarzlari pek de birbiriyle uyumlu degil. Tek ortak noktalari TSK dusmanligi.

Aslinda ulus devlete saldiriyorlar

TURK Ordusu’na yonelik hucumlarin sebebi Turk milli devleti. Turkiye’nin ulus devlet yapisi bu gruplari rahatsiz ediyor. Kendilerine Islamci diyen ama Islamcidan baska her seye benzeyen cemaat ve topluluklar butunuyle emperyalizmin masasi haline geldiler. Emperyalizm kuresellesme laflari arasinda ulus devletleri mumkun oldugunda tasfiye etmek istiyor; onlar da bu projeye kendi ic politika stratejileri geregi fazlasiyla taseronluk yapiyorlar.

Kuresellesmeyi kendi cikarlari dogrultusunda butun milli devletleri tasfiye etmek amaciyla kullanan emperyalist gucler, Turkiye buyuklugunde milli devletlerden pek hazzetmezler. Cunku milli-ulus devlet yapilari kuresellesmenin amaclariyla catisir; bir hukumet kuresellesmenin amaclari dogrultusunda hareket etse bile, bir sonraki itiraz edebilir. Ayrica Turkiye buyuklugunde milli devletler kuresellesmeye karsi cikarken etraflarina irili ufakli pek cok ulkeyi de toplayabilirler.

Dolayisiyla Turkiye buyuklugundeki milli devletlere demokrasi laflariyla saldirilar olur. Ama bu saldirilara kendisine Islamci diyen grup ve cemaatlerin emperyalist ulkelerin amaclari bu kadar belirgin hale geldigi bir ortamda destek verebilmesi Islam dunyasi icerisinde ilk oluyor. Bu yuzden bu gruplara ‘ilimli Islam’ degil bagimli Islam demek lazimdir. Cunku bu tarz bir Islami anlayis Amerika-Israil hattinda pisirilmis ve kivama getirilmis melez ve gayri milli bir anlayisa dayanir.

Irkci-kafatasci Kurtculer de ayni amaca hizmet ediyor

BU uclu gruptan dogrudan kendi stratejik amaclarina hizmet edeni belki de siyasi Kurtculer. Gerek Barzani-Talabani ikilisi gerekse Turkiye’nin bas belasi PKK emperyalizmin piyonlari olarak hareket ediyorlar. Barzani-Talabani ikilisi butun bolge ulkeleriyle ve vaktiyle Sovyetler Birligi ile isbirliginden bir sey elde edemedikleri icin, Saddam Huseyin’in Kuveyt’ten cikarildigi 1991 yilindan bu yana Amerika’nin ajanlari haline geldiler.

Amerika ve Israil Ortadogu’daki ulkelerin haritalarini degistirmek isterken en buyuk parsayi kendilerinin kapacagini dusunen bu netameli kisilikler Washington ile stratejik muttefik iliskileri icine girdiler. Onlarin bu iliskileri devam edecek; cunku etmek zorunda. Bu iliskinin sonunda Barzani-Talabani Dimyat’a pirince giderken bolgedeki herkesi kaybedecek gibi gorunuyorlar.

PKK ise Barzani-Talabani hareketinin ve Amerika’nin kirli bir uzantisi oldu. Barzani Kerkuk sehrine el koyarken Turkiye’yi mesgul etme gorevini ustlenmis durumdaki PKK’nin bir kanadi da PJAK adiyla Iran’la ugrasiyor. Barzani’nin ve Turkce yayin yapan gazete ve televizyonlardaki Barzanicilerin her firsatta TSK’ya saldirmalari bosuna degil; cunku onlar kurmak istedikleri Buyuk Kurdistan’in onundeki engelin TSK oldugunu gayet iyi biliyorlar.

Ikinci Cumhuriyetciler

1960’LAR ve 70’lerde siki solculuk hatta komunistlik yapan Ikinci Cumhuriyetciler, ordu ve ulus devlet dusmani her grupla isbirligi yaptilar. Simdilerde de bu iki grubun arkasina takilmis durumdalar. Onlara verdikleri destegin hangi noktaya kadar gidebilecegi konusunda kafalari en iyimser ifadelerle karisik. Muhtemelen bu gruplarla yaptiklari kader birligi onlari sonuna kadar goturecek.

Ikinci Cumhuriyetciler Marksist kokenden geldikleri icin cok kolay fasizme kayabiliyorlar. Kendilerini elestiren yazarlarin gazetelerden atilmasini istemekten, kendilerinin calip kendilerinin soyledikleri programlari demokrasi diye yutturmaya kalkismaya kadar bir dizi fasizan eylemin icinde olduklari acik.

Ortak payda ulus devlet dusmanligi

BU gruplarin hepsi demokrasi savunuculugu yapar. Aslinda hic birisi demokrat degildir. Cemaatlerde demokrasi aramak komik olur. Kurtculerin demokrasi anlayislarinin ne oldugunu Barzani yonetiminde gayet iyi gorebiliyoruz. Ikinci Cumhuriyetciler ise hayatlarinin hemen hemen hicbir doneminde demokrasiyi Batili anlamda idrak edemediler. Yokedilmesi icin ugras verdikleri ulus devlet ortadan kalksa ne demokrasi kalir ne de baska bir sey.

TSK’nin varlik sebebinin milli-ulus devlet olmasi bu gruplarin saldirilarinin gerekcesini olusturuyor. Aslinda stratejik acidan bakildiginda hareket tarzlari yanlis da degil. Eger orduyu cokertebilirlerse, hem ulus devleti ortadan kaldirirlar hem Turkiye’yi kolayca bolerler hem de istedikleri rejimi kurabilirler. Ama yanlislari, TSK’yi ortadan kaldirabileceklerini zannetmeleri…

http://www.tercuman.com.tr/v1/yazaryazi.asp?id=112

/// DUYURU /// YOBAZLAR VE İŞBİRLİKÇİ MEDYA AKUT BAŞKANI KEMALİS T NASUH MAHRUKİ’YE SALDIRIYOR /// TEPKİNİ GÖSTER ///


Değerli Kemalistler ve Değerli Üyelerimiz,
Everest’e tırmanan medarı iftiharımız ilk Türk ve Müslüman dağcı ve AKUT BAŞKANI Nasuh Mahruki’ye saldırılar arttı. Genel Kurmay’ın Komuta kademesinİ Ata’mıza şikayet ettiği mektubunun basında yer almasından sonra bazı yobazlar ve onların işbirlikçisi yandaş medya Nasuh beyi “darbe taraftarı” olmakla ve diğer bir sürü mesnetsiz iddia ile karalamaya çalışıyorlar. Nasuh beyin “ERMENİ” olduğunu bile iddia edecek kadar şaşırmış durumdalar.
Biz gerçek Kemalistler Nasuh beye sahip çıkarak onun sahipsiz ve arkasız olmadığını gösterelim.
Aşağıda Nasuh beyin bu iddialar üzerine kendi açıklaması yer alıyor.
Lütfen twitter ve facebook adreslerinizde hem Ata’ya gönderdiği şikayet mektubunu (Ek’te bulabilirsiniz) hem de aşağıdaki açıklamalarını yayınlayınız.
Biz bizden olanlara zamanında sahip çıkmaz isek gün gelir bize de kimse sahip çıkmaz.
Nasuh beye destek olmak ve mesaj atmak isterseniz nasuh (@) nasuhmahruki (.) com adresine e-posta atabilirsiniz.
ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU
www.ozel-buro-istihbarat.com

Milliyetim ve Dinim üzerine son kez…

Sevgili Dostlar,

10 Kasım’da ATA’ma Mektup olarak yazdığım yazıdaki, Genel Kurmay’ın Komuta kademesinin, kendi personelini bile korumaktan aciz olduğuna ve tarihsel sorumluluklarını yerine getiremediğine vurgu yaptığım, kısmen de olsa yanlış anlamaya müsait olduğunu kabul ettiğim bir ifadeden dolayı hakkımda oluşan darbeci algısı neticesinde, dinci – bölücü takımının sosyal medya silahşörlerinin fantastik yalanlarıyla dolu bir karalama kampanyası başlatıldı hakkımda. Aşağıdaki bağlantıda, yazdıkları hayalleri zorlayacak adice yalanlara inanan ve altına saçma sapan yorumlar yazan, hakaretler eden kandırılmış, aldatılmış yurttaşlara bu açıklamayı yapmak zorundayım… Dilerim okurlar…

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=606738969387439&set=a.150071245054216.31624.150050178389656&type=1&theater

İzzet Akar efendi buyurmuş;

Izzet Akar Darbe Heveslisi Asker postalını yalayıp darbe yapmadığı için Ergenekoncu Komutanlara sitem eden ve Atatürk’e bu durumu şikayet için mektup yazan,
Ermeni karakolunu basıp 45 Ermeni Subay ve Askerini öldürdükten sonra çarpışarak şehit düşen Azeri Kardeşimiz Mübariz İbrahimov’a Kişisel sayfasında ağza alınmayacak küfür ve hakaretler eden, Her seferinde AKP Faşizmine ! karşı direniş çağrısı yapan ; buna mukabil Darbe heveslisi parti mensupları ile kol kola gezen,
Ermenilerin Karabağ Katliamı her yıl döneminde Ermeni Kilisesinde kutlayan, Hergün müslümanlara saldıran Aydınlık adlı karanlık paçavrada yazılar yazan büyük yazar dün ermenistandaki TÜRK bayrağını törenle yakan ermeniler hakkındada birkaç yazı yazarmısınız ama biliyorumki yazamazssınız çünkü işinize gelmez dimi sayın çakma TÜRK nasuh mahruki..

Atatürk’e şikayet için mektup yazmış olmamdan başka içindeki her cümlenin yalan olduğu bir paragraf. Olay bu kadar saçma sapan bir yere gelince, mecburen soyum ve ailem hakkında size tekrar bir takım bilgiler vermek zorundayım. İzzet Akar efendinin elinde bir takım yazılar varmış, biri bu, çok beğenmiş herhalde bunları, benim Facebook sayfamdaki başlıkların hepsinin altına bu yazıları yerleştiriyor bugünlerde. Bu kadar mesai gerektiren bir iş bedavaya yapılmaz, görmeniz lazım.

Her şeyden önce, Ermeni ve Yahudi olmadığımı, Türk ve Müslüman olduğumu söylemek istiyorum. Ne garip, 2013 yılında; "yahu ben Türk’üm, ben de Müslümanım" diyorum, karşımdaki cahil ordusu; "hayır ulan, sen Ermeni’sin, sen Yahudisin, diyor. İyice havaya girenler Ermeni Yahudisi, diyor, üstüne üstlük yukarıda okuduğunuz akıllara zarar şeyleri de yaptığımı söylüyorlar, söyleyen namussuzlara inanıyorlar, utanır İnsan. Yalan söylenir ama bu kadarı söylenmez, yalana inanılır ama bu kadar kuyruklusuna inanmak için gerçekten zır cahil ya da zeka özürlü olmak gerekir. Kadere bakın ki, 1999’dan bu yana Türk olduğumu anlatmaya çalışıyorum kendi ülkemde. Bana inanmıyorsunuz, bu inanılması zor yalanlara inanıyorsunuz. Size bir bu yüzden hakkımı helal etmeyeceğim…

Anlayamadığım şey şu; 20 yıldır adımı güzel işlerle duyuruyorum bu ülkede. Dağcılıkta, motosiklette, arama kurtarmada, Camel Trophy’de, yazarlıkta, fotoğrafçılıkta, kişisel gelişimde, çeşitli disiplinlerde dünya kadar başarı elde ettim, en ve ilk işler yaptım, riskli ve tehlikeli projelere imza attım, Türkiye’yi, Türk Milletini bütün dünyada başarıyla temsil ettim. İlk kitabım olan Bir Dağcının Güncesi’ndeki İlk 7.000’lik tırmanışımın üzerinden 21 yıl geçti, hala Türkiye’den tekrarı yapılmayan, Kar Leoparı unvanını aldığımın üzerinden 19 yıl, Everest’e tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk müslüman dağcı olduğumun üzerinden 18 yıl, AKUT’u kuralı 17 yıl, 17 Ağustos 1999 Depremi’nde herkesin gönlünü fethetmeyi başardığımız günlerden beri de 14 yıl geçti, bu toplumun gözünde hep başarılarla ve olumlu işlerle yer aldım. Buna rağmen nasıl oluyor da, bir takım namussuzlar bana Ermeni diyerek, yukarıda okuduğunuz iğrenç, sapık hikayeyi yakıştırıyor ve bir cahil kitleye de bunu inandırabiliyor. Bu cehalet çok fena bir şey, bunlara kızmadan, sabırla anlatmamız lazım eğriyi, doğruyu.

Benim adım Ali Nasuh Mahruki. Nasuh, Arapça nush kökünden gelir, nasihat eden, öğüt veren demektir. Saf ve temiz anlamı da vardır, bir de Nasuh tövbesi olarak Kuran’da Tahrim Suresi 8. ayette geçer. Ayrıca Mevlana’nın Mesnevi’sinde de Nasuh Tövbesi’nin hoş bir hikayesi vardır. Benim müslüman olmadığımı söyleyen cahiller, çok müslümandırlar ama Nasuh’un Kuran’da geçen bir isim olduğunu bile bilmezler. Hadi Kuran’dakini bilmiyorsunuz, Muhteşem Yüzyıl’daki Matrakçı Nasuh da mı size bir çağrışım yaptırmıyor? Sık rastlanan bir isim olmasa da, Nasuh ve Nasuhi olarak zaman zaman duyarız bu ismi. Gazeteci, televizyoncu, sporcu, işadamı, Vali, vs bir çok kişi var bu isimde ülkemizde. Arapçadan gelmiştir, dilimize yerleşmiştir ve artık Türk ismidir, Türktür.

Tahrim Suresi 8. ayeti de özellikle sizle paylaşmak istiyorum;

Ey iman etmiş kimseler! Nasuh [saf, katışıksız; samimi] bir tövbe ile Allah’a tövbe edin. Umulur ki Rabbiniz, peygamber’i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, nurlarının önlerinde ve sağlarında koşacağı, "Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye güç yetirensin" diyecekleri günde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.

Mahruki, hark kökünden gelir o da Arapçadır. Ateşte yanmış anlamına gelir. Hikayesini zaten daha önce de yazmıştım, bir daha koymuyorum buraya uzatmamak için. Özetle, büyükbabamın büyükbabasının babası, Nasuhzade Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın 1822 yılında, İngiliz kışkırtmasıyla Rumların, Osmanlı’ya karşı ilk büyük isyanı olan Sakız İsyanı’nı bastırdıktan sonra, beklenmedik bir saldırıyla, küçük bir isyancı grubu tarafından Osmanlı’nın Amiral Gemisi’nin yakılması ve gemisini kurtarmaya çalışırken de şehit düşmesi neticesinde, aile lakabımız bundan sonra bu şerefli – elim olayın hatırasına Mahrukizade oluyor. Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın mezarı Sakız Adası’ndaki Kaledeki şehitliktedir. Sultan 2. Mahmut zamanında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Deniz Kuvvetleri Komutanı Nasuhzade Kaptan-ı Derya Ali Paşa hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, aşağıdaki bağlantıları kullanabilirsiniz. Ölümünden sonra mezartaşına yazılan kitabeyi okumanızı şiddetle tavsiye ederim…

Tarihsel bilgi; 1822 yılında benim büyük büyük büyük dedemin bastırdığı ama şehit olduğu Sakız İsyanı’ndan 7 yıl sonraki Mora İsyanı’nı Osmanlı bastıramaz ve Yunanistan 1829 yılında bağımsızlığına kavuşur…

http://nasuhmahruki.com/index.php?option=com_content&view=category&layout=blog&id=308&Itemid=387

Sizle bir belge daha paylaşacağım. Bugüne dek sadece web sayfama koymuştum ve ondan prim yapıyor durumuna düşmemek için de hiç kullanmamıştım ama sırası gelmiş demek ki; Ailemiz Seyyid’lerdendir. Nasuh’un Kuran’da geçen bir isim olduğunu bilmeyen cahiller, umarım Seyyid’in ne olduğunu bilirler. Hayatınızda kaç tane Ermeni ya da Yahudi Seyyid gördünüz, sorun vicdanınıza…

Büyükbabamın büyükbabasının babası, Mahrukizade Eşref Cafer beyin Nakibüleşraflıktan aldığı, ailemizin Seyyidler defterindeki kayıdının orijinalini aşağıdaki bağlantıdan görebilirsiniz;

http://nasuhmahruki.com/images/stories/buyukbabaminbabasi/EsrefCaferBey5.jpg

Bu da bu belgenin günümüz Türkçesine çevirisi;

http://nasuhmahruki.com/images/stories/buyukbabaminbabasi/EsrefCaferBey6.jpg

Türk ve müslümanlık meselesini artık hallettiysek İnşallah, şimdi de bunların neden yapıldığını konuşalım isterseniz. 17 Ağustos 1999 Depremi’nde, kurucularından biri ve başkanı olduğum AKUT, Devlet’in, vatandaşının yardımına koşmakta zaafiyete düştüğü ilk günlerde, hem 220 yurttaşımızı enkazların altından çekip almayı başarmıştı hem de ilk günlerdeki kaosta, bölgedeki yardım dağıtımı çalışmalarını yöneterek büyük bir boşluğu doldurmuştu. Herkesin hazırlıksız yakalandığı bu depremde gösterdiği üstün yararlılıklar nedeniyle de, tüm Türkiye’nin sevgilisi olmuş ve Türkiye’nin en güvenilir kurumu seçilmişti. O güne kadar dağcılıktaki başarılarımla sorunsuz giden hayatım, bir anda türlü türlü iftiralarla ve karalama kampanyalarıyla altüst olmaya başladı. Birileri, toplumun herşeye güvenini yitirdiği bir süreçte, herkesin bu kadar güvenini, sevgisini ve saygısını kazanan AKUT’tan ve başkanı olarak da benden fena halde rahatsız olmuştu. Şahsıma ve AKUT’a, 1999 Depremlerinden bu yana, yani Türkiye’nin en güvenilir kurumu seçildiğimizden bu yana saldıran bir kitle var Türkiye’de. Bunlar, mevcut statükodan beslenen, köşebaşlarını tutmuş, statükonun zayıf noktalarını bildiği için değişmesini istemeyen ve gelecekte statükoyu tehdit edebilecek, yani değişimi ve daha iyiye dönüşümü getirebilecek her şeye, her yeniliğe, her düşünceye, her kişiye karşı büyük bir hınçla saldıran, cahil ama kurnaz ve bir o kadar da edepsiz ve namussuz bir kitle. Bunun hikayesini ve detaylarını, VATAN LAFLA DEĞİL EYLEMLE SEVİLİR adını verdiğim kitabımın, Karşılaştığımız Zorluklar bölümünde, aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz. Bir tek şey söyleyeyim, sadece köşe başını tutan çapsızlar değişti, geri kalan herşey aynı, ancak şimdi, daha hoyrat ve daha uzlaşmazlar. Korku kültürüyle çok kuralsız yürüdüğü için de, şimdiki dönem daha zor…

http://nasuhmahruki.com/images/stories/pdf/kitap/03_Bolum2011.pdf

O günden bugüne dek, Atatürk düşmanı ne kadar cahil ve kandırılmış, ne kadar namussuz ve fırsatçı varsa bu ülkede, benimle de, başında olduğum sivil toplum örgütüyle de aynı çerçevede uğraşmıştır, uğraşmaya çalışmıştır.

Bana Ermeni diyerek hakaret ettiğini düşünen herkesten, bir daha kimseye bu şekilde haksızlık yapmayacağım diye bir Nasuh tövbesi bekliyorum. Hem bir büyük günahınızı bağışlatmış olursunuz, ben de hakkımı helal ederim hem de benim adımın nereden geldiğini bir daha unutmazsınız.

Son olarak, daha da Türk ve Müslüman olduğuma inanmayan varsa, gelsin sünnetimi göstereceğim…

Sevgilerimle,

Ali Nasuh Mahruki
Sorumlu Yurttaş

PS. Bu ve benzeri şekilde, çeşitli ortamlarda yapmak zorunda kaldığım bu açıklamalar için, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımızdan huzurlarınızda bir kez daha özür diliyorum ve tüm bu garip yazışmalar için beni yanlış anlamamalarını umuyorum. Benim için önemli olan herşeyden önce insan olmaktır. Ben insanları diline, dinine, mezhebine, etnisitesine, boyuna posuna, şusuna busuna bakarak değerlendirmem. İnsanları, içinde bulundukları topluma, ülkeye, gezegene, diğerlerine kattıkları fayda ve zarar ekseninde değerlendiririm. Türklüğümü bu kadar savunmamın sebebi, tarihini ve yetiştirdiği büyük adamları bildiğim ve bir parçası olmaktan gurur duyduğum için, tarihin akışını değiştirmeyi defalarca başarmış bu asil ve güçlü millete özel bir bağlılık duyuyorum ve bunu paylaşmaktan da gurur duyuyorum, kendimi daha güçlü hissediyorum. Eğer Ermeni, Bolivyalı, Endonezyalı, Bask veya Kore’li veya başka bir milletten olsaydım, eminim o zaman da kabiliyetlerimi o milletler için seferber eder, onların tarihte bıraktıkları güzel izlerden kendime pay çıkarır ve o milletlerin bir parçası olmaktan gurur duyardım. İnsan kökleriyle her zaman barışık olmalı.

NASUH MAHRUKİ’nin ATATÜRK’e mektubu.pdf

İRAN DOSYASI : HUSİ ÖRGÜTÜ TANKLAR, TOPLAR VE AĞIR SİLAHLARLA SALDIRIYOR


İRAN ANALİZ / Yüzlerce insanın öldürüldüğü ve yaralandığı Yemen’in kuzeyindeki Demmac bölgesine yönelik İran destekli Şii Husi örgütü militanlarının saldırısı sürüyor. Aralarında tankların da bulunduğu füzeler, ağır toplar ve silahlarla gerçekleştirilen saldırının geniş bir alanı kapsadığı, yerli aşiretlere yönelik saldırı ve tacizlerin yanı sıra tehcir ve tutuklamaların da artarak devam ettiği bildiriliyor. Tanklar, Hummer zırhlı araçları ve ağır makinali silahlarla saldıran Husilere, İranlı ve Hizbullah uzmanları da destek veriyor.

Arabulucuların Husi terörünün durması yönündeki çalışmalarının ise fayda vermediği, saldırıların eskisinden daha fazla şiddetlenerek devam ettiğini kaydetti kaynaklar. Sahadaki silahlı saldırıların durması yönündeki aşiret ileri gelenleri, alimler ve önde gelen şahsiyetlerin arabulucuk teklifini reddeden Şii Husi örgütünün siyasi olarak da uzlaşma tekliflerini dinlemediği, Demmac’a yönelik saldırılarını sürdürdüğü kaydedildi.

Geçtiğimiz hafta da devam eden saldırıların 30 Ekim tarihinde başladığını belirten yerel kaynaklar, Husi militanlarının ağır silahlar kullandığını, öğle namazı esnasında hedef aldıkları bir camide altısı cemaatten olmak üzere 20 sivili öldürdüğünü belirtti. el-Masdar Online’a konuşan görgü tanıklarının bildirdiğine göre Husi militanların gerek Yemen ordusuna ait resmi askeri üniformalar gerekse özel kuvvetlere ait üniformalar ile savaşıyor.

Öte yandan Maarib Press adlı kaynak ise Cuma günü Demmac bölgesinde Dehfeş bölgesindeki İç Güvenlik Karargahı tarafından bombardımanın yapıldığı ve zırhlı araçların bölgede yayıldığını yazdı.

Yemen haber kaynakları geçtiğimiz Cumartesi gününden bu yana şiddetini artıran Husi Şii örgütünün kullandığı silahlarla ilgili görgü tanıklarında aldığı şu bilgileri paylaştı:

1- 3 adet tank

2- 3 adet 85 mm. uzun menzilli top

3- 6 adet 210 mm havan topu

3- 8 adet B-10 tipi bombaatar

4- 4 adet 37 mm makinali

5- 3 adet 23 mm makinalı

6- 3 adet Amerikan zırhlı Hummer aracı

7- 3 zırhlı araç

8- 2 BMP tipi zırhlı araç

Bunların yanı sıra: Katyuşa füzeatar bataryaları, Folcan beş makinali silah, 14.7 mm makinalı silah, 82 mm sayısı bilinmeyen havan topları ve silahların Şii Husi militanlarınca kullanıldığı ifade edildi.

Suudi Ukaz Gazetesi ise Demmac bölgesine yönelik Husi saldırılarının planlanması noktasında Lübnanlı radikal Caferi Hizbullah militanlarından uzmanların da deniz yoluyla Saade bölgesine ulaştığını yazdı. Gazetenin yerel aşiretlere dayandırdığını iddia ettiği habere göre Husilere teknik destek veren İranlı uzmanlar da bölgede varlığını sürdürüyor.

YANDAŞ MEDYADAN CHP MİLLETVEKİLİ ŞAFAK PAVEY’E SALDIRI


"Kibirden küfelik olmak" deyimi bana ait değil. CHP milletvekili Şafak Pavey’in, 4 kadın milletvekilinin meclise başörtü takarak gelmelerinin ardından yaptığı konuşmada geçiyor. Konuşmasının tamamını okuyunca, kendi kullandığı bu deyimin aslında en çok kendisine yakıştığını düşünüyor insan. Söylediği her bir cümlenin altını kazıdığınızda ortaya saçılanlar bir yana, Ecevit’in yıllar önce Merve Kavakçı’ya yönelik "Bu hanıma haddini bildiriniz" çıkışının biraz daha inceltilmiş hâli, nedense, anlaşılmaz bir şekilde, CHP’nin makul bir çizgiye geldiğinin işareti oluveriyor.

Nedir tercih edilen? "Bu hanıma haddini bildiriniz" nobranlığı yerine on dakikalık konuşmaya yayılmış, bütün başörtülü kadınlara ve hatta kadınlara haddini bildiren ve ne yapmaları, bundan sonra nasıl davranmaları gerektiğini dikte eden kibir mi? Ecevit’in sözleri ile Şafak Pavey’in konuşması aynı zihniyetin ürünüdür ve CHP’nin statükonun değişmesi korkusunun ifadesidir.

Her şey yasak başörtüsü mü serbest?

Pavey konuşmasına şöyle başlıyor:

Alıntı:

"Size bu konuşmayı; her şeyin yasak olduğu genel kurulda yapıyorum… Ortalama yaşın 50 olduğu bir mecliste su içmenin dahi yasak olduğu bir genel kurulda çalışıyoruz. Yaşlı haklarının, hasta haklarının bile düşünülmediği bir genel kuruldan söz ediyorum".

Böyle başlayan bir konuşmanın özgürlük talebiyle devam etmesini beklemek olasıdır değil mi? Ama öyle olmuyor. Pavey, paragrafın sonunda

Alıntı:

"Ve artık AKP’nin başı açık vitrin vekillerinin; emanet oyları, gerçek sahibelerine geri verme zamanının gelip çattığını düşünüyorum. AKP’yi iktidara taşımış asıl kadınlarının meclis koltuklarını almalarının hakları olduğuna inanıyorum"

derken aslında "her şeyin yasak olduğu mecliste bir tek başörtüsü serbest" demeye getiriyor. Aslında başörtüsünü, yasak olduğunu ifade ettiği, dolayısıyla serbest olmaları için mücadele edilmesi gerektiğini düşündüğü alanlar arasında görmüyor. Yoksa cümlesini şöyle kurması gerekirdi: "Başörtülü kadınlar ve onlarla birlikte mücadele edenlerin çabaları sonucunda bugün mecliste bir yasaktan kurtulduk. Şimdi sıra kadınların pantolon giymesinin serbest olduğu, yaşlı ve sakat haklarının dikkate alındığı bir meclis yaratmaktır".

Ama öyle demiyor Pavey!

Aklı sıra siyasetçi kurnazlığına sığınıp, daha konuşmasının başında başörtülü kadınlara hadlerini bildirircesine parmağını sallıyor, "bakın herkes ne kadar mağdur ama bir tek siz değilsiniz, ayrıcalıklısınız" demeye getiriyor.

Başörtüsü ve özgürlük

Zaten öyle demediğini konuşmasının ilerleyen bölümlerinde, "aman özgürlükçü imajıma bir zarar gelmesin" kaygısıyla edilmiş birkaç cümlenin ardından başörtüsü hakkında sarfettiği sözlerden görüyoruz. Pavey, çok bilmiş ifadesiyle,

Alıntı:

"Türbanla özgürlük ilişkisi bıçak sırtı gibidir. Bir yandan inanç özgürlüğünü temsil eder, öte yandan inanç baskısını. Birçok kadın inanarak örtünürken, birçok kız kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatılırlar… Sosyal özgürlük alanlarımız, geleceğimizden çalınarak, birer birer imha ediliyor. Beş yaşında örtülen, on beş yaşında evlendirilen kızlarımıza bakalım. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hali üstünden, berbat bir şekilde değişiyor. Biz kültür olarak hiç önemsemeyiz ama her özgürlük aynı zamanda büyük bir sorumluluktur…"

diyor.

Böyle diyerek, 90 yıllık resmi zihniyetin yaptığı gibi Cumhuriyet’in makbul vatandaş tarifini kadınlar üzerinden bize bir kez daha hatırlatıyor. Yıllardır beş yaşındaki çocukların varlığını Türk varlığına sorgusuz sualsiz armağan ettiren zihniyet, birden özgürlük savaşçısı kesiliyor. Nedense, kadının başörtüsü takması sosyal özgürlük alanının elinden çalınması anlamına gelirken, başörtüsü taktığı için kadınları okullara, iş yerlerine, meclise almayan zihniyetin kadınların hangi alanlarını elinden aldığını hiç sorgulanmıyor. Başörtüsü takmak özgürlük alanımızın ihlali olurken, başörtüsü takan kadınların okuyamaması hangi özgürlüğe sığıyor bilemiyoruz.

Üstelik bunu derken, sadece bugün meclise gelen 4 başörtülü kadın vekile saygısızlık etmekle kalmıyor, başörtülü kadınların yıllardır kendilerine yönelik her tür aşağılama ve yok saymaya karşı verdikleri mücadeleyi de görmezden geliyor, küçümsüyor. İç tüzük değişikliği yapılmadan kadın vekillerin başörtüsüyle meclise girmiş olmasını bir kazanım olarak görmüyor ve her şeyi olduğu gibi özgürlük mücadelesinin tanımlayıcısı olarak kendisini gördüğü için "ben iç tüzük değişmeden pantolonla meclise girmem" diyor. Kibri, statükonun değişmesi korkusu yüzünden kör olmuş gözleri, özgürlüklerin kanunla, tüzükle değil, mücadele ederek kazanılacağını görmesini engelliyor. Siz hiç merak etmeyin sayın Pavey; başörtülü kadınları ikna odalarına sokup hayatının işkencesini yaşatan Nur Serter gibi parti üyeleriniz bugün nasıl başörtülü kadın milletvekillerine ses çıkarmadan tahammül etmek zorunda kalıyorsa, o mecliste, gün gelir tüzük de değişir. Yeter ki sizin gibi statüko bekçileri özgürlük mücadelesinin önüne çıkmasın, her kazanımın ardından haddini bildiren parmağını sallamasın.

Mustafa Kemal’e bitmeyen borç
Öyle ya, Mustafa Kemal’e, bu milletin yıllardır ödeye ödeye bitiremediği borcundan bahsetmeden olmaz. Kadınlar da bu borçtan nasibini alıyor tabii ki. Pavey gibiler hayatımızda olduğu sürece de bu borcu unutmamız ne mümkün. Şöyle diyor konuşmasında Pavey,

Alıntı:

"Kadın özgürlüklerinden asla korkmam. Söylemek isterim ki; özgür bir hayat çok yavaş kurulur ama çok hızlı yıkılır. Tam da bu nedenle, çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla, Çamlıca parkının kuytularında, sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum."

Böylece Pavey, başörtülü kadınlara bir kere daha haddini bildiriyor. Diyor ki, "bakın, okula gidememiş, çalışamamış, meclise başörtüsüyle girememiş, ikna odalarında işkence çekmiş ve hatta tutuklanmış olabilirsiniz. Bunların hiçbir önemi yok. Sevgilinizle öpüşüyorsunuz ya, işte bunu Mustafa Kemal’e borçlusunuz".

Yeri gelmişken söyleyeyim, konuşmanızda bahsettiğiniz Diyanet’i kuran bizzat Mustafa Kemal’in kendisidir sayın Pavey. Diyanet’in işlevi de, tam da başörtüsü takan kadınların müteşekkür olması gerektiğini düşündüğünüz cumhuriyetin tarif ettiği Sünni Türk makbul vatandaşı yaratmaktır. Bugüne kadar CHP, Diyanet’in lağvedilmesi gerektiğini söyledi de biz mi duymadık acaba?

Pavey’in başörtülü kadınlardan beklentileri ve kibrin doruk noktası

Pavey, konuşmasının başörtülü kadınlara hadlerini bildirircesine parmak sallayan bölümünü bitirdikten sonra geçiyor onlara ne yapmaları gerektiğini dikte etmeye. Diyor ki,

Alıntı:

"bakın biz size mecliste bile tahammül ediyoruz, o zaman, siz de şunları şunları yapmalısınız".

Bakalım nelermiş onlar? Pavey, başörtülü vekillerden Türkiye’nin kadın hakları konusunda neden dünyanın yüz yirmincisi olduğunu açıklamalarını bekliyormuş. Yetmiyor, islamofobik bir ifadeyle, 57 İslam ülkesindeki toplam kadın hakları ortalamasının, tek başına Birleşmiş Milletler’de bile yer alamayan Tayvan seviyesine erişemediğini açıklamalarını bekliyor. Bak sen! Bu da yetmiyor, geleceğin bütün sorumluluğunu başörtülü kadınların omuzlarına yüklüyor ve

Alıntı:

"Bundan böyle; mini etek giydiği için işten atılan, sol kulağı küpeli olduğu için dövülen, dekoltesi bakanın hoşuna gitmediği için linç edilen, oruç tutmadığı için öldürülen, Hıristiyan olduğunu gizlemek için isimlerini değiştirenlerin güvenlikleri, herkesten çok bu kadın vekillere emanettir. Artık, türbanı bir insan hakları ihlalinden, bir insan hakları kazanımına dönüştürmek, onların sorumluluğudur. İnanç özgürlüğünün en büyük güvencesi, geleceğimizi dini rehberlikle kontrol etmek değil, kusursuz bir sekülerizmdir"

diyor.

İnsanın dönüp, "Sen kim oluyorsun da başka hak mücadelelerini bir hak mücadelesinin ön koşulu hâline getiriyorsun? Senin partin andımızın kaldırılmasına bile karşı çıkarken, başörtülü kadınları Hristiyan olduğunu gizlemek için isimlerini değiştirenlerden sorumlu tutmak sana mı kaldı?" diyesi geliyor.

Pavey, meclise gelmeden önce başörtülü vekillerin konuşmalarını taramış ve başkalarının özgürlükleri hakkında tek bir kelime bulamamış. Bu milletvekilleri azınlık okulları hakkında tek kelime etmemişler. Pavey azınlık okullarıyla bu kadar ilgileniyorsa, hepimizi müteşekkür olmaya çağırdığı Mustafa Kemal’in ve onun cumhuriyetinin yaptıklarına baksın önce. Ayşe Hür, 22 Ocak 2012 tarihinde Taraf’ta yayınlanan yazısında anlatıyor;

Alıntı:

"3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu uyarınca 40 kadar Fransız ve İtalyan okulu kapatıldıktan sonra sıra azınlık okullarının binalarının onarımında, genişletilmelerinde, yeni binalar yapmalarında kısıtlamalara geldi. Okul programları ve sınavlar MEB tarafından denetlenmeye başladı"

. Ya da acaba Şafak Pavey, 1946’da, CHP’nin 9. Bürosu tarafından yayımlanan ve "İstanbul’da özellikle Rumlara karşı ciddi tedbirler almalıyız. Bu anlamda söylenecek tek bir cümle var: İstanbul’un fethinin 500. yıldönümüne kadar bu şehirde tek bir Rum bile kalmamalıdır" denilen "Azınlık Raporu" hakkında bugüne kadar tek kelime etmiş midir ki, başkalarına ne söylemeleri gerektiğini dikte edecek cüreti kendisinde buluyor? Bu örnekleri maalesef daha sayfalarca çoğaltabileceğimizi ve hepsinin de kendi partisinin tarihine ait olduğunu çok iyi biliyor.

İstiklal Mahkemeleri’ni kuran, Kürtlere asimilasyon politikalarının dolayısıyla binlerce insanın canına mal olan bu savaşın sorumlusu olan, azınlıkları Türkleştirmek için Varlık Vergisi’nden tutun da Musevilerin ülkeye girişini yasaklayan, ticari yazışmalarda Türkçe kullanılmasını mecbur kılıp binlerce azınlık mensubunun işsiz kalmasına neden olan kendi partisinin geleneği değilmiş gibi, AKP’nin gelmiş geçmiş en otoriter hükümet olduğunu iddia ediyor ve mücadeleyle kazanılmış bir hakkı iç tüzük değişikliğine hapsetmeye çalışıyor.

Kendisine son olarak iki çift lafımız olsun: Peki sayın Pavey, siz CHP’nin statükotucu zihniyetinden çıkmamaya, değişimden korkuyor olmanızı 90 yıldır anlatılan yalanları hâlâ tekrarlayarak gizlemeye kararlısınız. Siz bilirsiniz. Ama en azından başörtülü kadınların, Merve Kavakçı’nın o meclis çatısından yaka paça, hakaretler içerisinde atıldığı günden ve hatta daha öncesinden beri verdiği ve kazandığı mücadeleye saygı duymak zorundasınız. Diğer özgürlükler içinse sizin endişelenmenize gerek yok; özgürlüklerin garantisi sahte demokratlık kisvesi altında statüko savunuculuğu yapmak değil, kazanımların üzerinden yükselen bir mücadeledir. Diğer türlüsünü kimseye yutturamazsınız. Zaten sadece şimdi değil, 90 yıldır yutturamadınız.

Arife Köse

İRAN DOSYASI : YEMEN’İN KUZEYİNDEKİ DEMMAC’A HUSİ TERÖRİSTLERİNİN AĞIR SALDIRISI


İRAN ANALİZ / Yemen’in kuzeyindeki Demmac bölgesinde İran destekli Husi militanlarının gerçekleştirdiği ağır bombardıman ve saldırıların sürdüğü, yerel teşkilatların yaralıları tedavi için bölge dışına çıkartmalarına izin vermedikleri kaydedildi. Uluslararası Kızılhaç örgütünün kritik durumda olan 23 yaralıyı bölgeden çıkardığı bilgisi paylaşıldı.

Tanklar, füzeler, havan topları ve ağır silahlar kullanan Şii Husi militanlarının bölgeye giriş ve çıkışları kapattığı, Yemen ordusunun da olayları seyretmekle yetindiğini yazan kaynaklar, anlaşmanın sağlanması için arabuculuk girişiminde bulunan tarafların Husiler tarafından kabul edilmediğini nakletti. İşlenen katliamlar ve ağır bombardımanın görüntülerinin çekilmemesi için medya kuruluşlarının da bölgeye girişinin engellendiği bildirildi.

News Yemen adlı kaynağa konuşan Selefiler ise rafizi Husilerin Demmac bölgesindeki masum Sünnileri katlettiğini, ağır saldırılarda tankları, havan toplarını, füzeler ve roketarları kullandığını söyledi. Uçaksavarlar dahil tüm ağır silahların kullanıldığı böylesi bir saldırının şiddetini artırdığına işaret eden kaynaklar, Husi teröristlerinin uluslararası Kızılhaç teşkilatının yaralılara yardım etme isteğini şartlı olarak yerine getirdiğini, sadece beş aracın girmesine izin verdiklerini belirtti.

Kızılhaç heyetinin gözleri önünde bir öğrenciyi Husi keskin nişancının öldürdüğü bilgisini paylaşan kaynak, bu heyetin gitmesinden sonra ağır bombardımanın devam ettiğini sözlerine ekledi. Camilerin ve sivil halkın evlerinin hedef alındığını söyleyen kaynak, katliamların durdurulması için harekete geçilmesi çağrısında bulundu.

Öte yandan Yemen’in önde gelen aşiretlerinden el-Ahmer kabilesi liderlerinden, Milli Dayanışma Partisi Başkanı Şeyh Hüseyin el-Ahmer de yaşanan katliamları ve saldırıları şiddetle kınadı. Sada şehrindeki Demmac ilçesindeki halkla dayanışma içinde olduklarını dile getiren el-Ahmer şunları söyledi: ‘’Belki birçoğunuz Sada’daki Demmac bölgesinin merkezinde neler yaşandığını bilmiyor. Rafizi Husiler, Yemen toprağında Allah’ın kitabını ve Resulunun Sünnetini öğrenen Selefi kardeşlerimize saldırmakta, ağır ve orta silahlarla evleri vurmaktadırlar. Yemen halkının tamamına Yahudi Abdullah bin Sebe’nin torunlarınca kuşatma altında bulunan ve saldırıya uğrayan kardeşleriyle dayanışmaya çağırıyoruz.’’

Konuşmasının sonunda el-Ahmer, Yemen halkının akidelerinin ve dinlerinin zaferi için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını, rafizi Husilerin yaptıklarına karşı elleri boş oturup durmayacaklarını kaydetti.

İran destekli Husi örgütü daha çok Yemen’in kuzeyindeki Saada bölgesinde bulunuyor. Hitap ettiği kitle arasında Zeydiler bulunmakla birlikte, lider kadrosu ve fikir babalarının 12 İmamcı (Caferi Şia) anlayışı savunduğu, İran ve Şii mercilerin desteğini alarak, toplumda Şiileştirme faaliyetlerinin yanı sıra, silahlı kanadı aracılığıyla da terör eylemleri ile bağımsız bir yapı kurma yönünde yoğun çalışmalar yürüttüğü biliniyor.

TERÖR /// KCK : Saldırıların arkasında AKP ve Yeşil Ergenekon var


KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, Batman’da bir kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıya sert tepki göstererek, "Bu saldırıların arkasında AKP ve yeşil Ergenekon’un varlığı görülmelidir" açıklamasında bulundu…

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, Batman’da bir kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıya sert tepki göstererek, "Bu saldırıların arkasında AKP ve yeşil Ergenekon’un varlığı görülmelidir" dedi. Halkı saldırıların üzerine gitmeye çağıran KCK, özellikle caydırıcılık için öz savunmanın "kurumsallaştırılmasını" istedi.

ANF’de yer alan habere göre, 2 Kasım Cumartesi günü Batman’da bir düğün evine yapılan saldırıya ilişkin yazılı açıklamada bulunan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, bu saldırının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Huda-Par Genel Başkanı ile yaptığı görüşmeden sonrasına denk geldiğine işaret etti. Saldırının tesadüf olmadığını savunan KCK, seçim dönemi ve sonrasında saldırıların daha da yaygınlaşabileceği uyarısında bulunarak, öz savunmanın geliştirilmesini istedi.

KCK’nin açıklaması şöyle: "Batman’da düğün evine saldıran provokatör kontralar bir genci katletmiş, birkaçını da yaralamıştır. Daha önce de Cizre’de Rojava’daki çetelerin bombalı saldırısında katledilen gencin taziyesine saldırılmış, birkaç genç yaralanmıştı.

Batman’daki bu cinayet, Başbakan’ın Huda-Par genel başkanıyla görüşmesinden sonra gerçekleşmesi dikkat çekicidir. Bu saldırıların silahlı çetelerin Rojava devrimine saldırdığı dönemde gerçekleşmesi kirli ilişki ve planların olduğunu da göstermektedir.

Türk devleti Kürtlerin Özgürlük Mücadelesini yükselttiği her dönemde kirli savaş ve kirli ilişkiler içine girmiştir. Rojava’da silahlı çetelerin Kürt halkına saldırması 1990’lı yıllarda Kürtlere karşı yürütülen kirli savaşın Suriye’de pratikleşmesidir. Cizre’de ve Batman’da yapılan saldırılar da Türk devletinin Özgürlük Mücadelesi karşısında zorlandığı dönemde gerçekleşmiştir. AKP hükümeti bu çevreleri bu saldırılara teşvik ederek Özgürlük Mücadelesi karşısında rahatlamak istemektedir. AKP, Özgürlük Mücadelesine karşı yürüttüğü savaşta şimdi bu kirli yöntemleri deneme kararı almıştır. Böylece Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yeni bir kirli savaş ve psikolojik harekat dönemi başlatmak istedikleri anlaşılmaktadır.

Bu saldırılar, AKP hükümetinin çatışmasızlık sürecini Kürt sorununun çözümü için adımlar atmak için değil de Özgürlük Hareketi’ni zayıflatmak için değerlendirmek istediğini göstermektedir. Son zamanlarda kendilerini Huda-Par olarak örgütleyen Hizbullah’ın yayın organlarında Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve BDP’nin hedeflenmesi, böyle bir saldırının psikolojik ortamının hazırlandığını gösteriyordu. 1990’lı yıllarda olduğu gibi devletin bu saldırılara göz yumup destekleyeceği de anlaşılınca bu saldırılar başlatılmıştır. 1990’lı yıllardaki kontra cinayet tecrübelerini bu yeni saldırı döneminde de kullanılacakları anlaşılmaktadır.

SALDIRILAR TESADÜF DEĞİL

Bu saldırıları tesadüf ve yereldeki bazı unsurların yaptığı olaylar olarak görmek yanlıştır. Hem Kuzey Kürdistan’daki hem de Rojava’daki saldırılar aynı merkezden yönlendirilen kirli savaş merkezinin karar ve planlamalarının sonucu olarak görülmelidir. Huda-Par denilen 1990’lı yıllarda devlet himayesinde Kürtleri katleden bu çevrelerin Rojava’daki çetelerle iç içe oldukları netleşmiştir. Şimdi hem Kuzey Kürdistan’da hem Rojava’da İslam maskeli bu kontralar AKP hükümeti ve yeşil Ergenekon tarafından Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırtılmaktadır.

ARKASINDA AKP VE YEŞİL ERGENEKON VAR

Bu cinayetin ve saldırıların Türk devleti ve AKP hükümeti ile bağı görülmelidir. Sadece Huda-Par’la ilgili görmek olayı eksik değerlendirmek olur; dolayısıyla da tedbir ve bu saldırılara karşı mücadelede yetersiz kalınır.

Halkımız ve demokrasi güçleri bu cinayetlere karşı protestolarını her yerde yükseltmeli ve bu saldırılara dur demelidir. Bu saldırıların arkasında AKP ve yeşil Ergenekon’un varlığı görülmelidir. Bu saldırıların durdurulması için AKP’ye karşı tutum ortaya konulmalı ve mücadelenin bir boyutu da AKP’nin bu kirli savaşına karşı olmalıdır. Halkımız bu saldırıların devlet ve AKP tarafından yaptırıldığı bilinciyle bir iki günlük protestolarla sınırlı kalmayarak bu saldırıların üzerine gitmelidir. Bu cinayetleri protesto eden yaygın gösteriler yapılmalıdır.

ÖZ SAVUNMA KURUMSALLAŞTIRILMALI

Cizre ve Batman’da saldırıları gerçekleştirenler, Rojava’daki silahlı çeteler gibi İslam’ı ve İslami değerleri kullanarak halkın özgürlük ve demokrasi mücadelesine birileri adına saldıran kontralar olmaktadır. Bunlar karşıt İslam’dırlar. 1990’lı yıllarda kontra cinayetlerinin günümüzdeki uygulayıcılarıdır.

Kürt halkı ve demokrasi güçleri bu saldırıların seçim döneminde ve sonrasında daha da yaygın yapılacağını bilerek öz savunmalarını kurumlaştırmaları ve bu saldırıları caydırıcı olmaları gerekmektedir. Öz savunma Kürt halkının meşru hakkıdır. Devletin tıpkı 1990’lı yıllarda olduğu gibi kendilerini savunmayacağı, aksine saldırganları teşvik ettiği ve kışkırttığı bilinmelidir.

MÜCADELE ÇOK BOYUTLU SÜRMELİ

Rojava sınırına örülen duvarlar da Türk devletinin Kürt Özgürlük Mücadelesine her yerde düşman olduğunun somut kanıtıdır. Türk devletinin hala birinci gündeminin ve temel politikasının Kürtlerin Özgürlük Mücadelesini bastırmak olduğu bu uygulamalardan da anlaşılmaktadır. Bu açıdan halkımızın duvara karşı yürüttüğü mücadeleyi destekliyoruz. Nusaybin Belediye Başkanı’nın ölüm orucunu destekleyen halkımızın mücadeleyi geliştirerek Türk devletinin ve AKP hükümetinin Rojava düşmanlığını bırakması sağlatılmalıdır.

Türk devletinin Kürt Halk Önderinin bir yıl önce başlattığı sürece karşı samimi olmadığı Rojava devrimine ve Kuzey Kürdistan’daki halkın mücadelesine saldırılarda görülmektedir. AKP’nin bir çözüm politikasının olmadığı, bu süreci psikolojik savaş süreci haline getirme ve Özgürlük Mücadelesini zayıflatma olarak değerlendirdiği görülerek mücadele çok boyutlu sürdürülmelidir. "

NE OLMUŞTU?

Batman’ın Merkez Petrol Mahallesi Diyar Caddesi’nde iki gün önce meydana gelen silahlı saldırıda 26 yaşındaki Özcan Temel hayatını kaybetmiş, 2 kişi de yaralanmıştı. Olayla ilgili 6 kişi gözaltına alınmıştı.

YANDAŞ MEDYA’DAN CHP MİLLETVEKİLİ ŞAFAK PAVEY’E SALDIRI /// YAZI AŞAĞIDA ///


safaki-bu-adam-bile-yikamadi-engin-de-kimmis-417.jpg

17 yaşında evlenen, boşandığı kocasının soyadını taşıyan CHP”li

Önceki gün CHP Milletvekili Şafak Pavey, CHP adına TBMM’de konuşma yapmıştı..

Dindarlara laf atan, feminist söylem eksenli klasik bir konuşma..

Başörtülü milletvekiline iftira..

Söylenmeyen sözü, hacı milletvekiline isnat etme..

“Başörtülü ama daracık pantolon giyen”, hanımefendinin hayal dünyasında var olan bir kızı, erkek arkadaşı ile öpüştürme ahlaksızlığı..

Bunları geçtik..

Bakın daha neler demiş, dikkatlerden kaçırılan o konuşmada, CHP milletvekili Pavey:

“Beş yaşında örtülen, on beş yaşında evlendirilen kızlarımıza bakalım. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hali üstünden, berbat bir şekilde değişiyor.”

“Beş yaşında örtülen?”

Var mı gören veya duyan?

Ben bilmiyorum.. Duymadım da..

Haydi onu geçelim..

“On beş yaşında evlendirilen kızlarımız.”

Kanunen mümkün değil.

“Haydi bazı illerimizde fiilen mümkün” diyelim..

İyi de, bunu söylerken, kendi hayatına niye bakmıyor, Pavey Hanım?

15 yaşında evlendirilen kızlardan şikayetçi ama.

Kendisi 17 yaşında evlenmiş.

Belki diyebilir ki, “Beni anne-babam zorla evlendirmedi.”

O daha kötü ya..

Anne-baba, yetişkin yakınlar olarak..

Çocukları için enine boyuna düşünüp, sıhhatli bir karar vermeye gayret ederler..

Peki çocuk tek başına karar alırsa?

Fecaati düşünebiliyor musunuz?

Aslında amaçlanan da, o fecaat..

“Türk toplumunda kızlar küçük yaşta evlendiriliyor.. Özgürlükleri kısıtlanıyor” söylemi geliştirilirken, çocuklarımıza empoze ettikleri hayatı açıkça söylemiyorlar..

Aslında demek istedikleri şu:

“Kızlar ve erkekler, ileri yaşlara kadar bekar kalsınlar.. Bu arada da, evlilik dışı ilişkiler yaşasınlar..”

Amaç sadece ve sadece, “evlilik kurumunu toplum hayatından silmek.”

Anne-baba karışmasın.

Kızlar-erkekler kendi başlarına hayatlarını yaşasınlar..

Tabii küçük yaşta evlilik de önermedikleri için..

Evlilik dışı ilişkiler, yaygınlaşsın..

Olaya bir de şöyle bakalım..

Anne-baba kararı ile evlendirilmeye karşı çıkan Pavey ve benzerleri..

Kendileri ne yapıyorlar?

17 yaşında, gerçekten özgür iradeleri ile eş seçtiklerini mi sanıyorlar?

Batı kültürünün baskısı ile..

Gözleri kör olmuş bir şekilde..

İradeleri iğdiş edilmiş bir şekilde..

Verdikleri kararı, özgürlük mü sanıyorlar?

Evet, bir İngilizi görüp, 17 yaşında onunla evlenen Pavey’in, şimdi kalkıp, “15 yaşında evlendirilen kızların durumu”nu eleştirmesine, kim haklılık verebilir ki?

Bu solakların tüm söylemleri böyle..

Alın, yine Şafak Hanım’ın bire bir örneğini sergilediği bir başka ikiyüzlülük..

Bunlar değil mi, Türk kadınına sürekli “Kocanızın soyadını taşımaya mahkum musunuz? Kızlık soyadınızı alın. Dava açın. Müracaat edin.. Mahkum musunuz siz?

Köle misiniz siz?” diyerek kışkırtanlar.

Evet bunlar..

Peki Şafak Hanım kendisi ne yapıyor?

17 yaşında evlenmiş.

19 yaşında boşanmış.

Hem de 19 yaşında başından geçen o kazadan sonra, kendisini hiç ziyaret etmeyen bir İngiliz koca ile karşı karşıyayız..

Ama Şafak Hanım, Türk kadınlarına tavsiye ettikleri, “Kızlık soyadını taşıma” tercihini, kendi hayatında uygulamıyor..

Kendisini terkeden İngiliz kocadan ne iyilik gördü ise, ayrılalı neredeyse 20 yıl olmuş, hâlâ o İngiliz kocanın soyadını taşıyor!

Bir başka çarpıklık..

Yine bu solaklar, 2 günlüğüne de olsa Batı’ya gidince..

“Yok azizim yok. Bizim ülkemizde insan hayatının hiçbir değeri yok. Bakın Batı’da öyle mi?” muhabbetlerine koyulurlar.

Trafik kazası olur, “İnsan hayatına değer verilmiyor ki!” diye başlarlar..

Hatalara dikkat çeken pozitif eleştiri yapacaklarına, kendi ırkımızdan, kendi dinimizden insanları tahkir etme aracı olarak kullanırlar..

Peki.. Şafak Hanım, bir tren kazasında kolunu ve ayağını kaybetmiş..

Ne olmuş sonra?

Medeni İsviçre, tazminat vermiş mi, Şafak hanıma?

Tek kuruş vermemişler.

Davayı tümden reddetmişler..

Bir de masrafları ödetmişler, Şafak Hanım’a..

Haydi İsviçre reddetmiş..

Türkiye’de önüne bir taş çıkıp düşen olsa, hemen soluğu AİHM’de aldırtmak için insanlarımızı kışkırtan solaklarımız..

Onların şahsında Şafak Hanım.

Kendi başından geçen bu kaza sonrasında, AİHM’e gitmiş mi?

Bildiğimiz kadarı ile gitmemiş.

Niye ki acaba?

AİHM’e mi inanmıyor?

Yoksa haklılığına mı inanmıyor?

Ali Karahasanoğlu

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!