Etiket arşivi: Ergenekon

POYRAZKÖY DAVASI : Mahkeme, Ergenekon ve Balyoz kararlarını istedi


Poyrazköy davasında mahkeme, Balyoz davasının gerekçeli kararı ile Yargıtay ilamını istedi. Mahkeme ayrıca yazım aşamasında olan Ergenekon davasının gerekçeli karanın da yazımı tamamlandıktan sonra istenmesine hükmetti. İstanbul 12….

Poyrazköy davasında mahkeme, Balyoz davasının gerekçeli kararı ile Yargıtay ilamını istedi. Mahkeme ayrıca yazım aşamasında olan Ergenekon davasının gerekçeli karanın da yazımı tamamlandıktan sonra istenmesine hükmetti.

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Poyrazköy davasına bugün devam edildi. Duruşmada, Kurtarma ve Sualtı Kurmay Başkanı Albay Kemal Kesen, tanık olarak dinlendi. Kesen, suikast yapılacağı iddiasıyla dere yatağının kenarına gömülü halde bulunan lav silahları, mermiler, sis kutularının herhangi bir eğitim ya da görevde kullanılmasının mümkün olmadığını savundu.

Tanık olarak dinlenen emekli Tuğamiral Ahmet Türkmen de, ‘Kafes Eylem Planı’ iddiaları çıktığında, kuvvet komutanı tarafından sanıklar hakkında idari soruşturma yürütmekle görevlendirildiğini belirterek, "İsmi geçen kişilerle yüz yüze görüştüm. Hiçbir personelin söz konusu plandan haberi olmadığını, bu eylem planının askeri yazım kurallarına uygun olmadığını ve askeri personel tarafından yazılmış olmadığını tespit ettim” dedi.

Raporunu Genelkurmay Başkanlığı’na gönderildiğini anlatan Türkmen, “Eğer yanlış bir şey olsaydı, Genelkurmay adli soruşturma açardı. Planın sahtecilik olabileceği, art niyetli kişiler tarafından hazırlanmış olduğu kanaatine vardık.” ifadelerini kullandı.

Duruşmanın ardından mahkeme ara kararlarını açıkladı. Mahkeme, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden, yazımı devam eden Ergenekon davasının gerekçeli karanın, yazımın tamamlanmasının ardından istenmesine karar verdi. Balyoz davasının gerekçeli kararı ile Yargıtay ilamının istenmesine de hükmedildi.

Sanıklardan Kadir Sağdıç ve Mehmet Fatih Ilğar’ın duruşmada kullandığı bazı ifadeler nedeniyle gereğinin yapılması için Cumhuriyet Savcılığı’na duruşma kayıtlarının gönderilmesine karar verildi.

Tutuklu sanıkların tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme, duruşmayı erteledi.

/// KAMPANYA : İÇERİDEKİ BALYOZCU VE ERGENEKONCU KAHRAMANLARIMIZA 2 SATIR DA BİZ YAZALIM !!!


Sayın Üyelerimiz;

Bir yıl daha bitti ve acısıyla, tatlısıyla 2014’e giriyoruz.

Geçen sene bir çok olay yaşandı. Tabii ki bunlardan en dikkat çekeni Balyoz ve Ergenekon Davası ile ilgili verilen karardı.

Bildiğiniz gibi hukuksuz olarak yüzlerce değerli Komutanımız 16 ila 18 sene arasında cezaya çarptırıldılar.

2001 senesinde yapılan bir plan tatbikatını allem ettiler kallem ettiler DARBE PLANI’na çevirdiler.

Ergenekon davasında da yüzlerce subay ve vatansever ağırlaştırılmış müebbet cezadan başlayan cezalara çarptırıldılar.

Hayatlarını bu vatan uğruna harcamış yüzlerce değerli subay-ast subay şimdi mapushanede ömür törpülüyor.

Ancak, morallerini her zamanki gibi yüksek tutuyorlar.

Fakat, biz daha da iyi olsun diye bir kampanya başlatıyoruz.

ÖZEL BÜRO GRUBU olarak cezaevindeki değerli Komutanlarımızın yazılı olarak yeni yılını kutlayacağız ve düşüncelerimizi onlarla paylaşacağız.

Eminiz ki çok sevinecekler.

Size hazır bir metin göndermiyoruz, çünkü sizler bizden daha iyi cümleler kurarsınız. İster 2 satır olsun, ister 2000 satır.

Ama mutlaka yazın. Yazın ki içerideki kahramanlarımız yalnız olmadıklarını bir kere daha hissetsinler.

Şimdiden kaleminize sağlık.

Not : Gönderilecek Cezaevi Adresleri Ek’te mevcut ….

ÖZEL BÜRO GRUBU

TUTUKLU KOMUTANLARIN CEZAEV ADRESLER.xls

ERGENEKON DAVASI : Ergenekon’dan yargılanan CHP’linin yurt dışı yasağı kalktı


Adalet Bakanlığı, Ergenekon davasında hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan 13 yıl 6 ay hapis cezası alan CHP Milletvekili Sinan Aygün’ün yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması için kanun yararına bozma talebinde bulundu.

Kaçma sebebi bulunmuyor

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan başvuruda, Aygün’ün milletvekili olduğu, tutuksuz yargılandığı sırada birçok kez yurtdışına çıktığı, kaçma imkânı bulunmasına rağmen bu yollara tevessül etmediği vurgulandı.

Adalet Bakanlığı’nın talebinde, tutukluluk ve adli kontrolle ilgili yasa maddelerine yer verildi.

Adli kontrole kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunması halinde karar verilebileceği kaydedildi. Aygün hakkında mahkeme tarafından üzerine atılı suçları işlediği kabul edilerek mahkûmiyete karar verilse de, sanığın kaçma teşebbüsünde bulunmadığı ifade edildi.

Milletvekili olması nedeniyle Aygün’ün temsil görevini ifa ettiği, sanığın kaçması, delilleri karartma, saklanma sebeplerinin bulunmadığı belirtilerek, yasağın kaldırılmasına karar verilmesi talep edildi.

http://www.Cafesiyaset.com/ergenekondan-yargilanan-chplinin-yurt-disi-yasagi-kalkti-_390254.html#ixzz2kMarw4td

ERGENEKON DAVASI : Beren Saat Ergenekon’un arasına girdi


Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in arasına Beren Saat girdi

Ergenekon ile Odatv davası tutuklusu Yalçın Küçük ve Ergenekon davası tutuklusu Doğu Perinçek, Beren Saat nedeniyle anlaşmazlığa düştü.

Yalçın Küçük, Aydınlık Gazetesi’nde 25 Ekim Cuma günü yayınlanan yazısında Beren Saat’in isim analizini yaparak “Mizrahi ismi üzerinde durmuştum. ‘Beren’ adını da yanına koyabilirim, aslı ‘Berendt’, daha çok Macar Yahudileri’nde görüyoruz, Hannah Arendt’in adını hatırlatıyorum, tanınmış filozof, ancak ‘dt’ hoş değil, düşünüyoruz ve ‘Aren’ oluyor, kullandığımız isimlerdendir. Beren’i de böyle buluyorum” ifadelerine yer verdi.

“SENDEKİ GÜZELLİK BEŞ PARA ETMEZ, SENDE BU AD VE SOYADI İLE”

Küçük, 02 Şubat 2012 tarihinde Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanan “Abide-i Hürriyet Tezleri IV İsim misim – Kitap mitap” başlıklı yazısında da“Avram var, ‘Ulu Baba’ veya ‘Yüce Baba’ demektir, ‘ulu’, yüce, ‘soy’isimleri ile ilgileniyorum. Ersoy veya ‘Ulusoy’ görünce, avdır, takip ediyorum. İsabetlidir, bunlar “sonradan olma” ama Beren’in asil olduğunu sanıyorum, ‘Beren’ adını sadece Macar Yahudiler taşırlar ve biz ile Ermeniler ‘saatçi’ deriz, çok nadir sözlüklerimde, ‘saat’ soyadının da Yahudiler’e ait olduğunu tespit edebiliyorum.

Beren Saat’e, sendeki güzellik beş para etmez, sende bu ad ve soyadı ile, bendeki bu araştırma olmasa diyorum. Yüksekliğin zirvesindedir, daha fazlasını göremiyorum” demişti.

“BER, TÜRKÇENİN EN ÖNEMLİ KÖKLERİNDEN BİRİDİR”

Doğu Perinçek 4 Kasım Pazartesi günü Aydınlık Gazetesi’nde, Küçük’ün Beren Saat ile ilgili yazdıkları için bir yazı kaleme aldı.

“Attila’nın yedinci göbekten atası Beren / Berent yoksa Yahudi miydi?” başlıklı yazısında Perinçek, “Ber/Ver kökü, Yakut, Teleüt, Altay, Kırgız, Tatar, Bulgar, Kazak, Türkmen, Kıpçak-Kuman ve Anadolu Türkçesinde yüzlerce sözcüğün üretildiği bir köktür. Türkçenin en önemli kök hecelerinden biridir” dedi ve Ber/Ver, köklerinin Türkçenin en önemli köklerinden olduğunu belirterek Beren isminin o kökten geldiğini söyledi.

İşte Doğu Perinçek’in yazısının tamamı:

"Bizim Yalçın Küçük ile arkadaşlığımız, sağlamlığını yalnız emek davasından almaz. Aynı zamanda hakikat aşkına ve bilimsel dürüstlüğe dayanır. Ta 1960’lardan ve gece gündüz küçücük bir odayı paylaştığımız Haymana günlerinden beri çatır çatır tartışırız. Aydınlar arasında sevginin en güzel nişanesidir bu.

BEREN YOKSA İBRANİCE Mİ?

Yalçın arkadaşım geçende Aren’den Beren’e geçerek, Macar Yahudileri ile ilişkilendirdi (Aydınlık, 25 Ekim 2013). Bu, Yahudi takıntısından kaynaklanan bir uydurmadır.

Çünkü Ber/Ver kökü, Yakut, Teleüt, Altay, Kırgız, Tatar, Bulgar, Kazak, Türkmen, Kıpçak-Kuman ve Anadolu Türkçesinde yüzlerce sözcüğün üretildiği bir köktür. Türkçenin en önemli kök hecelerinden biridir. Pasifik Okyanusu’ndan Tuna boylarına kadar Türkçenin her ağzında bulunması, bu hecenin en derin köklerine kadar Türkçe olduğunu kanıtlar. Prof. Dr. Emine Naskali Gürsoy dostumuz, Moğolca-Türkçe sözlüğünde Ber/Ver kökünü Moğolcaya bağlıyor, kanıtlarını bilmiyorum.

Orhun Yazıtları’nda nerdeyse birkaç satırda bir geçen Ber kökünün 8. yüzyıldan önce Moğolcadan Türkçenin bütün ağızlarına geçtiğini kanıtlamak nasıl olabilir, onu da canlandıramıyoruz.

BÜTÜN TÜRKOLOGLARIN OYBİRLİĞİ

Bizim Türk bilim adamlarımız, denilebilir ki Türkçülük yapıyorlar. Ne var ki, dünyanın bütün Türkologları aynı görüşteler. Ber/Ver, Türkçenin en önemli köklerinden biridir. Beren de o kökten gelir.

Hemen ilk akla gelen Vambery, Radloff, Clauson, Schott, Lubotsky, Gumiliev’in sözlük ve eserleri anılabilir. Örneğin en eski Türkçe Kökenbilim sözlüğü olan Vambery’nin eserinde Ber/Ver kökü şöyle açıklanır:

Vermek, armağan etmek, adamak, sadakat, özveri, fedakârlık anlamlarına gelen yüzlerce sözcük, Türkçenin hemen her ağzında Ber/Ver kökünden türemiştir. Berenden onlardan biridir. Berin, Perin, Perinçek de öyle. Hepsi ta Kutadgu Bilig’e ve Divan-ı Lügat-it Türk’e kadar uzanıyor. Kutadgu Bilig’i de Yahudiler yazdıysa, onu henüz öğrenemedik.

BER’İN İKLİMLER ARASI YAYGINLIĞI

Ber kökünün iklimler ve kıtalar arası yaygınlığı, Macar, Rus, Bizans, Arap ve İskandinav dillerine kadar uzanmıştır. Hatta Vikinglerin İskandinav, Bizans, Arap ve Rus kaynaklarında ve Divan-ı Lügat-it Türk’te Väring, Vering, Vareg, Varyag, Varang, Al Baring, Barani diye anılmasını, Türkçe bağlamında uzun uzun bu köşede tartıştık (Aydınlık, 25 Ağustos, 2 Eylül, 8 Eylül, 15 Eylül, 22 Eylül 2013).

O yazılardan sonra elime bir metin daha geçti. Omeljan Pritsak’ın "Güney Avrupa’nın Türk Göçevleri" başlıklı incelemesi. Sağolsun Gökhan Emecan’ın yolladığı "Türkçe Konuşanlar" başlıklı dev kitabın 197-213. sayfalarında bulabilirsiniz. Kuban kökeninden yerdeşim Prof. Dr. Doğan Kuban’ın önderliğinde hazırlanan yetkili uzmanların çalışmalarını derleyen bir eser.

BERENDİLER TARTIŞMASI

Pritsak, bu çalışmasında, Yalçın Küçük arkadaşımın Beren merakını giderecek önemli bilgilere yer veriyor.

Kuzey Karadeniz bozkırlarındaki ( Eski Kıpçak bozkırı) Berendei ya da Türkçe deyişiyle Berendi kabilelerinin adının kökenini araştırırken, Golden ve Rasonyi’nin görüşlerini de aktarıyor. Onlar da bu köşede daha önce yazıldığı gibi, Türkçe Ber kökünü öneriyorlar. Pritsak’ın itirazları da var. Anadolu’daki Berendi adlı köyleri yabancı bilginlerimiz bilmiyor, onu da ekleyerek tartışmayı aktarıyoruz.

Rus, Macar ve Romanya kaynaklarında bulunan Brendei isminin etimolojisini belirlemek için birçok girişim yapılmıştır. Peter B. Golden, L. Rasonyi’nin önerisi olan Türkçe ber (vermek): ber-in.di , "kendini veren kişi" açıklamasını kabul etmiştir. Yine de bu etimoloji hakkında ciddi itirazla gösterilebilir:

1) Dönüşlü form /ber–in/ çok nadirdir ve özel isimlerde kullanılmaz;

2) İkinci sesli harf /i/ değil /e/’dir yani isim berin değil beren’dir;

3) /beren/ sözlü olmayıp nominal kökenlidir, Macarca kayıtlarda olduğu gibi, Bereny, Beren–d, Beren-c, vs.

Kievan Chronicle’da İgor Ol’govic’in ölümü yazısında, Prens İgor’un emrinde olan 1146 göçebenin, İgor’dan soğudukları İzjaslav Mytislavic’e bağlandıkları belirtilmektedir. Hypathian el yazması bu göçebelerin Chernye Klouki olduklarını, Laurentian el yazması ise "Peren’leev" olduklarını söylemektedir. Radziwill ve Academy kopyaları ise Laurentian gibi (birtakım Berendeev) demektedir. Böylece, alışılmış Berende yerine Laurentian tarihi Peren’le’yi ortaya koymaktadır.

İlk b harfinde ara sıra görülen b-r>p-r sırasındaki değişiklik neredeyse her Türk dilinde rastlanan bir olaydır (örneğin Osmanlıca parmak, barmak’tan gelir). Peren aslında Türkçe beren’i anlatmaktadır. Modern Kazakça’da bunun damak ile ilgili bağlantısı vardır (örneğin beren =b’er’en). Peren-li şekli de Beren-di deki /di/’nin denominal-nominal eklentinin alofonu olduğunu işaretlemektedir: /li

Tüm Türk dillerinin içinde yalnızca Kazakça ve Kırgızca /beren/ – /beran/ kelimesini bir kabile ismi ve özel isim (Bereny =Beren–ay) olarak korumuştur. İsim olan beren’in anlamı en iyi Kırgız dilinde:

1) "altın sarısı kartalın en iyi cinsi";

2) "güçlü, savaşçı, kahraman" olarak korunmuştur. Kazakça’da anlam değişmiştir:

1) "en üst kalite çelik";

2) "en iyi kalite kadife";

3) "akıllı, meşhur."

Beren sözcüğünün orijinal anlamının "altın sarısı kartal" olduğundan şüphe edilmemektedir. Türk’lerde, vahşi kuşların ve hayvanların isimleri eski totemlere dayanan inançlarda çok önemli bir yer tutmaktadır. Öne sürülen etimoloji çok çarpıcı olabildiğinden /l/’nin /L/’ye dönüşü modern dillerde daha önce belirtilmiştir. Berendi

1) Bjanduk=ban-dü-k(+lig+küçültme eki-k) "beni var"/ Volodimer Monomakh’ın bir sayfasının adı;

2) It-ogdi , it-ogli’nin diğer bir şekli "köpeğin oğlu" / Polovsi kabilesi. Her iki form Hypathian kaynaklarında mevcuttur. It-ogdi şeklinde /l/’den /L/’ye olan ve /g/’den sonraki Kazakça değişikliği görmekteyiz. Sonuç olarak, Berendi ismi /beren/ + /Li/ "altın sarısı kartal" (totem gibi) olarak etimolojileşmelidir.

Bu alıntıyı niçin böyle uzun aktardık. Ber kökünün ve Beren isminin Türkçe kökeni konusunda bir kuşku yok bilim adamları arasında. Tartışma, Türkçe olan bu sözcüğün çeşitli anlamlarıyla ilgilidir.

Burada Beren>Berend sözcüğünün Macarcaya girişini de görüyoruz. Yahudilikle falan ilgisi yok! Saplantılarla bilim yapamayız.

ATTİLA’NIN YEDİNCİ GÖBEK ATASI BEREN / BEREND

Daha önce de burada belirtmiştik. Chronica Hungarorum ve benzeri Latince kaynaklarında, Attila’nın 30 göbek soyağacı diye isimler veriliyor. Yedinci göbekte Beren/Berend var. Şöyle: Attila, Bendeguz, Torda/Turda/Tardu, Şemen, Etheu, Kadiça, Beren/Berend! Hepsi Türkçe açıklanan isimler 30. göbeğe kadar devam ediyor.

Bu soyağacının tarihsel gerçeğini tartışmıyoruz. Ancak Beren/Berend, Yahudi kaynaklı isimler değil, sonuna kadar Türkçe. Yalnız kökeni değil, tarihsel adlandırmalar da çok yaygın Türkçe!

Attila’nın Yedinci göbek atası Beren/Berend bu hesaba göre MS 3. yüzyıla denk düşüyor. Hazarlar ve Karaimler çok sonra. Ama Yalçın Küçük arkadaşım, her zamanki bilimsel gayretiyle Attila’nın da Yahudi kökenli olduğunu ispatlarsa, pes etmekten başka çare kalmıyor.

"NUH’UN ÇOCUKLARI" OLDUĞUMUZA GÖRE!

Yalçın arkadaşıma bir kopya da vereyim. Attila’nın 30 göbek soyağacı, Ham/Yafes ve Nuh peygambere kadar gidiyor.

Böylece Tevrat ve bütün kutsal kitaplar kaynaklı Türk şecerelerine gelmiş oluyoruz. Buradan çıkış yok!!!

Hepimiz "Nuh’un çocukları" olduğumuza göre, Yalçın arkadaşımızın bütün Yahudi ve Sabatayist keşifleri doğrulanıyor. Bütün yollar, İbrani’ye çıkıyor.

Muhteşem Süleyman bile paçayı kurtaramadığına göre, boş yere çırpınıyoruz."

Aynı dava nedeniyle tutuklu bulunan Perinçek ve Küçük, Beren Saat nedeniyle fikir ayrılığına düşmüş oldu.

Odatv.com

ERGENEKON DAVASI /// AVNİ ÖZGÜREL : Balyoz, Ergenekon, Aytaç Paşa ve diğerleri


AVNİ ÖZGÜREL

avni.ozgurel

Mahkeme asli failler dışında emir-komuta içindeki herkesi cezalandırarak TSK’yı emellerine alet etmeye yeltenenlerin üzerine perde örtmemeliydi.

Yakın tarihin en önemli iki davasıyla alakalı olarak yargılama devam ederken mümkün olduğunca yazmamaya özen gösterdim… Karar aşamasında temennimi açıkladım. Mahkeme asli failler dışında emir-komuta disiplini içinde sürece katılan kişileri cezalandırmak suretiyle mağduriyet dalgası üretip TSK’yı kendi emellerine alet etmeye yeltenenlerin üzerine perde örtmemeliydi… Olmadı!..

Ancak ortaya çıkan bu sonuç, hiçbir somut bilgi ve muteber delil yokken yargılamayı yapan heyetlerin kasıtlı/önyargılı/siyasi tavrından kaynaklandı diyen yalan söyler. Dava dosyası soruşturma aşamasında emniyet ekiplerinin ne buldularsa içine tıkmaları sebebiyle çıfıt çarşısına dönmüş olsa bile söz konusu olayların, darbe niyet, plan ve girişimlerinin gerçekliği inkâr edilemez… Aksini iddia etmek, Türkiye’nin yakın tarihini yaşamış herkesin aklına, izanına hakarettir.

Sanıkların önemli bir bölümünün yargılama sürecinde mahkeme karşısında gerek kişisel durumlarıyla ilgili tavır belirleme gerekse atfedilen suçlara ilişkin düşünce ve varsa olaylara ilişkin bilgi açıklama şansına sahip olamadığı da sır değil. İddianamelerde atılı suçlarla bakıldığında birinci derece sorumlu görülen kişilerin yargı organının kendilerine yaklaşımını değerlendirip muhtemelen ağır cezalara çarptırılmaktan kurtulamayacakları kanaatine vardıktan sonra geçmişte komuta ettikleri kişileri manen baskılayıp şahsi savunmalarını engelledikleri de inkâr edilemez…

Haklarında açılan davaların cumhuriyeti kuran iradeyle irticai güçler arasında süregelen savaşın devamı olduğu, dolayısıyla gösterilecek tepkinin bununla uyumlu olması gerektiği düşüncesini komutan katından aşağıya yayan asli faillerin zihinsel açıdan bir tür kuşatma altında tuttukları insanları kendileriyle birlikte mahkemenin meşruiyetini redden başlayarak ortak tavır çerçevesinde harekete mecbur bıraktıkları da göz ardı edilemez. Ülke çapında oluşturulmak istenen, basın ve muhalefet partilerince özellikle CHP tarafından ‘Silivri toplama kampı’ anlayışıyla kışkırtılan yaklaşım/yorumlar sebebiyle; işlenmemiş suçlar, sahte deliller, hayal ürünü darbe senaryoları üzerinden yargılama yapıldığı izlenimi uyandırılmaya çalışılmış; müvekkillerini mahkeme önünde savunmayı bir yana bırakıp buldukları her zemini, -bulamadıklarını da icat ederek- kendi PR’larını yapma gayreti içine giren avukatlar Silivri Cezaevi çevresi miting alanına çevrildiği için, atılı suç konusunda fazla bilgisi olmayan ya da emre itaat etme zorunluluğu sebebiyle sanık sıralarında oturan onlarca insan susup kaderine razı olma mecburiyetinde bırakılmıştır.

Sonuç malum… Oluşan yaygın mağduriyet sebebiyle asli failleri fazlasıyla memnun eden tablodur ortaya çıkan.

Bidayet mahkemesinin deliller yanında sanıkların mahkemedeki tutumlarını değerlendirmek suretiyle kısmen duygusal sebeplerle lehte kullanmaktan kaçındığı tavırla kıyaslandığında Yargıtay’ın (*) inisiyatif imkânını sonuna kadar kullandığına ve hükmünü oybirliğiyle verdiğine bakıldığında aynı heyetin değerlendireceği Ergenekon davasının benzer şekilde sonlanacağı düşünülebilir. Ve hüküm tesis edildikten sonra çarkları geriye çevirmenin çok zor olduğu düşünülerek asli faillerden birinin, örneğin İlker Başbuğ’un ‘iade-i muhakeme’ yolunu açacak bir özeleştiriyle mahkemeye başvurması bence hem yaşanan hengâmenin gerçek mağdurlarını hem de şimdi değilse bile seçim fırtınası geçtikten sonra ‘beyaz sayfa’ açmayı düşünecek siyaseti rahatlatabilir.

Başlangıç olarak Balyoz ve Ergenekon davalarının sanık ve sanık aileleri Aytaç Yalman Paşa’nın basında yer alan isyanını doğru okuyup asli faillerin aileleri ve onlarla müşterek hareket eden avukatlarının çevresinden kendilerini kurtarabilirler…

(*) Yakın zamana kadar TBMM’de CHP’nin Grup Başkanvekili olan Emine Ülker Tarhan herhalde 9. Ceza daire başkan ve üyelerini tanır, keza söz konusu kişilerin düşünce yapılarını, AK Parti’ye ya da ‘cemaat’e yakın kişiler olup olmadıklarını bilir.

ERGENEKON DAVASI : Merve Kavakçı Ergenekon?dan nasıl çıktı ?


Kaç gündür gazetelerde, vakti zamanında Merve Kavakçıya yapılanları okuyoruz.Bugün Başörtüsü iyi ki Meclise girdi, ne şahane oldu, keşke hep böyle olsa şeklinde destek yazıları döktürenler (Fatih Altaylısından Ertuğrul Özköküne, Güneri Cıvaoğlusundan Hasan Cemaline), vaktiyle demediklerini bırakmamışlar başörtüsüyle Meclise girmeye cüret eden bir hanımefendiye… Esasında biliyorduk o dönemde yazılıp çizilenleri… Hasan Cemali de biliyorduk… Ertuğrul Özkökü de biliyorduk… Başörtülü milletvekilleri vesilesiyle bir kez daha hatırlamış olduk. Meğer bilmediklerimiz de varmış… Ben bilmiyordum en azından. Dün Elif Çakırın köşesinde okudum.Merve Kavakçıya saldıranlar kervanına, o dönemde, bizim Zülfü Bey de katılmış…

Zülfü Livaneli yani… Okuyunca şaşırdım. Esasında şaşırmadım. Üzüldüm. Hep demokrat, hep hoşgörülü, hep sevecen fotoğraflar veren ve kitleleri buna inandıran değerli şantör Zülfü Livanelinin içinde meğer sinik bir laik canavar gizliymiş. Bakın Merve Kavakçı hadisesi için ne yazmış: Merve Kavakçı, kişisel özgürlükleri elde etme değil, siyasi bir huruç hareketi yapma misyonunu taşıyor. Buna sistem izin vermez…Nitekim, Livanelinin gönlünden geçenler oldu. Sistem buna izin vermedi. Merve Kavakçı başörtüsüyle Meclise girip yemin edeceğini açıklayınca, Ertuğrul Özkök ve Hasan Cemal tayfası rezalet çıkardı…

Yüksek yargı kurumları bildiri üstüne bildiri yayınladı… TSK üst düzeyden alarma geçirildi… Meclis civarında olağanüstü güvenlik önlemleri alındı (yani birtakım noktalara askerler konuşlandırıldı…) Tanklar ve bataryalar hazır tutuldu… Laik kitleler protesto yürüyüşü için sokağa çıkarıldı… Beklenen gün gelince (Merve Kavakçı başörtüsüyle Meclise girince) DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit nöbeti devraldı ve kürsüye çıkarak mahut linç operasyonunu başlattı.

Livanelinin ifadesiyle söylersek, kişisel özgürlükler kaybetti, sistem kazandı. O dönemde Livanelinin yazdıklarına muttali olabilseydim, şunu sorardım: Bir inanç tercihine karşı sistemin varlığını güvence saymak solculuk mudur, ilericilik midir, çağdaşlık mıdır? Livaneli sistem diyor, siz TSKdaki darbe cuntalarını, yüksek yargı kurumlarını, resmi ideolojiyi, militarizme göbekten bağlı bağımsız gazetecileri, İstanbul sermayesini, devrimci sendikaları, birtakım Kemalist kuruluşları anlayın… Bu tanımlama çerçevesinde Livaneliyi de sisteme dahil edebiliriz ve hiç sırıtmaz…Bugün olsa o soruyu sormazdım…

Şunu sorardım: Merve Kavakçının taşıdığı misyona ne oldu Zülfü Bey? Başörtüsüyle Meclise girmeye kalkışarak, nereden nereye huruç etmiş oldu?Ergenekondan mı çıktı? (Örgütten değil, efsaneden söz ediyorum.) Dağları mı deldi? Ne oldu? Kendisini parlamentodan attırarak mı (yani dünyanın sopasını yiyerek mi) gerçekleştirdi bu çıkışı ya da geri dönüşü?Daha önce neredeydi, Meclisten çıkarıldıktan sonra nereye avdet etmiş oldu ve huruç hareketi hangi noktada başladı?Keşke yazıya oturmadan sözlük karıştırsaydınız, kullandığınız kelimelerin ne manaya geldiğini öğrenseydiniz de, Merve Kavakçı, siyasi bir huruç hareketi yapma misyonunu taşıyor gibi gülünç hatalar yapmasaydınız. Köşeniz yok, biliyorum… Roman yazarken aklınızda bulunsun. "

ERGENEKON DAVASI /// Ahmet KEKEÇ : Merve Kavakçı Ergenekon’dan nasıl çıktı ?


akekec

Kaç gündür gazetelerde, vakti zamanında Merve Kavakçı’ya yapılanları okuyoruz.

Bugün “Başörtüsü iyi ki Meclis’e girdi, ne şahane oldu, keşke hep böyle olsa” şeklinde destek yazıları döktürenler (Fatih Altaylı’sından Ertuğrul Özkök’üne, Güneri Cıvaoğlu’sundan Hasan Cemal’ine), vaktiyle demediklerini bırakmamışlar başörtüsüyle Meclis’e girmeye cüret eden bir hanımefendiye…

Esasında biliyorduk o dönemde yazılıp çizilenleri…

Hasan Cemal’i de biliyorduk…

Ertuğrul Özkök’ü de biliyorduk…

Başörtülü milletvekilleri vesilesiyle bir kez daha hatırlamış olduk.

Meğer bilmediklerimiz de varmış…

Ben bilmiyordum en azından.

Dün Elif Çakır’ın köşesinde okudum.

Merve Kavakçı’ya saldıranlar kervanına, o dönemde, bizim Zülfü Bey de katılmış…

Zülfü Livaneli yani…

Okuyunca şaşırdım.

Esasında şaşırmadım.

Üzüldüm.

Hep demokrat, hep hoşgörülü, hep sevecen fotoğraflar veren ve kitleleri buna inandıran değerli şantör Zülfü Livaneli’nin içinde meğer sinik bir laik canavar gizliymiş.

Bakın Merve Kavakçı hadisesi için ne yazmış: “Merve Kavakçı, kişisel özgürlükleri elde etme değil, siyasi bir huruç hareketi yapma misyonunu taşıyor. Buna sistem izin vermez…”

Nitekim, Livaneli’nin gönlünden geçenler oldu.

Sistem buna izin vermedi.

Merve Kavakçı başörtüsüyle Meclis’e girip yemin edeceğini açıklayınca, Ertuğrul Özkök ve Hasan Cemal tayfası rezalet çıkardı… Yüksek yargı kurumları bildiri üstüne bildiri yayınladı… TSK üst düzeyden alarma geçirildi… Meclis civarında “olağanüstü güvenlik önlemleri” alındı (yani birtakım noktalara askerler konuşlandırıldı…) Tanklar ve bataryalar hazır tutuldu… Laik kitleler “protesto yürüyüşü” için sokağa çıkarıldı…

Beklenen gün gelince (Merve Kavakçı başörtüsüyle Meclis’e girince) DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit nöbeti devraldı ve kürsüye çıkarak mahut linç operasyonunu başlattı.

Livaneli’nin ifadesiyle söylersek, “kişisel özgürlükler” kaybetti, sistem kazandı.

O dönemde Livaneli’nin yazdıklarına muttali olabilseydim, şunu sorardım:

Bir inanç tercihine karşı “sistem”in varlığını güvence saymak solculuk mudur, ilericilik midir, çağdaşlık mıdır?

Livaneli “sistem” diyor, siz TSK’daki darbe cuntalarını, yüksek yargı kurumlarını, resmi ideolojiyi, militarizme göbekten bağlı “bağımsız” gazetecileri, İstanbul sermayesini, devrimci sendikaları, birtakım Kemalist kuruluşları anlayın…

Bu tanımlama çerçevesinde Livaneli’yi de sisteme dahil edebiliriz ve hiç sırıtmaz…

Bugün olsa o soruyu sormazdım…

Şunu sorardım:

Merve Kavakçı’nın taşıdığı “misyona” ne oldu Zülfü Bey?

Başörtüsüyle Meclis’e girmeye kalkışarak, nereden nereye “huruç” etmiş oldu?

Ergenekon’dan mı çıktı? (Örgütten değil, “efsane”den söz ediyorum.)

Dağları mı deldi?

Ne oldu?

Kendisini parlamentodan attırarak mı (yani dünyanın sopasını yiyerek mi) gerçekleştirdi bu “çıkışı” ya da “geri dönüşü?”

Daha önce neredeydi, Meclis’ten çıkarıldıktan sonra nereye avdet etmiş oldu ve “huruç hareketi” hangi noktada başladı?

Keşke yazıya oturmadan sözlük karıştırsaydınız, kullandığınız kelimelerin ne manaya geldiğini öğrenseydiniz de, “Merve Kavakçı, siyasi bir huruç hareketi yapma misyonunu taşıyor” gibi gülünç hatalar yapmasaydınız.

Köşeniz yok, biliyorum…

Roman yazarken aklınızda bulunsun.

Zuhal Mansfield : Hangi Ergenekon ?


Turcomoney

Bu toplumun her zaman kendini özdeşleştirdiği bir efsanesi, bir mitolojisi ve kuşaktan kuşağa aktaracağı bir hikayeye ihtiyacı oldu ve olacak. Bizim anlatacağımız hikayemize kan bulaştı, artık kötü ve karanlık bir kavram oldu.

Meşhur Türk Mitolojisi ifadesini köklü bir tarihe sahip olan ve tarihinin bilincinde olan bir Türk toplumunun varlığına hâlâ ve ısrarla inandığım için kullanıyorum. ‘Türk Mitolojisi’ ve/veya ‘Türk Efsanesi’ kavramını duyar duymaz akıllara hemen ‘Ergenekon’ efsanesi gelmeli. Günümüz şartlarında Ergenekon kavramının, özellikle yeni nesilin zihninde esastan uzak birşeyler çağrıştırması gayet olağan diye düşünüyorum. Sanırım bu makalenin sonunda benimle hemfikir olacaksınız.

Türk milletinin dili ve buna bağlı olarak edebi kültürü, destanları, efsaneleri, dedekorkut hikayeleri ve kahramanları, asırlarca kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa anlatılarak aktarıldı. Bu tablo, aktarılan değerlerin Türk toplumu için ne kadar önemli, ne kadar elzem olduğunu gösteriyor. Sözkonusu bu edebi değerler; yazılı olarak çok sonraları ele alınmıştır. Anadolu’da hala yazıya dökülmemiş, bilinenden çok daha fazla efsaneler, hikayeler ve anlatılanlar var… Bugüne kadar bu değerlere hakkıyla değer verilmediği gibi, tam ülkemizin geldiği ve bulunduğu ekonomik durum ve beraberinde getirdiği teknolojik seviye bunun için iyi bir altyapı oluşturacakken meşhur ‘Türk mitolojisi’, ‘Türk Efsanesi’ olarak kayda geçmiş ‘Ergenekon’ kelimesi farklı bir kulvarda kullanıldı. Böyle bir örgütün varlığını veya yokluğunu tartışmıyorum çünkü bu benim işim değil! Ancak Anadolu‘nun bir Türk evladı ve bu toprakların bir parçası olarak şu soru ister istemez aklıma geliyor . Bre vicdansızlar; ‘Hiç mi başka isim yoktu da, böyle -insanlarda travma yaratacak, beyinlerine kazınacak bir olgunun adını kalkıp da ‘Ergenekon’ koydunuz? (Böyle bir örgütlenmenin var olduğunu varsayarak) aslında bu soruyu sormanın, herkesin hakkı ve görevi olduğunu düşünüyorum.

Yakın tarihe kadar Bakırköy özgürlük meydanında, Taksim’de, Ankara’da ve ülkemin muhtelif yerlerinde, ekseriyeti melül melül, geçmişinden, tarihinden, mitolojisinden ve efsanesinden bihaber, cahilce dolaşan bir gençlik olduğunu varsayıyorduk. Bugün ise durum çok farklı. ‘Ergenekon’ kelimesini aynı kesime sorduğunuzda, ‘ETÖ’ -‘Ergenekon Terör Örgütü’ -‘Terör’- ‘gizli ve komplo’ gibi birçok negatif, olumsuz, kötü mânâ taşıyan kavramlarla bağdaştırmakta. Artık bunu kurtarma şansınız da yok denecek kadar az. Çünk Ergonakon’a dair oluşan kötü imaj beyinlere kazınmış durumda.

Unutmayalım ki, bu toplumun her zaman kendini özdeşleştirdiği bir efsanesi, bir mitolojisi ve kuşaktan kuşağa aktaracağı bir hikayeye ihtiyacı oldu ve olacak. İşte salt bu sebeple bu yazıyı kaleme alıyorum. Ne yazık ki; mitolojimize gölge düştü. Bizim anlatacağımız hikayemize kan bulaştı, artık kötü ve karanlık bir kavram oldu. Düne kadar belki ekonomik refah seviyemiz pek iç açıcı değildi, büyümenin, gelişmenin tüm bedellerini ödüyorduk. Karnımız hak ettiğimiz şekilde doymuyordu, maddi sıkıntılarla boğuşuyorduk ve yoksulduk ama bizim inandığımız değerlerimiz, anlatacağımız bir efsanemiz/mitolojimiz vardı. Bugün ortaya çıkan tablo akıllara, acaba ‚“değerlerimiz, elimizden alınmaya mı çalışılıyor?‘, sorusunu getiriyor! Sanki biz asıl şimdi fukaralaşmaya başladık! Tarihimiz, geçmişimiz peyder pey dolaylı/dolaysız yollarla silinip, yeniden tasarlanıyor gibi.

Bu hangi tarihin ve kaderin tekerrürü diye şöyle bir etrafa baktığımızda, bunun en çarpıcı örneğini Almanya’nın yaşadığını görüyoruz. 19. yy’ın sonlarına doğru Almanya’yı federal bir sistemle bir ‘ulus devleti’ haline getiren Otto von Bismarck‘dır. Otto von Bismarck ‘Deutsches Reich’ adı altında, sürekli birbirleriyle savaş halinde olan ufak, ufak devletçikleri birleştirerek bir ulus devleti oluşturdu. Bu devletin de ilk şansölyesi de kendi oldu. Almanların Atatürk’ü diye bir benzetme yapmakta bir mazur görmüyorum.

Gelin görün ki, ikinci cihan harbinden sonra Almanya yeniden tasarlandı, Alman ulus devleti tarihe gömüldü ve 1945-1949 yılları arasında yepyeni bir Almanya inşaa edildi. Bugün Almanya Federal Cumhuriyeti diye bildiğimiz ülke esasında yeni şekliyle 1949 yılında kuruldu. Varlığı, yeniden var olması ve varlığını sürdürmesi dört müttefik devletin insafına kalmış durumdaydı ve onların iki dudağının arasından çıkacak karara bakıyordu. Almanların ulusal kimliklerinin ilelebet yok olması, onların milli kimlikleriyle özdeşleşen bütün sembolik ve manevi değerlerin imha edilmesi dolaysız olarak ve aleni yapılıyordu. Örneğin 1841 yılında Hoffmann von Fallersleben tarafından yazılmış olan Alman Milli Marşı, 1945 sonrasında değişime uğrayarak yürürlüğe girebildi ve okunmasına ancak o tarihte müsaade edildi. Alman Milli Marşının, milliyetçiliği hatırlatan kıtaları dizelerden çıkarıldı. Ayrıca önemli bulduğum için dile getirmekte fayda bulduğum bir konu da Alman Milli Marşının kaleme alındığı Helgoland adası. Helgoland, Kuzey Denizi’nde ve anakaranın yaklaşık 40 km kuzeyinde bulunan 1,7 km²’lik ufacık bir ada. Helgoland adası II. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’nin eline geçer. İngilizler 18 Nisan 1947 tarihinde dünya askeri tarihinin nükleer olmayan en büyük patlatmasını gerçekleştirip, askeri sığınakları imha ederler. Adayı tamamen ortadan kaldırmak için karar alırlar, 4000 torpido başlığı, 9000 su bombası, 91.000 el bombası toplam 6.700 ton patlayıcı madde kullanılmış fakat fiilen adayı ortadan kaldıramamışlar.

"Sizce; Zaten savaştan galip çıkmış bir İngiltere, neden 1,7 km²’lik minnacık bir adacık olan Helgoland’ı imha etmek istedi? Bence; savaş mağlubu Almanların, milli kimliklerini yansıtan sembolik değerleri zedelemekten başka hiçbir mantıklı açıklaması yok.

HELGOLAND

20 Aralık 1950 tarihinde iki Alman üniversite öğrencisi ve bir tarih hocasının Alman bayrağını, protesto amaçlı adaya dikmeleriyle ve bunu takip bir takım başka eylemlerin ardından 1 Mart 1952 tarihinde Helgoland tekrar Almanya’ya, İngilizler tarafından iade edildi. Günümüzde, demokratik ve anayasal sisteme sahip olan ülkeler arasında Anayasası olmayan tek devlet Almanya Federal Cumhuriyeti’dir. Alman anayasasının adı ‘anayasa’ değil ‘Temel Kanun’dur.

Federal Almanya’nın birleşerek bir ulus devleti haline gelmesini sağlayan fikir babası Otto von Bismarck’ın ülkesi için vermiş olduğu çabalar artık hatırlanmıyor. Ülkenin bir kaç yerinde, kimsenin algılamadığı, hele genç kuşağın neredeyse tanımadığı üç-beş heykelinden başka bir iz bulmak mümkün değil.

Almanlar 1945’ten sonra tabiri caizse ‘redd-i miras’ yaptılar daha doğrusu redd-i miras yapmak durumuna getirildiler. Çünkü öyle gerekiyordu. Keza yeni yapılandırılan Almanya, nasıl bir sonuç vereceği belli olmayan ‘pilot projeydi’, bir deneydi.

Bu modelin göstereceği neticeye göre önce Avrupa, daha sonra bilinçlı seçilmiş çeşit çeşit ülkeler bu model doğrultusunda yeniden tasarlanacaktı. Ve öyle de oldu.

Modelin ismi: ‘Şirket Devleti’. Almanya’nın bu kadar mükemmeliyetçi ve tıkır tıkır bir işletme, tıpkı bir şirket gibi işlemesinin arkasında bu yatıyor. Alman Temel Kanunu’nun (Anayasa) 65. maddesinde Şansölye’nin (Başbakan) görevi tarif ediliyor. Şansölye’nin görevi tarif edilirken bir CEO’dan, bir şirket yöneticisinden bahsediliyor adeta. Bu verilebilecek birçok örnekten sadece bir tanesi.

Günümüz dünyasında artık herkesin ağzında sakız olmuş bir küreselleşme, küresel güç gibi kavramlar kullanılmakta. Samuel P. Hantington’in ‘Medeniyetler Çatışması’ kitabında "zamanla ulus devletlerin yok olacağını ve bunların yerini küresel sermayeye tabi olan ve küresel sermaye tarafından yönetilen şirket devletleri alacağını dile getirmişti". Bunun zaten bu şekilde uygulandığını görmemek ve kabul etmemek mümkün değil. Ancak bu küresel kervana katılma esnasında, dahil olmak için ödenen bedeli çok iyi tahlil etmek gerektiğini düşünüyorum.

Almanya’nın yaşadığı bu kötü ve kara leke olan tarihi gerçeği hiç bir milletin, hiçbir ülkenin ve devletin yaşamasını istemem.

Sebepleri ve çıkış noktalarının ayrı tutulması şartıyla, netice itibariyle bir ülkeye; bu denli, tarihi yeniden yazılarak, tarihi reddedilerek, bir cerrahi müdaheleyle yeni bir sentetik kimlik yaftalanması çok feci olmalı. Dilerim Almanya’nın başına gelen, en yumuşıtılmış haliyle ve/veya değişik bir yöntemle de olsa bizim başımıza gelmez.

Neden mi böyle düşünüyorum? Çünkü ülkemi çok seviyorum. Çünkü bir karış vatan toprağı için "nefer şehit, ordu gazi olacak" öğretisinden yola çıkıyorum. Ben Anadoluluyum bana birileri; "ülkenizde garip şeyler oluyor gibi, sanki tarihiniz değiştirilmeye çalışılıyor. Ülkeye değer katmış ve bu uğurda tereddütsüz canından olmuş, sembolleriniz ve değerlerinizle oynanıyor. Efsaneleriniz ve mitolojiniz unutulsun isteniyor gibi…" dediklerinde huysuzlanıyorum. Kanıma dokunuyor.

Ve yine o soru takılıyor aklıma: Bre vicdansızlar başka isim mi bulamadınız da Ergenekon dediniz?

Kadın Gözüyle

Zuhal MANSFİELD / Turcomoney

DEİK / Türk Mısır İş Konseyi Başkanı

http://haber.rotahaber.com/hangi-ergenekon_412918.html#ixzz2ja0SkQZC

DERİN DEVLET DOSYASI : Siz hala derin devleti Ergenekon’da arayın


Binbaşı Cem Ersever dosyası, karanlıktan bırakılan bir çok faili meçhul cinayetler gibi “zaman aşımı”na girdi. Ersever 29 Ekim 1993 günü faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Ersever’le birlikte, PKK itirafçısı Mustafa Deniz (İhsan Hakan adını kullanıyordu) ve Ersever’in sevgilisi Neval Boz’un (Mahsune Dguvebe) cesetleri 4 Kasım 1993 günü Ankara’nın üç çıkışında bulundu. Aradan 20 yıl geçti, çeşitli senaryolar üretildi, fakat ne katiller ne de cinayeti azmettirenler bulundu.

25 yıllık arkadaşım, gazeteci- yazar Soner Yalçın ile birlikte yirmi yıl önce, Binbaşı Cem Ersever ile yaptığımız söyleşi şimdi Ergenekon dava dosyasındadır. 9- 14 Haziran 1993 tarihleri arasında Aydınlık’ta yayımlanan bu söyleşi daha sonra Soner Yalçın tarafından “Binbaşı Ersever’in İtirafları” adıyla kitaplaştırıldı. Türkiye halkı, karanlık eylemlerin arkasındaki Gladyo’yu (Kontrgerilla) 2000’e Doğru, Aydınlık ve işte bu kitaptan öğrendi.

Binbaşı Cem Ersever’le Türkiye basınında bir ilktir bu söyleşi. 20 yıl öncesini şimdi hatırlatalım.

UBA’nın haberinden sonra

5 Haziran 1993 günü Ulusal Basın Ajansı’nın (UBA) teleksinden gelen haberde “30 Özel Harpçi’nin ordudan istifa ettiği” yazılıydı. Aslında haberi yapan ve bazı gazete ve ajanslara gönderen Binbaşı Ersever’in kendisiydi. Ancak sadece UBA bu haberi kullanmıştı.

PKK, 1993 yılının mart ayında ilk kez tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Çankaya Köşkü’nde Turgut Özal oturuyordu. Öcalan ise Bekaa’da idi. Ateşkes ilanından kısa süre önce 24 Ocak 1993’te gazeteci- yazar Uğur Mumcu bir suikast sonucu öldürülmüştü. 16 Şubat 1993’te ise Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis esrarengiz bir “uçak kazası” sonucu hayatını kaybetmişti.

Ateşkesten hemen sonra Özal’ın “özel danışmanı” Cengiz Çandar Bekaa’ya gitmiş, Öcalan’la ilk röportajını yapmıştı. Çankaya “siyasi çözüm”den söz ediyordu. UBA’nın haberi tam da bu günlere denk geliyordu.

2000’e Doğru dergisinden beri hakkında çok şey duyduğumuz, yazdığımız Binbaşı Ersever’i bulmak, onunla bir söyleşi yapmak fırsatı doğmuştu. Ersever’e ulaşabileceğimiz bir telefon numarasını UBA’dan bulduk. Ersever söyleşi teklifimizi kabul etti ve bir gün sonra Ankara Mithatpaşa caddesindeki Aydınlık bürosuna geldi.

Ersever’e neleri sorduk?

Binbaşı Ersever, çok ses getiren açıklamasını yapmak için peşinde çok sayıda medya organı varken Türkiye basınında ilk olarak Aydınlık gazetesini tercih etmişti. Ersever’le röportajı Soner Yalçın’la birlikte yaptık. Üç günlük söyleşiyi Aydınlık’ta dizi olarak yayımlandı. Hem övgü hem de tepki anlamında çok ses getirdi.

Ersever’e neleri sorduk, neleri konuştuk? Hepsi kasette mevcuttur. Öncelikle faili meçhul cinayetleri sormuşuz Ersever’e.

Uğur Mumcu, Turan Dursun, Muammer Aksoy suikastlarını;

Musa Anter cinayetini;

HEP Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın cinayetini ve Aydın’ın cenaze töreninde yaşananları;

“Patronu benim” dediği JİTEM’i;

Gladyo’yu (Kontrgerilla’yı);

Hizbullah terör örgütünü ve arkasındaki karanlık odakları;

PKK’nın 1992’de Alan, Aktütün, Derecik karakol baskınlarını;

Çekiç Güç’ü;

PKK itirafçılarını ve “yıldız timleri”ni;

Kürt sorununda ABD’nin rolünü;

Yeşil’i, Barzani ve Talabani’yi, vs. vs…

Sonrası biliniyor…

Cem Ersever’le yapılan söyleşi, Aydınlıkçılar’ın bundan tam 20 yıl önce de Gladyo ile nasıl mücadele ettiklerini kanıtlamaktadır. Sadece bu söyleşi bile, “PKK’ya, Hizbulah’a ve DHKP-C’ye talimat veren Ergenekon örgütü” iddiasının akıl ve mantık dışılığını göstermiyor mu? Gladyo’nun elemanlarını Ergenekon sanıkları arasında değil de faili meçhul cinayetleri “zaman aşımına” bırakanlar arasında aramak gerekiyor. (Hikmet Çiçek/Aydınlık)

Odatv.com

ERGENEKON DAVASI : Kürt siyasetçiden HDP’ye Ergenekon iması !


İbrahim Güçlü, HDP’nin Ergenekoncuların planlarıyla örtüştüğünü belirterek, ”HDP, Ulusal Solcu ve Stalinist bir partidir. Kürtlerin, Alevilerin, Liberallerin, İslamcıların partisi değildir.’ dedi…

Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, Halkların Demokrasi Partisi’nin (HDP) Öcalan ve Kandil’in direktifiyle kurulmuş bir parti olduğunu söyledi.

HDP’nin ulusal solcuların ve Kemalistlerin bir projesi olduğunu ve Ergenekoncuların planlarıyla da bir örtüşme gösterdiğini belirten Güçlü, "HDP, Ulusal Solcu ve Stalinist bir partidir. Kürtlerin, Alevilerin, Liberallerin, İslamcıların partisi değildir." dedi.

Cihan Haber Ajansı’na (Cihan) konuşan İbrahim Güçlü, Halkların Demokrasi Partisi’ni (HDP) değerlendirdi. HDP’nin kuruluşunun gündeme geldiği aşamadan itibaren, BDP içinde de huzursuzlukların baş gösterdiğinin kamuoyu tarafından bilindiğini ifade eden Güçlü, BDP içindeki tepki ve huzursuzlukların ise mahalli genel seçimlerde Türkiye’nin batısında HDP’nin ve onların deyimiyle Türkiye’nin doğusunda BDP’nin seçime katılmasına karar vermekle bastırıldığını belirtti.

Ama HDP’nin genel seçimlere tek başına girmiş olmasına karar verilmesinin, bu huzursuzluğa son vermiş olmadığını dile getiren Güçlü, bu huzursuzluğun, Öcalan ve Kandil vesayetinden dolayı bastırılmış olduğunu ‘sağır sultanın’ bile duyduğunu vurguladı. Çünkü bu kararın BDP’nin hayatına son verdiğini ve HDP, legal alanda BDP’liler ve Apocular için tek alternatif parti seçeneği olduğuna dikkat çeken Güçlü, bu konuda da ‘gün doğmadan neler doğar’ demenin yanlış olmayacağını kaydetti.

HDP’nin Kürtlerin bağımsız örgütlenmesine son verme stratejisi olduğunu savunan Güçlü, günümüzde de Kürt solcuları dışında Kürt liberallerinin, Kürt İslamcılarının da kendi bağımsız örgütlerini oluşturmaya çalıştıkları bir sürece girilmiş durumda olunduğunu söyledi. HDP’nin kuruluşunun, bu konseptin son bulması, eski çizgiye, Kemalistlerin Kürtleri örgütsüzlüğe mahkûm ettiği döneme dönmek anlamına geleceğini ileri süren Güçlü, HDP’nin aynı zamanda Kürt ulusunun kaderinin Türklere terk edilmesi projesi olduğunu ifade etti.

"Kürtler, kendi kaderlerini kendi iradeleriyle tespit edeceklerdir. Bu iradeleri de yapılandırdıkları, oluşturdukları örgütlerle olacağı dünyanın diğer milletlerinin tecrübeleriyle de açığa çıkmış bir sorundur." diyen Güçlü, şöyle devam etti: "HDP ise Kürtlerin kaderini Türklerin eline terk etme konsepti ve örgütlenmesidir.

Kemalist Türk ulus devletinin yaşatılmasının ve devam ettirilmesinin; Kürtlerin ikinci sınıf bir topluluk olmaya devam etmesi; Kürtlerin hükümranlık, iktidar olma, kendi kendini yönetme hakkının engellenmesidir. Bu yapılanma, Öcalan’ın, üniter Kemalist devleti savunmasına, ‘Demokratik Cumhuriyet Tezine’ tamı tamına uygun bir gelişmedir. Ama bu Öcalan’ın stratejisi değil bir derin devlet projesidir."

HDP’nin ulusal solcuların ve Kemalistlerin bir projesi olduğunu ve Ergenekoncuların planlarıyla da bir örtüşme gösterdiğini belirten Güçlü, "HDP, Ulusal Solcu ve Stalinist bir partidir. Kürtlerin, Alevilerin, Liberallerin, İslamcıların partisi değildir. Her siyasi çevre HDP’yi kendisine göre tanımlamaktadır. Bazılarına göre HDP Kürtlerin ve Türklerin partisidir. Bu tez yanlıştır. HDP, Türk rasyonelleri içinde kurulan ve beyni Türk olan bir partidir. O bakımdan Öcalan istedi diye HDP Kürt partisi olmaz. Sadece Kürtler, partinin tabanı, hamalı olabilir. Parti, karakteri gereği her şeyi araçsallaştırdığı gibi Kürtleri de araçsal olarak ele alıyor ve alacak.

HDP, Alevilerin de partisi değildir. Çünkü HDP tanrı tanımaz bir örgüttür. O zaman nasıl mezhepleri tanır." dedi.
HDP’nin demokrat ve liberal bir parti olmadığını ifade eden Güçlü, PKK’ya ve Öcalan’a yönelik bir eleştiri sahibi de olmadıklarını vurguladı. Öcalan ve Kandil’in direktifiyle kurulmuş bir parti olduğunun altını çizen Güçlü, şunları söyledi: "Bu parti Kandil’den beslenmektedir ve oradan finanse edilmektedir.

BDP’den bile daha bağımlı bir partidir. Bu nedenle de çıkarcı ve güdümlü bir partidir. HDP, İslamcıların partisi hiçbir zaman olamaz. Çünkü HDP, tanrı tanımazların partisidir. Bir hanım İslamcının, HDP’de lider sultası olmadığı için orada olduğunu söylemesi oldukça garip, anlaşılmaz bir durumdur.

HDP, tek lider, tek ideoloji, tek parti egemenliğini ve diktatörlüğünü savunmasına rağmen nasıl oluyor da lider sultasına sahip değil, bunu anlamak oldukça zor. Bu İslamcı da, ‘Öcalan İslamcısı mı?’ diye sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. HDP’nin PKK’nın diktatörlüğünün ve cumhuriyetinin bir araçsal yapısı ve emanetçi bir örgüt olduğunu bize anlatıyor.

HDP, Kürtlerdeki çoğulculaşmanın, demokratikleşmenin, değişimin önüne geçme aracıdır. HDP, eski statünün korunması, Kürtlerdeki değişim, gelişme, demokratikleşme ve çoğulculaşmasının da önüne geçilmesinin bir barikatı, konsepti, planlı ve programlı projesidir."

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!