Etiket arşivi: suç

ARAŞTIRMA DOSYASI : Kızlı-Erkekli Öğrenci Evleri Normal mi ? Sapma mı ? Yoksa Suç mu ?


Prof. Dr. Halil İbrahim Bahar

hibahar

Bu soruyu, çoğu on sekiz-yirmi yaşlarında, üniversiteye yeni başlamış olan ve sosyolojiye giriş dersi alan öğrencilere sınavlarda soruyoruz. Soruya cevap aramadan önce, tüm Türkiye olarak günlerdir işimizi gücümüzü bırakarak kızlı-erkekli evlerde kalma meselesini tartışıyor olmamızın nedenlerini incelememiz gerekiyor. (Avrupalılar bu kez “Biz karışmayız, sizin iç işiniz” dediler ve topa girmediler.)

Başbakan’la Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın arası, gezi olaylarında olduğu gibi, kızlı-erkekli ev meselesi yüzünden gerildi. Arınç, Başbakan’ın konuyu genellemediğini, konunun sadece yurtlarla sınırlı olduğunu söyledi. Başbakan ise yurtlar da dâhil kızlı-erkekli tüm evleri kast ettiğini söyledi. Arınç, böylece boşa düşürüldü. Ulusal gazetelerde konu hakkında doğrudan yazan yazar sayısının otuzu geçtiği söyleniyor. Meselenin dolaylı kısmını oluşturan “yaşam tarzına müdahale”, “özel yaşamın gizliliği”, “konut dokunulmazlığı”, “gençlerin ahlaki yönden korunması ve ebeveynlerin feryatları” ve benzeri konular medyanın temel konusu haline geldi.

Televizyon programlarında siyasetçilerin, entelektüellerin ve gazetecilerin hararetli tartışmalarını izliyoruz. Oysa çok daha önemli iç ve dış konular varken, yanıtı oldukça basit olan bu tartışmaları neden bu kadar uzattık? Kızlı-erkekli ev meselesini ilk olarak gündeme taşıyanın Başbakan Erdoğan olması, yukarıdaki soruyu sıradan bir sosyoloji sorusu olmaktan çıkardı ve Türkiye’nin birinci sosyal ve siyasal konusu haline getirdi.

Kızlı-erkekli öğrenci evi günümüze ait bir konu değil. Tartışmalarda bazı kültürlerde yaygın olan ve normal kabul edilen kızlarla erkeklerin aynı evi paylaşmaları konusunun Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirilmesinin nedeni nedir sorusunun yanıtı da arandı (Meselenin bireye, aileye ve topluma bakan yönleri var). Muhafazakâr bir hükümetin Başbakan’ı olması nedeniyle Erdoğan’ın konuya muhafazakâr bir babanın duyduğu hassasiyetle yaklaştığını tahmin etmek zor değil. Bununla birlikte, onca acil mesele masanın üzerinde dururken bu da neyin nesiydi?

Bazıları, suni gündem oluşturma ve dikkatleri başka yöne çekme pratikleri açısından Başbakan Erdoğan ile rahmetli Özal arasında paralellik kurdu. Rahmetli Özal’ın özellikle yurt dışına çıkışlarında, farklı bir konuyu ortaya atarak, konunun günlerce tartışılmasını sağladığı; böylece Özal’ın kendi politikalarına daha rahat odaklandığı ve söz konusu politikalarla ilgili daha kolay ve hızlı mesafe aldığı hatırlatıldı. Onlara göre Başbakan’ın yaptığı tam da buydu. Çünkü Türkiye dış politikada hüsrana uğradı ve yalnızlaştı. Türkiye’nin Suriye politikası istenen sonucu vermiyor. Daha da kötüsü Batı, Esed’i suçlayacağına dolaylı yollardan Türkiye’yi suçluyor. Suriye’deki radikal unsurlara Türkiye’nin destek verdiği iddia ediliyor. Son olarak Suriye’ye gitmek için yola çıkan kimyasal yüklü bir araç yakalandı. Bu durum gündem değiştirecek çok hassas bir konunun ortaya atılmasını gerektiriyordu. İşte kızlı-erkekli öğrenci evleri tartışması, onlara göre tam da bu işe yarıyordu.

Ben, bütün bunların aksine Başbakan Erdoğan’ın kızlı-erkekli ev meselesini gündem değiştirmek için dile getirdiğini düşünmüyorum. Hepimiz çocuklarımızın ve gençlerimizin kendilerini en iyi şekilde yarınlara hazırlamasını, onların bilgili, donanımlı ve güçlü olmasını istiyoruz. Bu isteğimiz salt gençlerin kendi bireysel yaşamları ile ilgili değil. Gençlerimizin geleceği, hepimizin, toplumun, ülkemizin ve hatta dünyamızın geleceği anlamına geliyor. İşte bu yüzden kızlı-erkekli öğrenci evi tartışmasına hepimiz dâhil oluyoruz. Bu konuda hepimizin söyleyeceği çok şey var.

Başbakan’ın “Bazı yerlerde yurtlar noktasında ihtiyacına cevap veremediğimiz için evlerde kalma noktasında sıkıntı yaşanıyor. Buralarda güvenlik güçlerimize gelen istihbarı bilgiler var. Valiliklerimiz bu durumlara müdahale ediyorlar. Bundan niye rahatsız olunuyor? Bazı köşe yazarları inadına bu tür şeyleri yazıp çizecekler diye biz bu ihbarları bir kenara atamayız. (…) Bunlar aynı apartmanın içinde. Daire komşuları ihbarı yapıyor. Buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık her şey olabiliyor. Anneler babalar feryat ediyor. Bu adımlar atılacaktır. Bunlara da kusura bakmasınlar muhafazakâr demokrat olarak müdahil olmak zorundayız. Bu ülkede annelerin babaların kahir ekseriyetinin bu işlere asla müsaade etmeyeceğini bilen insanım. Nerede nasıl seslerin yükseldiğini bilen insanım. Bu işte biz kararlı adım atmaya mecburuz.” açıklamasına bakarak onun meseleyi bir birey, bir baba ve hepimizden sorumlu bir başbakan olarak ele aldığına ve Başbakan’ın çok hassas olan bu konudan siyasi kazanç sağlama peşinde

olmadığına inanıyorum. Fırat’ın kıyısındaki kuzunun kurt tarafından kapılmasının hesabının Ömer’e sorulacağı hassasiyetini taşıdığını söyleyen Başbakan’ın meseleye siyasi, ahlaki, dini ve vicdani sorumluluk açısından yaklaştığını düşünüyorum.

‘Kızlı-Erkekli Öğrenci Evleri Normal mi, Sapma mı, Yoksa Suç mu?’ sorusuna cevap aramaya giriş açısından cevaplanması gereken bir soru ve bu soruyla ilişkili birçok soru daha var: “Kızlı-erkekli ev tartışmalarının referans çerçevesi nedir?”

İyi niyetli adımlar, her zaman uygun sonuç vermez, önce bunu netleştirmemiz gerekir. “Meseleyi nasıl ele alacağız?” sorusunun ardılları da şunlar: “Bu tartışmaya hangi mercekle bakacağız? Mesele nedir? Ahlak sorunu mu? Din sorunu mu? Hukukun çiğnendiği bir güvenlik sorunu mu? Bütün bunların hepsi mi, yoksa hiçbiri mi? Tartışmalarımızı yaparken içinde bulunduğumuz zamanı ve kültürü ve toplumsal yapıları hesaba katıyor muyuz?”

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; çocukların ve gençlerin kendilerini bekleyen tehlikelerden korunması tüm zamanlarda ve tüm toplumlarda önemli bir konudur. Her toplumda ebeveynlerin, yöneticilerin, siyasetçilerin ve diğer kişilerin çocukları ve gençleri koruma ve onları geliştirme sorumlulukları vardır. Bu sorumluluğun yerine getirilmesiyle, gençlerin bireysel yaşamları garanti altına alındığı gibi, aynı zamanda toplumun geleceği de garanti altına alınmış olur. “Bana ne, ne yaparsa yapsınlar!” diyemeyiz. İşte bu yüzden siyasetçiler gençlerin korunması ve gelişmesine yönelik kararlar alır; bürokratlar da bu kararları uygular. Toplum da alınan kararları destekler. Bütün bu karar alma ve uygulama işi toplumsal kültür ve toplumsal rıza içinde olur. Tartışmanın temel kaynağını da işte tam burası oluşturmaktadır. Toplum meseleye farklı bakıyorsa meseleyi nasıl değerlendireceğiz? Geleneksel kültürün merceğiyle mi, kişi hak ve özgürlüklerini temel alan evrensel kültürün merceğiyle mi?

Önce meselenin çıkış noktasına bakalım. Kızlı-erkekli ev tartışması Denizli’de üniversite öğrencilerinin kaçak apartlarda kızlı-erkekli kalmaları gündeme gelince başlamış, öğrencilerin aynı zamanda apartlardaki usulsüz fiyat uygulamaları konusundaki mağduriyetlerinin gündeme gelmesiyle de devam etmişti. Burada iki farklı konu var elbette. Birincisi öğrencilerin barınma gereksinimlerini kaçak apartlarda, zor koşullarda ve mağdur edilerek karşılanmaya çalışılmasıdır. İkinci konu ise -tartışmanın esası haline gelen- öğrencilerin kızlı-erkekli aynı evde yaşamasıdır. Denizli’de apartlarda kızlı-erkekli kalma sorunu, başka kentlerdeki üniversite öğrencilerinin sorun olarak görmediği, kendi tercihleri olan kızlı-erkekli kalmaları, çok önemli bir sorun haline getirdi.

Sorunun tam olarak adlandırılmaması, tartışmalara hangi mercekle bakmamız gerektiğini kararlaştırmamızı da engellemektedir. Konunun iç politik ve ekonomik boyutları da var. ‘Her ile üniversite, her ilçeye fakülte veya yüksek okul: müşteri olmaktan öğrenciliğe geçememek!’

Kızlı-erkekli öğrenci evlerinin öncelikle ahlaki açıdan değil de barınma açısından ele alınması gerekiyor. Pamukkale Üniversitesi’nde yaklaşık kırk beş bin öğrencisi olduğu, Kredi Yurtlar Kurumu’nun kapasitesinin beş bin, özel yurtların ise bin dolayında olduğu söylenmekte. Kalan öğrenciler ise barınma sorununu daha farklı yollarla karşılıyormuş. Kentte öğrencilere yönelik bir apart sistemi ortaya çıkmış. Öğrenciler yurt kapasitesinin yetersiz olmasının mağduriyetini yaşıyorlarmış.

Üniversite öğrencilerinin barınma sorunları gündeme gelmeliyken; onların kızlı-erkekli kalması konusu, tartışılması gereken asıl meseleyi örtmüş oldu. Gerçek sorun konuşulmuyor; bunun yerine, bireysel bir tercih ve aile meselesi olan kızlı-erkekli evde kalma meselesi haksız yere gündemi işgal ediyor. Çok uzun ve çok boyutlu bir konu olan ‘YÖK, üniversiteler, her ilde bir üniversite, her ilçede fakülte veya yüksekokul politikasının olumsuz sonuçlarını artık çok geç olmadan, nesnel bir şekilde tartışmamız gerekiyor.

Başbakan Erdoğan, Denizli’de yurtların yetersiz olması nedeniyle kızların erkeklerle aynı evi paylaşmasının olumsuz sonuçlarına vurgu yaptı ve meselenin çözülmesi gerektiğinin altını çizdi. Ancak yurtların yetersiz olması ve öğrencilerin özel yurtlarda ve kiralık evlerde barınmaktan başka çarelerinin olmaması sadece Denizli ile sınırlı değil. Her ilimizde en az bir devlet üniversitesi var. Çoğu tabela üniversitesi olmaktan öteye gitmeyen bu kurumlar, fiziksel ve akademik alt yapı eksikliğiyle boğuşmakta.

Akademik öncelikleri bir tarafa bırakılan öğrencilerin en büyük sorunu barınmadır. Devlet üniversite öğrencilerinin aşağı yukarı yüzde onuna yurt olanağı sağlıyor. Geri kalanlar kendi başlarının çaresine bakmak zorunda bırakılmakta. Türkiye’nin ücra yerlerine üniversite, fakülte ve yüksekokul açmanın birinci önceliği, ortaya çıkan sonuçlara göre öğrencilerin yararı değil, mahalli ekonominin güçlenmesidir. Öğrenciler özel yurt ve ev sahiplerinin insafına bırakılmaktadır. Bazı illerde fiyatlar mahalli halka ve öğrencilere göre farklı şekilde belirlenmektedir.

Her ile üniversite açılmasının görünen amacı, bilimsel ve akademik gelişmelere katkı sağlamak yerine, o ilde ekonomik faaliyet alanı oluşturmaktır. Bu yüzden gerçek üniversite öğrencisi olamayan gençler, kira ödeyen, marketten alışveriş yapan, lokantada yemek yiyen, simitçiden simit satın alan, pastanede çay içen ve dolmuşa para ödeyen müşteri konumuna indirgenmiştir. Kentin ekonomisi her öğrencinin aşağı yukarı harcayacağı miktar ile öğrenci sayısının çarpımına göre belirlenmektedir. Kentle öğrenci ilişkisi, birbirlerini akademik ve kültürel yoldan etkileyen ve birbirlerinden etkilenen iki taraf yerine, sadece esnaf tüketici ilişkisine indirgenmiştir. Çoğu rektörün birinci amacı, akademik kalitenin artması yerine, öğrenci sayısının artmasıdır. Akademik gelişmeler birinci planda değildir.

Yukarıdaki açıklamalar, üniversite öğrencilerin karşılaştığı sorunların sadece çok az bir bölümü. Yapılması gereken ilk iş, öğrencinin sadece müşteri statüsüne indirgendiği bir yükseköğretim anlayışının değiştirilmesidir. Politika ve uygulamaların, öğrencilerin yararı hesaba katılarak yapılması gerekmektedir. Devlet öncelikle öğrencilerin barınma sorununu çözmelidir.

Tespitlerimizi sıraladıktan sonra makalenin başlığı olan soruya tekrar dönelim. Normal, sapma ve suç nedir?

Kızlı-erkekli öğrenci evlerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini sormuş, normal, sapma ve suç olarak üç farklı kategori öne sürmüştük. Modern, demokratik, dünyanın on yedinci büyük ekonomisine sahip, Avrupa Birliği’ne girme ve Avrupa Birliği’nin normlarını toplumsal yaşamına aktarmak isteyen, bölgesel ve küresel liderlik peşinde koşan ve İstanbul’un küresel bir kent olmasını isteyen Türkiye’yi göz önüne alarak konuşmak gerekiyor. O halde “normal” ve “normal olmayan” ın tartışmaya açık olduğunu söyleyerek başlayalım yanıtımıza. Normal ile normal olmayanın tartışmaya açık olması, kültürel farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bir davranış biçimi bir toplumda onaylanırken, başka bir toplumda onaylanmaz. Yaşam biçimlerimiz ve içinde bulunduğumuz kültürel yapı, “normal” ile “normal olmayan” arsındaki sınırları belirler. Bu sınırlar farklı toplumlarda farklı şekildedir.

Geleneksel toplumlarda ortak değerler egemendir. Söz konusu değerler toplumsal yaşamın ve toplumsal etkileşimin şekillenmesinde etkindirler. Formel hukuk kurallarının egemen olduğu modern toplumlarda ise toplumsal değerlerin birey üzerindeki etkisi sınırlıdır.

Toplumsal anlamda “normal” olanın tersi “sapma”dır. Sapma, kültürel normların ihlal edilmesidir. Sapmanın toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Bir eylem bir toplumda “normal” olarak değerlendirilirken, aynı eylem başka bir toplumda “sapma” olarak değerlendirilmektedir. Bu yüzden modern toplumda davranışların normal veya sapma olarak değerlendirilmesi üzerinde uzlaşma sağlama beklentisi gerçekçi değildir.

Davranışları sade normal veya sapma açısından ele almak bireyin, ailenin ve toplumsal düzenin sağlanması açısından yeterli değildir. Bazı davranışlar hakkında toplumsal uzlaşmayı beklemeden formel kararların alınması gerekmektedir. Burada herkesin üzerinde uzlaştığı “toplumsal rıza” aranmaz. Amaç sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal faydanın da sağlanması olduğu için, bireyin alınan kararlara uyması zorunlu olmalıdır. İşte burada formel hukuk kuralları devreye girmektedir. Hukuk kurallarının uygulanmasında toplumsal rızanın aranmaması, diğer bir deyişle toplumun bu kurallara uymasının zorunlu olması, hukuk kurallarının kaynağının toplumun gereksinimi ve talebi olması gerektiği gerçeğini değiştirmez.

Kızlı-erkekli ev meselesi sorusuna tekrar dönecek olursak; meselenin normal mi, sapma mı olduğunun tartışma yeri, toplumsal kurumlardan olan aile ve eğitimdir, demek zorundayız. Ailede bireyler özel meselelerini, tercihlerini kendi aralarında konuşurlar; ortak tutum ve davranış belirlerler ve davranışlarını buna göre belirlerler. Aile bireyleri arasında bu konuda farklı düşünce ve uygulama çıkacaksa, Nihal Bengisu Karaca’nın deyimiyle “devreye devletin polisi değil, annenin terliği girmelidir.”

Kızlı-erkekli öğrenci evleri yasalarda suç olarak tanımlanmamıştır. Bu yüzden Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarını talimat olarak kabul edip, durumdan vazife çıkaracak olan bürokratlar, en temel haklardan biri olan “konut dokunulmazlığı” ve “özel hayatın gizliği” ilkesini çiğneniş olurlar. Bu da bireysel yaşamı koruması gereken devletin, bireysel yaşama müdahale etmesi anlamına gelmektedir.

Özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi ilkesi Anayasa’da güvence altına alınmıştır. Devletin ailenin korunması için gereken önlemleri alması anayasal bir zorunluluktur. Bu güvencenin istisnaları elbette vardır. Konut dokunulmazlığının istisnaları milli güvenlik, kamu düzeni, suçun önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunmasında ortaya çıkmaktadır.

Sonuç

“Normal”, toplumsal kültür tarafından uygun görülen davranışlara denir. “Sapma”, kültürel normları, “suç” ise formel kuralları çiğneyen davranışlara denir. O halde meselenin hem kültürel, hem de hukuksal yönünün olduğunu görüyoruz.

Türkiye farklı kültürlerin ve toplumsal normların egemen olduğu bir ülkedir. Başta Başbakan olmak üzere tüm siyasetçiler, kızlı-erkekli evler hakkında görüşlerini açıklayabilirler. Kızlı erkekli evin, normal veya sapma olarak değerlendirilmesi toplumdan topluma göre değişir. Kızlı-erkekli evlere ait formel bir düzenleme yokken –ceza kanununda suç olarak düzenlenmediği halde- Devlet’in valisinin Başbakan’ın açıklamalarını talimat kabul ederek “durumdan vazife çıkarması” normal değildir. Başbakan’ın sözleri bir bürokrat için talimat olamaz. Bürokratın bakacağı talimat kanun, tüzük ve yönetmeliklerdir.

Kızlı-erkekli evler, kültürel anlamda elbette tartışılabilir. Meselenin bireysel özgürlükler, özel yaşamın gizliliği ve hukuksal açıdan tartışılacak bir yeri yoktur. Demokrasilerde bu konu nettir: İsteyen istediği şekilde, istediği kişiyle kalır; kişinin bu tercihi sadece onu bağlar. Kızlı-erkekli evler yerine, YÖK, üniversiteler, her ilde üniversitenin, her ilçede fakülte/yüksekokul politikasının olumsuzluklarını tartışmalıyız.

Devlet önce kendi koruması altındaki çocuklara sahip çıkmalı; koruma yurtlarında kalıp da yurtlardan kaçan ve olumsuz davranışlar gösteren çocuklara yönelik politikalar yaşama geçirilmelidir.

Şefkat Der’in yaptığı bir araştırmaya göre sokaklardaki seks kölesi kadınların sayısı yüz bini geçerken bunların elli binini çocuklar oluşturmaktadır. Sokakta yaşayan, çalışan, suça sürüklenen ve suç mağduru olan çocuklara ilişkin kaygılar ve politikalar çok yetersizdir.

Gelişmiş toplumlar, suçlularına bile suçlu damgasını vurmaktan kaçınırken, Türkiye belli kesimleri damgalayarak onları kriminalizasyona tabi tutuyor. Bu olumsuzluklar basına yansımaya başladı bile. Bu tartışmalardan etkilenerek öğrencilere kriminal veya ahlaksız damgası vurulmamalı.

ERGENEKON DAVASI /// YANDAŞ MEDYA /// İşte Hasdal’da Evlenen Teğmen’in Suçu


Ergenekon’dan 16 yıla mahkûm olduktan sonra tutuklanan ve Kılıçdaroğlu’nun nikah şahitliğinde evlenen Teğmen Çelebi gerçeği…

Ilıcak: “Çelebi, Aydın çiftinin himayesi altında Ergenekon adına Hizb-ut Tahrir’e sızmakla suçlanıyor.”

Nazlı Ilıcak/Sabah

Kılıçdaroğlu ve Çelebi

Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’yi askeri vesayetten kurtaran davalara özel bir ilgi duyuyor. Ama bir siyasetçiden beklenenin aksine hep hüküm giyenlerin yanında yer alıyor. Meseleye insani açıdan yaklaşsa hak vermek mümkün. Fakat sürekli yargı kararını tartışıyor.

Geçen gün, Ergenekon’dan 16 yıla mahkûm olan Mehmet Ali Çelebi’nin cezaevindeki nikâhına katıldı. Çelebi’nin haksızlığa uğradığını savunurken şöyle diyor: “Emniyet’te telefonuna isimler yüklendi. Sonra oybirliğiyle tahliye edildi. Bilahare dosyada hiçbir değişiklik olmamasına rağmen tekrar tutuklandı. Ve 16 yıla mahkûm edildi.”

Kılıçdaroğlu “Dosyanın muhtevası değişmedi” diyor ama Çelebi, Ergenekon davasından 16 yıla mahkûm olduktan sonra tutuklandı.

Tahliye edilmesi beraat anlamı mı taşıyor?

İkinci itirazım, polisin Çelebi’nin telefonuna yerleştirdiği numaralardan yola çıkarak mahkûm edildiği havasının yaratılmasına.

Oysa iddianame, Çelebi’nin telefonundaki o numaralara dayanmıyor.

Neriman ve Kemal Aydın ile Durmuş Ali Özoğlu adlı kişiler, Harp Okulu’ndan öğrencileri devşirip, kendi ideolojilerine kazandırmakla suçlanıyor. Bu talebelerden biri Mehmet Ali Çelebi. Çelebi, Noyan Çalıkuşu, Eren Mumcu, Yaşar Tozkoparan, Hasan Hüseyin Uçar isimli arkadaşlarıyla birlikte Aydın çiftinin yakın çevresinde bulunuyor.

Bu arada, Neriman ve Kemal Aydın’ın yönlendirmesiyle, Çelebi’nin Hizb-ut Tahrir örgütüyle ilişkiye geçmesinin sağlandığı belirtiliyor. Çelebi, Hizb-ut Tahrir üyesi taksici Süleyman Solmaz ile irtibat kurmuş, onun aracılığıyla örgütteki kişilerle görüşmüş. Zaten Çelebi bu örgütle temasa geçtiğini kabul ediyor ve “Amacım istihbarat toplamaktı” diyor.

Tekrar edeyim: İddianame, İstanbul Emniyeti’nde Çelebi’nin telefonuna yüklenen numaralara dayanmıyor. Çelebi, Aydın çiftinin himayesi altında Ergenekon adına Hizb-ut Tahrir’e sızmakla suçlanıyor.

Neriman Aydın’ın Şener Eruygur’la ilişkisi var. Eruygur’a yazdığı 2 mektuptan söz edelim:

* 5.3.2004: “Türk milletine gizli öncülüğünüz, bunların defterini dürmeye yetecektir.”

* 20.7.2004: “Bu kez yapacağınız ihtilâlin tam bağımsızlık ve ulus devlet varlığından yana olmasını, vatan ve devlet hainlerinin kafalarını almasını dileriz.”

Bu bilgileri Kemal Kılıçdaroğlu’nun dikkatine sunarım.

ERGENEKON DAVASI : “Terör” suçundan yargılanan gazeteciler davette


Terkoğlu ile Pehlivan kendileri hakkında soruşturma açan Öz ve Kansız’la aynı davete katıldılar.

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun ev sahipliğini yaptığı 29 Ekim resepsiyonunda “terör” suçundan yargılanan gazeteciler Barış Terkoğlu ile Barış Pehlivan’ın da davet edilmesi ve törene katılmaları ilginç sahnelere neden oldu.

WOW İstanbul Hotel ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen resepsiyona İçişleri Bakanı Muammer Güler ile askerler, hâkim, savcılar ve sanatçılar da katıldı. En ilginci ise; Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz ve Cihan Kansız’ın da resepsiyonda olmasıydı. Böylece; Odatv’den Pehlivan ve Terkoğlu hakkında “terör örgütü üyeliği” soruşturmasını başlatan savcı Zekeriya Öz ile Odatv iddianamesini yazan Cihan Kansız, iki gazeteciyle aynı salonda buluşmuş oldu. Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hasan Hüseyin Özese de resepsiyona katılanlar arasındaydı.

YOLSUZLUK DOSYASI /// Av. A. Ömer KİBAR : Suç Var Ama Suçlu Yok ! (Kamuoyunun takdirlerine saygıyla sunulur)


Madalyonun öteki yüzü !

‘Şeytanın bile aklına gelmeyen bir sisteme vidalanmış işlemler mi var ..? ‘

Başkan Cahit Altunay belgeleri görünce ( ! )NERESİ açıkta kalacak ?

3.500 m2 Arsa Kaybolur mu ?

Gaziosmanpaşa ve Sultangazi Belediyelerinde zincirleme olarak " Arsa Alım- Satımı, İhaleler, Ödemeler ve Tahsilatlarla ilgili İmar Yolsuzlukları, Zimmet, İrtikap ve İhaleye Fesat Karıştırmak "suçlarının oluşumuna dair ciddi bulguların BAŞMÜFETTİŞ marifetiyle çok yönlü incelenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Gaziosmanpaşa ve bu belediyeden ayrılarak kurulan Sultangazi Belediyesinde Yolsuzluklar ayyuka çıkmış olup; Birinde 5 kişi tutuklandı, diğerinde Başkan ve 10 sanık 15 yılla yargılanıyor.Ayrıca bizzat mağdur olarak " ısrarla sunduğumuz onlarca Yolsuzluk Belgesi örtbas edilmek isteniyor " mağduriyetler de giderilmiyor ! Yolsuzluklar himaye mi ediliyor ? Bu konuya ilişkin bilgi ve belgeleri kamuoyu vicdanıyla paylaşacağız…

Organize Sahtecilik, İmar Yolsuzluğu, binlerce Mükerrer Tapu iddialarıyla " YÜRÜTÜLEN ARSALAR " ın tapuları "TAŞ OCAKLARI" ndan mı getiriliyor ?

Vatandaşın mülkiyet hakları, arsaları sahteciliklerle, kimlere adeta YEM ediliyor ? Mahkeme Kararlarının varlığını dahi tapuya kaydetmeden ve belediyede uygulatmadan,tapudaki usulsüz işlemlerle; müvekkilin arsaları, Sahtecilikler ve İrade Fesadı ile ele geçirilip, Planlı İmar Yolsuzluğu 17 yıl süresince kademe kademe uygulandı ! Vatandaşın, alınteriyle satın aldığı 36 yıllık tapulu arsalarından 3.500 m2 arsası (yaklaşık 29 adet arsa) adeta buharlaşıyor ! Dosyalarda; Belediye, Tapu ve Kadastro, Adliye birimlerinde Ahtapotun kolları gibi bir çok yere uzandığına dair onlarca somut belge , bilgi ve bulgular mevcuttur.

Sözün söze üstünlüğü YOKTUR !

İddia konusu yolsuzluk, sahtecilik suçları sözle, kelime oyunlarıyla geçiştirilip örtbas edilemez.

Sözü söyleyenin MAKAM SAHİBİ olması, ona üstünlük mü kazandırır ? “ MİDE BULANDIRAN SAHTECİLİK ” iddialarımızın tamamı onlarca somut delil, belge, bilgi ve ciddi bulgularla İSPATLIDIR. " Sultan gazi Belediyesince zincirleme şekilde üretildiği iddia olunan, içerik itibariyle gerçeğe aykırı SAHTE RESMİ BELGELER ve bizzat imzalayanlar tek tek, detaylı ve izahlı bir şekilde, – hiç lafı dolandırmadan direkt haber yazı dizisi olarak – kamuoyunda yayınlandığında; birilerinin (!) NERESİ açıkta kalacak " diye düşünmek bile istemiyorum !

Rüzgar eken fırtına mı biçer ? Gerçekler inatçıdır. Adalet Cesaret ister !

İddia konusu VİDALANMIŞ İŞLER ortaya çıkınca bakalım kimler İSTİFA edecek ?

Merakla bekleyenler….Az kaldı…!

Sultangazi’ye top mu düştü ?

Sultangazili meclis üyesi de meydan okudu ; ‘ Yolsuzluğu açıklayacağım’

Bomba etkisi yaratan açıklamalar basında büyük ilgi gördü, haberlerin bir kısmı aşağıdadır.

http://youtu.be/Y28Orjnpblo

AKP’li belediyelerde yolsuzluğu açıklayacağım

Hakkı İsmail Şimşek: AKP’li belediyelerde yolsuzluğu açıklayacağım

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eski AKP’li il genel meclisi üyesi Hakkı İsmail Şimşek, AKP’li belediyelerde büyük yolsuzluklar yapıldığını iddia etti.

Şimşek, AKP’li belediyelere "Hodri Meydan! Yolsuzluk yok, diyebilir misiniz?" diye meydan okudu ve bakanlık müfettişlerini göreve çağırdı.

http://sozcu.com.tr/akpli-belediyelerde-yolsuzlugu-aciklayacagim.html

" Hodri Meydan! Yolsuzluk yok, diyebilir misiniz? "

Sultangazili meclis üyesi meydan okudu !

İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin belediyelerde inceleme başlatmasını isteyen Hakkı Şimşek,

aksi takdirde yolsuzluk dosyalarını açıklayacağını belirtti.

http://dusunhaber.com/madalyonun-oteki-yuzu.html

Basına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur.23.10.2013 Av.A.Ömer KIBAR

Adaletsizliklerin en büyüğü adil olmayıp adil gibi görünmektir ! (Eflatun)

ARAŞTIRMA DOSYASI /// Prof. Dr. Faruk Bilir : Seçilmeye Engel Bir Suçtan Kesin Hüküm Giyme Halinde Milletv ekilliğinin Sona Ermesi


Prof. Dr. Faruk Bilir

fbilir

Anayasanın 76. maddesine göre, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler.

Anayasanın 84. madesinde seçilmeye engel bir suçtan kesin hüküm giyen veya kısıtlanan milletvekilinin milletvekilliğinin, bu husustaki mahkeme kararının TBMM Genel Kuruluna bildirilmesiyle düşeceği hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeye göre, Meclisin bu konuda herhangi bir karar verme yetkisi yoktur.(An. md. 84/ 2). TBMM İçtüzüğünün 136. maddesinin ikinci fıkrasında da aynı hükme yer verilmiştir. Buna göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğine seçilmeye engel bir suçtan dolayı kesin hüküm giyen veya kısıtlanan milletvekili hakkındaki kesinleşmiş mahkeme kararının Genel Kurulun bilgisine sunulmasıyla üyelik sıfatı sona erer”. Anayasadaki, “Genel Kurula bildirilmesiyle”, İçtüzükteki, “Genel Kurulun bilgisine sunulması” kavramlarının aynı şekilde anlaşılması gerekir. Çünkü her iki kavramla da anlatılmak istenen, Meclis Genel Kurulunu bilgilendirmektir.

Bu düzenlemeye göre, milletvekilliği, hükmün kesinleştiği tarihte değil, bu hükmün TBMM Genel Kuruluna bildirilmesiyle birlikte düşecektir. Yani bu konuda, Meclis Başkanlığınca ya da Meclis Genel Kurulunca, ayrıca bir karar alınmasına gerek yoktur. Meclis Başkanlığının mahkeme hükmünü, Meclis Genel Kuruluna bildirmesi yeterlidir. Dolayısıyla, mahkeme hükmü, hukuki sonuçlarını, Genel Kurula bildirilmesiyle birlikte doğuracaktır.

Anayasanın 83. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez”. Bu hükme göre, dokunulmazlığı Meclis kararıyla veya kendiliğinden kalkmış olan milletvekili yapılan yargılama sonunda mahkum olduğu takdirde, bu mahkumiyet hükmü infaz edilemeyecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için milletvekilinin seçilmeye engel bir suçtan dolayı hüküm giymemesi gerekir.Bu suçları milletvekili seçilmeye engel olmayan suçlar olarak kabul etmek gerekir. Milletvekili seçilmeye engel suçlar bakımından erteleme soz konusu olmamakta, milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesi söz konusu olabilmektedir.

/// DUYURU /// ÖZEL BÜRO İHBAR HATTI /// BİZE HER TÜRLÜ SUÇ KONUSUNDA İHBAR GÖNDEREBİLİRSİ NİZ


İHBAR HATTIMIZA GİTMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

İRTİBAT MAIL : Digi (.) Security (@) isnet (.) net (.) tr

***

İhbar yapmak ispiyonculuk değil, vatandaşlık görevidir.

Bize her konuda ihbar gönderebilirsiniz.

· Terör Örgütleri hakkında,

· Çocuk Pornografisi hakkında,

· Organize Suç Örgütleri hakkında,

· Bilişim Suçları hakkında,

· Ya da bizzat gördüğünüz, şahit olduğunuz suç konusunda bize her zaman bilgi verebilirsiniz.

İstediğiniz takdirde kimliğiniz resmi kurumlar nezdinde gizli tutulacaktır.

Bize ilettiğiniz her hangi bir suç konusunu sizin adınıza resmi kurumlar nezdinde takip edecek ve sonuçlandıracağız.

Eğer resmi kurumlara bilgi vermekten çekiniyorsanız bize iletebilirsiniz.

HACKER DOSYASI : Michelle Obama’nın Hacklenmesi Sonrasında Güvenliği Yetersiz Olan ABD’li Veri Toplama Ş irketleri Suçlanıyor


Aralarında ABD Başkanı Obama’nın eşi Michelle Obama, Ashton Kucther, Kim Kardashian ve Paris Hilton gibi isimlerin de olduğu pek çok ünlünün sosyal güvenlik numaraları ve kredi kartı bilgileri gibi verilerinin hacklenmesi vakasında sorumlunun bu verileri toplayan ABD’li hizmet sağlayıcılar olduğu ortaya çıktı. Söz konusu veriler Mart ayında exposed.su adlı bir Rus sitesinde yayınlanmış ve olayla ilgili soruşturma başlatılmıştı.

İlgili soruşturmada, önce bu verilerin direkt olarak ünlülerin bilgisayarlarından çalınmadığı ortaya çıktı. Daha sonra konuyla ilgili detaylı bir inceleme yapan güvenlik araştırmacısı Brian Krebs, SSNDOB adlı 2. bir web sitesinin daha hack olayında adının geçtiğini saptamış ve yaptığı araştırmalar neticesinde bu sitenin tanesi 50 cent gibi rakamlardan kullanıcı verisi satışı yapan bir portal olduğunu keşfetmiş. Araştırmalarını derinleştiren Krebs, bu sitenin Rusya başta olmak üzere özellikle eski Sovyet Bloğu ülkelerinden hack gruplarıyla bağlantıları olduğunu saptamış. Bu sitenin veritabanını inceleyen Krebs, verilerin LexisNexis, Dun & Bradstreet ve Kroll gibi ABD’li şirketlerden çekildiğini söylüyor.

Mart ayında ortaya çıkan vakada, FBI Başkanı Robert Mueller ve Los Angeles polis Şefi Charlie Beck’in de hacklenen isimler arasında yer aldığı belirtilirken, ismi geçen diğer ünlüler Paris Hilton, Ashton Kutcher, Britney Spears, Mel Gibson, eski Başkan Yardımcısı adaylarından Cumhuriyetçi Sarah Palin, Hulk Hogan ve oyuncu-eski California valisi Arnold Schwarzenegger, işadamı Donald Trump, ABD Adalet Bakanı Eric Holder olarak veriliyordu.

SURİYE DOSYASI : Suçlarken itiraf ettiler


Suriye’deki terörist gruplar, Amerikan istihbaratıyla işbirliklerini karşılıklı bildirilerle deşifre etti.

Bildirinin sahibi Irak ve Levant İslam Devleti örgütü… Örgüt, kendisi gibi Esad yönetimini devirmeye çalışan terör örgütü Asifeti Şimal’in Amerikan İstihbarat Servisleriyle işbirliği içinde olduğunu açıkladı.

Bildiride Suriye’nin kuzeyindeki ÖSO’cu grupların Amerikan paralı asker şirketi Blackwater ajanlarıyla ortak çalıştığı belirtildi. Bilginin kaynağı olarak Asifeti Şimal adlı örgütün üyelerinin itirafları olduğu bildiri de anlatıldı.

Irak ve Levant İslam Devleti örgütünün bir diğer suçlamasıysa ÖSO’cu gruplarla Amerikalı Senatör John Mccain arasındaki buluşma. Örgüte göre bu buluşmada ÖSO komutanları islamcılara karşı savaşma sözü verdi.

ulusalkanal.com.tr

GEZİ PARKI NOTLARI /// MUHARREM BAYRAKTAR : O müezzinin suçu ne ?


Toplumun daha önce böyle derin ayrışma ve kutuplaşmaya maruz kaldığı pek vaki değil. Önceden doğal olarak bir siyasi bölünmüşlük vardı ve bunu kanıksamıştık zaten. Şimdi her olay, her gündem bizi daha da büyük kutuplaşmalara itiyor.

Gezi olaylarına bakışta bölündük, Ergenekon Davasında bölündük, Suriye konusunda bölündük, Mısır’da bölündük, sporda bile bölündük, sporda!

Sebebi açık:

Bir ülke Başbakanı Gezi olayları başladığında “kendi tabanımı zor tutuyorum” derse olacağı budur.

Her olaya “benden olanlar ve olmayanlar” diye bakan bir siyasi mantık, kendi siyasal şablonu dışındaki herkesi her şeyi “düşman olarak” görüyor.

Ve tabanına da bunu böyle empoze ediyor.

“Benden olanlar ve olmayanlar” diye kategorize edilen bu yeni siyasi yapı, kendi dışındaki her partiyi, her görüşü, her kesimi inanılmaz bir vandalizmle dışlıyor.

“Benim yaptığım her şey doğrudur, benim her icraatımı alkışlamak zorundasınız” diyerek bugüne kadar siyasi tarihimizde ender görülen siyasetin ODTÜ gençliğine “ormana gidin” demesi bundan.

Beşiktaş’ta Çarşı Grubu muhalif bir ses ortaya koydu diye bunların karşısına “AK’çı grup” dikmeleri bundan. Bir cami müezzininin “Beşiktaş’ta camide içki içildiğini görmedim” dedi diye sürgün edilmesi bundan.

Bir başbakan bir müezzinle uğraşır mı Allah aşkına!

Bir müezzin, Başbakanın “camide içki içildi” demesine rağmen, “Ben doğruyu söylerim, yalan konuşamam, camide içki içildiğine şahit değilim” diyebiliyorsa, onu Kayabaşı’na sürmek yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirmek lazım.

Ki bunca baskıya rağmen bu ülkede “Allah’tan başka kimseden korkmadığının” (Ahzap/33) nişanesi olarak ve sürgünü göze alarak doğruyu söyleyebilen bir müezzin kalmış!

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez gibi akademik ahlaka sahip ilkeli bir başkan “Ben böyle bir tayine evet demem” diyemiyor ve koltuk uğruna ilkeyi terk ediyor.

Oysa Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii Müezzini Fuat Yıldırım; yalakaların, yalancıların, menfaati uğruna babasını bile satanların sayısının hayli arttığı bu devirde örnek bir kişilik ortaya koydu.

Bilenler bilir, bu bir iman meselesidir.

Hz. Peygamber, “konuştukları zaman yalan konuşanları” münafıklıkla suçlar.

Yani “yalan konuşmayı ilke edinenler” İslam’a göre münafıktır.

Müezzin Efendi “yalan konuşmayarak” bir ülke başbakanına büyük bir İmanî ders verdi aslında.

“Ben münafık olamam” dedi.

Bir ülkenin başbakanı, bir müezzin “kendi fikrini onaylamadı diye O’na nasıl “hışımla ve gaddarca” davranır?

Ülkede siyasetten spora, Suriye’den Rabia’ya kadar her konuyu bir kutuplaşma ve yeni husumetler doğurma mantığı ile yaklaşan başbakan, günün beş vakti “birileri gaflet uykusunda iken!” okuduğu Ezan-ı Muhammedi ile onları gaflet uykusundan uyandırmaya çalışan, onlara “haydin felaha (kurtuluşa)” diyen bir “hocayı” da hedef tahtasına koyduğuna göre bilin ki bu çizgi hak ve adalet çizgisi değildir.

Nefret ve kutuplaşma çizgisidir.

Kendisi gibi düşünmeyen ODTÜ’lere ormanı gösteren Başbakanın kendisi gibi düşünmeyen müezzine Kayabaşı’nı göstermesi bundandır.

/// DUYURU /// ÖZEL BÜRO İHBAR HATTI /// BİZE HER TÜRLÜ SUÇ KONUSUNDA İHBAR GÖNDEREBİLİRSİ NİZ /// @siring


İHBAR HATTIMIZA GİTMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

İRTİBAT MAIL : Digi (.) Security (@) isnet (.) net (.) tr

***

İhbar yapmak ispiyonculuk değil, vatandaşlık görevidir.

Bize her konuda ihbar gönderebilirsiniz.

· Terör Örgütleri hakkında,

· Çocuk Pornografisi hakkında,

· Organize Suç Örgütleri hakkında,

· Bilişim Suçları hakkında,

· Ya da bizzat gördüğünüz, şahit olduğunuz suç konusunda bize her zaman bilgi verebilirsiniz.

İstediğiniz takdirde kimliğiniz resmi kurumlar nezdinde gizli tutulacaktır.

Bize ilettiğiniz her hangi bir suç konusunu sizin adınıza resmi kurumlar nezdinde takip edecek ve sonuçlandıracağız.

Eğer resmi kurumlara bilgi vermekten çekiniyorsanız bize iletebilirsiniz.

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!