Prof. Dr. Halil İbrahim Bahar
hibahar
Bu soruyu, çoğu on sekiz-yirmi yaşlarında, üniversiteye yeni başlamış olan ve sosyolojiye giriş dersi alan öğrencilere sınavlarda soruyoruz. Soruya cevap aramadan önce, tüm Türkiye olarak günlerdir işimizi gücümüzü bırakarak kızlı-erkekli evlerde kalma meselesini tartışıyor olmamızın nedenlerini incelememiz gerekiyor. (Avrupalılar bu kez “Biz karışmayız, sizin iç işiniz” dediler ve topa girmediler.)
Başbakan’la Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın arası, gezi olaylarında olduğu gibi, kızlı-erkekli ev meselesi yüzünden gerildi. Arınç, Başbakan’ın konuyu genellemediğini, konunun sadece yurtlarla sınırlı olduğunu söyledi. Başbakan ise yurtlar da dâhil kızlı-erkekli tüm evleri kast ettiğini söyledi. Arınç, böylece boşa düşürüldü. Ulusal gazetelerde konu hakkında doğrudan yazan yazar sayısının otuzu geçtiği söyleniyor. Meselenin dolaylı kısmını oluşturan “yaşam tarzına müdahale”, “özel yaşamın gizliliği”, “konut dokunulmazlığı”, “gençlerin ahlaki yönden korunması ve ebeveynlerin feryatları” ve benzeri konular medyanın temel konusu haline geldi.
Televizyon programlarında siyasetçilerin, entelektüellerin ve gazetecilerin hararetli tartışmalarını izliyoruz. Oysa çok daha önemli iç ve dış konular varken, yanıtı oldukça basit olan bu tartışmaları neden bu kadar uzattık? Kızlı-erkekli ev meselesini ilk olarak gündeme taşıyanın Başbakan Erdoğan olması, yukarıdaki soruyu sıradan bir sosyoloji sorusu olmaktan çıkardı ve Türkiye’nin birinci sosyal ve siyasal konusu haline getirdi.
Kızlı-erkekli öğrenci evi günümüze ait bir konu değil. Tartışmalarda bazı kültürlerde yaygın olan ve normal kabul edilen kızlarla erkeklerin aynı evi paylaşmaları konusunun Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirilmesinin nedeni nedir sorusunun yanıtı da arandı (Meselenin bireye, aileye ve topluma bakan yönleri var). Muhafazakâr bir hükümetin Başbakan’ı olması nedeniyle Erdoğan’ın konuya muhafazakâr bir babanın duyduğu hassasiyetle yaklaştığını tahmin etmek zor değil. Bununla birlikte, onca acil mesele masanın üzerinde dururken bu da neyin nesiydi?
Bazıları, suni gündem oluşturma ve dikkatleri başka yöne çekme pratikleri açısından Başbakan Erdoğan ile rahmetli Özal arasında paralellik kurdu. Rahmetli Özal’ın özellikle yurt dışına çıkışlarında, farklı bir konuyu ortaya atarak, konunun günlerce tartışılmasını sağladığı; böylece Özal’ın kendi politikalarına daha rahat odaklandığı ve söz konusu politikalarla ilgili daha kolay ve hızlı mesafe aldığı hatırlatıldı. Onlara göre Başbakan’ın yaptığı tam da buydu. Çünkü Türkiye dış politikada hüsrana uğradı ve yalnızlaştı. Türkiye’nin Suriye politikası istenen sonucu vermiyor. Daha da kötüsü Batı, Esed’i suçlayacağına dolaylı yollardan Türkiye’yi suçluyor. Suriye’deki radikal unsurlara Türkiye’nin destek verdiği iddia ediliyor. Son olarak Suriye’ye gitmek için yola çıkan kimyasal yüklü bir araç yakalandı. Bu durum gündem değiştirecek çok hassas bir konunun ortaya atılmasını gerektiriyordu. İşte kızlı-erkekli öğrenci evleri tartışması, onlara göre tam da bu işe yarıyordu.
Ben, bütün bunların aksine Başbakan Erdoğan’ın kızlı-erkekli ev meselesini gündem değiştirmek için dile getirdiğini düşünmüyorum. Hepimiz çocuklarımızın ve gençlerimizin kendilerini en iyi şekilde yarınlara hazırlamasını, onların bilgili, donanımlı ve güçlü olmasını istiyoruz. Bu isteğimiz salt gençlerin kendi bireysel yaşamları ile ilgili değil. Gençlerimizin geleceği, hepimizin, toplumun, ülkemizin ve hatta dünyamızın geleceği anlamına geliyor. İşte bu yüzden kızlı-erkekli öğrenci evi tartışmasına hepimiz dâhil oluyoruz. Bu konuda hepimizin söyleyeceği çok şey var.
Başbakan’ın “Bazı yerlerde yurtlar noktasında ihtiyacına cevap veremediğimiz için evlerde kalma noktasında sıkıntı yaşanıyor. Buralarda güvenlik güçlerimize gelen istihbarı bilgiler var. Valiliklerimiz bu durumlara müdahale ediyorlar. Bundan niye rahatsız olunuyor? Bazı köşe yazarları inadına bu tür şeyleri yazıp çizecekler diye biz bu ihbarları bir kenara atamayız. (…) Bunlar aynı apartmanın içinde. Daire komşuları ihbarı yapıyor. Buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık her şey olabiliyor. Anneler babalar feryat ediyor. Bu adımlar atılacaktır. Bunlara da kusura bakmasınlar muhafazakâr demokrat olarak müdahil olmak zorundayız. Bu ülkede annelerin babaların kahir ekseriyetinin bu işlere asla müsaade etmeyeceğini bilen insanım. Nerede nasıl seslerin yükseldiğini bilen insanım. Bu işte biz kararlı adım atmaya mecburuz.” açıklamasına bakarak onun meseleyi bir birey, bir baba ve hepimizden sorumlu bir başbakan olarak ele aldığına ve Başbakan’ın çok hassas olan bu konudan siyasi kazanç sağlama peşinde
olmadığına inanıyorum. Fırat’ın kıyısındaki kuzunun kurt tarafından kapılmasının hesabının Ömer’e sorulacağı hassasiyetini taşıdığını söyleyen Başbakan’ın meseleye siyasi, ahlaki, dini ve vicdani sorumluluk açısından yaklaştığını düşünüyorum.
‘Kızlı-Erkekli Öğrenci Evleri Normal mi, Sapma mı, Yoksa Suç mu?’ sorusuna cevap aramaya giriş açısından cevaplanması gereken bir soru ve bu soruyla ilişkili birçok soru daha var: “Kızlı-erkekli ev tartışmalarının referans çerçevesi nedir?”
İyi niyetli adımlar, her zaman uygun sonuç vermez, önce bunu netleştirmemiz gerekir. “Meseleyi nasıl ele alacağız?” sorusunun ardılları da şunlar: “Bu tartışmaya hangi mercekle bakacağız? Mesele nedir? Ahlak sorunu mu? Din sorunu mu? Hukukun çiğnendiği bir güvenlik sorunu mu? Bütün bunların hepsi mi, yoksa hiçbiri mi? Tartışmalarımızı yaparken içinde bulunduğumuz zamanı ve kültürü ve toplumsal yapıları hesaba katıyor muyuz?”
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; çocukların ve gençlerin kendilerini bekleyen tehlikelerden korunması tüm zamanlarda ve tüm toplumlarda önemli bir konudur. Her toplumda ebeveynlerin, yöneticilerin, siyasetçilerin ve diğer kişilerin çocukları ve gençleri koruma ve onları geliştirme sorumlulukları vardır. Bu sorumluluğun yerine getirilmesiyle, gençlerin bireysel yaşamları garanti altına alındığı gibi, aynı zamanda toplumun geleceği de garanti altına alınmış olur. “Bana ne, ne yaparsa yapsınlar!” diyemeyiz. İşte bu yüzden siyasetçiler gençlerin korunması ve gelişmesine yönelik kararlar alır; bürokratlar da bu kararları uygular. Toplum da alınan kararları destekler. Bütün bu karar alma ve uygulama işi toplumsal kültür ve toplumsal rıza içinde olur. Tartışmanın temel kaynağını da işte tam burası oluşturmaktadır. Toplum meseleye farklı bakıyorsa meseleyi nasıl değerlendireceğiz? Geleneksel kültürün merceğiyle mi, kişi hak ve özgürlüklerini temel alan evrensel kültürün merceğiyle mi?
Önce meselenin çıkış noktasına bakalım. Kızlı-erkekli ev tartışması Denizli’de üniversite öğrencilerinin kaçak apartlarda kızlı-erkekli kalmaları gündeme gelince başlamış, öğrencilerin aynı zamanda apartlardaki usulsüz fiyat uygulamaları konusundaki mağduriyetlerinin gündeme gelmesiyle de devam etmişti. Burada iki farklı konu var elbette. Birincisi öğrencilerin barınma gereksinimlerini kaçak apartlarda, zor koşullarda ve mağdur edilerek karşılanmaya çalışılmasıdır. İkinci konu ise -tartışmanın esası haline gelen- öğrencilerin kızlı-erkekli aynı evde yaşamasıdır. Denizli’de apartlarda kızlı-erkekli kalma sorunu, başka kentlerdeki üniversite öğrencilerinin sorun olarak görmediği, kendi tercihleri olan kızlı-erkekli kalmaları, çok önemli bir sorun haline getirdi.
Sorunun tam olarak adlandırılmaması, tartışmalara hangi mercekle bakmamız gerektiğini kararlaştırmamızı da engellemektedir. Konunun iç politik ve ekonomik boyutları da var. ‘Her ile üniversite, her ilçeye fakülte veya yüksek okul: müşteri olmaktan öğrenciliğe geçememek!’
Kızlı-erkekli öğrenci evlerinin öncelikle ahlaki açıdan değil de barınma açısından ele alınması gerekiyor. Pamukkale Üniversitesi’nde yaklaşık kırk beş bin öğrencisi olduğu, Kredi Yurtlar Kurumu’nun kapasitesinin beş bin, özel yurtların ise bin dolayında olduğu söylenmekte. Kalan öğrenciler ise barınma sorununu daha farklı yollarla karşılıyormuş. Kentte öğrencilere yönelik bir apart sistemi ortaya çıkmış. Öğrenciler yurt kapasitesinin yetersiz olmasının mağduriyetini yaşıyorlarmış.
Üniversite öğrencilerinin barınma sorunları gündeme gelmeliyken; onların kızlı-erkekli kalması konusu, tartışılması gereken asıl meseleyi örtmüş oldu. Gerçek sorun konuşulmuyor; bunun yerine, bireysel bir tercih ve aile meselesi olan kızlı-erkekli evde kalma meselesi haksız yere gündemi işgal ediyor. Çok uzun ve çok boyutlu bir konu olan ‘YÖK, üniversiteler, her ilde bir üniversite, her ilçede fakülte veya yüksekokul politikasının olumsuz sonuçlarını artık çok geç olmadan, nesnel bir şekilde tartışmamız gerekiyor.
Başbakan Erdoğan, Denizli’de yurtların yetersiz olması nedeniyle kızların erkeklerle aynı evi paylaşmasının olumsuz sonuçlarına vurgu yaptı ve meselenin çözülmesi gerektiğinin altını çizdi. Ancak yurtların yetersiz olması ve öğrencilerin özel yurtlarda ve kiralık evlerde barınmaktan başka çarelerinin olmaması sadece Denizli ile sınırlı değil. Her ilimizde en az bir devlet üniversitesi var. Çoğu tabela üniversitesi olmaktan öteye gitmeyen bu kurumlar, fiziksel ve akademik alt yapı eksikliğiyle boğuşmakta.
Akademik öncelikleri bir tarafa bırakılan öğrencilerin en büyük sorunu barınmadır. Devlet üniversite öğrencilerinin aşağı yukarı yüzde onuna yurt olanağı sağlıyor. Geri kalanlar kendi başlarının çaresine bakmak zorunda bırakılmakta. Türkiye’nin ücra yerlerine üniversite, fakülte ve yüksekokul açmanın birinci önceliği, ortaya çıkan sonuçlara göre öğrencilerin yararı değil, mahalli ekonominin güçlenmesidir. Öğrenciler özel yurt ve ev sahiplerinin insafına bırakılmaktadır. Bazı illerde fiyatlar mahalli halka ve öğrencilere göre farklı şekilde belirlenmektedir.
Her ile üniversite açılmasının görünen amacı, bilimsel ve akademik gelişmelere katkı sağlamak yerine, o ilde ekonomik faaliyet alanı oluşturmaktır. Bu yüzden gerçek üniversite öğrencisi olamayan gençler, kira ödeyen, marketten alışveriş yapan, lokantada yemek yiyen, simitçiden simit satın alan, pastanede çay içen ve dolmuşa para ödeyen müşteri konumuna indirgenmiştir. Kentin ekonomisi her öğrencinin aşağı yukarı harcayacağı miktar ile öğrenci sayısının çarpımına göre belirlenmektedir. Kentle öğrenci ilişkisi, birbirlerini akademik ve kültürel yoldan etkileyen ve birbirlerinden etkilenen iki taraf yerine, sadece esnaf tüketici ilişkisine indirgenmiştir. Çoğu rektörün birinci amacı, akademik kalitenin artması yerine, öğrenci sayısının artmasıdır. Akademik gelişmeler birinci planda değildir.
Yukarıdaki açıklamalar, üniversite öğrencilerin karşılaştığı sorunların sadece çok az bir bölümü. Yapılması gereken ilk iş, öğrencinin sadece müşteri statüsüne indirgendiği bir yükseköğretim anlayışının değiştirilmesidir. Politika ve uygulamaların, öğrencilerin yararı hesaba katılarak yapılması gerekmektedir. Devlet öncelikle öğrencilerin barınma sorununu çözmelidir.
Tespitlerimizi sıraladıktan sonra makalenin başlığı olan soruya tekrar dönelim. Normal, sapma ve suç nedir?
Kızlı-erkekli öğrenci evlerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini sormuş, normal, sapma ve suç olarak üç farklı kategori öne sürmüştük. Modern, demokratik, dünyanın on yedinci büyük ekonomisine sahip, Avrupa Birliği’ne girme ve Avrupa Birliği’nin normlarını toplumsal yaşamına aktarmak isteyen, bölgesel ve küresel liderlik peşinde koşan ve İstanbul’un küresel bir kent olmasını isteyen Türkiye’yi göz önüne alarak konuşmak gerekiyor. O halde “normal” ve “normal olmayan” ın tartışmaya açık olduğunu söyleyerek başlayalım yanıtımıza. Normal ile normal olmayanın tartışmaya açık olması, kültürel farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bir davranış biçimi bir toplumda onaylanırken, başka bir toplumda onaylanmaz. Yaşam biçimlerimiz ve içinde bulunduğumuz kültürel yapı, “normal” ile “normal olmayan” arsındaki sınırları belirler. Bu sınırlar farklı toplumlarda farklı şekildedir.
Geleneksel toplumlarda ortak değerler egemendir. Söz konusu değerler toplumsal yaşamın ve toplumsal etkileşimin şekillenmesinde etkindirler. Formel hukuk kurallarının egemen olduğu modern toplumlarda ise toplumsal değerlerin birey üzerindeki etkisi sınırlıdır.
Toplumsal anlamda “normal” olanın tersi “sapma”dır. Sapma, kültürel normların ihlal edilmesidir. Sapmanın toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Bir eylem bir toplumda “normal” olarak değerlendirilirken, aynı eylem başka bir toplumda “sapma” olarak değerlendirilmektedir. Bu yüzden modern toplumda davranışların normal veya sapma olarak değerlendirilmesi üzerinde uzlaşma sağlama beklentisi gerçekçi değildir.
Davranışları sade normal veya sapma açısından ele almak bireyin, ailenin ve toplumsal düzenin sağlanması açısından yeterli değildir. Bazı davranışlar hakkında toplumsal uzlaşmayı beklemeden formel kararların alınması gerekmektedir. Burada herkesin üzerinde uzlaştığı “toplumsal rıza” aranmaz. Amaç sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal faydanın da sağlanması olduğu için, bireyin alınan kararlara uyması zorunlu olmalıdır. İşte burada formel hukuk kuralları devreye girmektedir. Hukuk kurallarının uygulanmasında toplumsal rızanın aranmaması, diğer bir deyişle toplumun bu kurallara uymasının zorunlu olması, hukuk kurallarının kaynağının toplumun gereksinimi ve talebi olması gerektiği gerçeğini değiştirmez.
Kızlı-erkekli ev meselesi sorusuna tekrar dönecek olursak; meselenin normal mi, sapma mı olduğunun tartışma yeri, toplumsal kurumlardan olan aile ve eğitimdir, demek zorundayız. Ailede bireyler özel meselelerini, tercihlerini kendi aralarında konuşurlar; ortak tutum ve davranış belirlerler ve davranışlarını buna göre belirlerler. Aile bireyleri arasında bu konuda farklı düşünce ve uygulama çıkacaksa, Nihal Bengisu Karaca’nın deyimiyle “devreye devletin polisi değil, annenin terliği girmelidir.”
Kızlı-erkekli öğrenci evleri yasalarda suç olarak tanımlanmamıştır. Bu yüzden Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarını talimat olarak kabul edip, durumdan vazife çıkaracak olan bürokratlar, en temel haklardan biri olan “konut dokunulmazlığı” ve “özel hayatın gizliği” ilkesini çiğneniş olurlar. Bu da bireysel yaşamı koruması gereken devletin, bireysel yaşama müdahale etmesi anlamına gelmektedir.
Özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi ilkesi Anayasa’da güvence altına alınmıştır. Devletin ailenin korunması için gereken önlemleri alması anayasal bir zorunluluktur. Bu güvencenin istisnaları elbette vardır. Konut dokunulmazlığının istisnaları milli güvenlik, kamu düzeni, suçun önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunmasında ortaya çıkmaktadır.
Sonuç
“Normal”, toplumsal kültür tarafından uygun görülen davranışlara denir. “Sapma”, kültürel normları, “suç” ise formel kuralları çiğneyen davranışlara denir. O halde meselenin hem kültürel, hem de hukuksal yönünün olduğunu görüyoruz.
Türkiye farklı kültürlerin ve toplumsal normların egemen olduğu bir ülkedir. Başta Başbakan olmak üzere tüm siyasetçiler, kızlı-erkekli evler hakkında görüşlerini açıklayabilirler. Kızlı erkekli evin, normal veya sapma olarak değerlendirilmesi toplumdan topluma göre değişir. Kızlı-erkekli evlere ait formel bir düzenleme yokken –ceza kanununda suç olarak düzenlenmediği halde- Devlet’in valisinin Başbakan’ın açıklamalarını talimat kabul ederek “durumdan vazife çıkarması” normal değildir. Başbakan’ın sözleri bir bürokrat için talimat olamaz. Bürokratın bakacağı talimat kanun, tüzük ve yönetmeliklerdir.
Kızlı-erkekli evler, kültürel anlamda elbette tartışılabilir. Meselenin bireysel özgürlükler, özel yaşamın gizliliği ve hukuksal açıdan tartışılacak bir yeri yoktur. Demokrasilerde bu konu nettir: İsteyen istediği şekilde, istediği kişiyle kalır; kişinin bu tercihi sadece onu bağlar. Kızlı-erkekli evler yerine, YÖK, üniversiteler, her ilde üniversitenin, her ilçede fakülte/yüksekokul politikasının olumsuzluklarını tartışmalıyız.
Devlet önce kendi koruması altındaki çocuklara sahip çıkmalı; koruma yurtlarında kalıp da yurtlardan kaçan ve olumsuz davranışlar gösteren çocuklara yönelik politikalar yaşama geçirilmelidir.
Şefkat Der’in yaptığı bir araştırmaya göre sokaklardaki seks kölesi kadınların sayısı yüz bini geçerken bunların elli binini çocuklar oluşturmaktadır. Sokakta yaşayan, çalışan, suça sürüklenen ve suç mağduru olan çocuklara ilişkin kaygılar ve politikalar çok yetersizdir.
Gelişmiş toplumlar, suçlularına bile suçlu damgasını vurmaktan kaçınırken, Türkiye belli kesimleri damgalayarak onları kriminalizasyona tabi tutuyor. Bu olumsuzluklar basına yansımaya başladı bile. Bu tartışmalardan etkilenerek öğrencilere kriminal veya ahlaksız damgası vurulmamalı.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.