Etiket arşivi: balyoz davası

BALYOZ DAVASI : Türlü davalardaki sahtecilikleri bir türlü tespi t edemeyen TÜBİTAK “uzmanları”


Gölcük Donanma Komutanlığı’nda 2009’da kullanımdan kalkmış ve zemin altında muhafaza edilen bir sabit diske Balyoz soruşturması sırasında el konmuş, ve bu diskin içinden görülmekte olan envai çeşit dava ile ilgili (Amirallere Suikast, Kafes, Poyrazköy, Askeri Casusluk-Şantaj-Fuhuş, Balyoz) yeni dijital “delil” çıkmıştı.

‘5 numaralı sabit disk’ olarak adlandırılan bu diskin imajını inceleyen Arsenal’den adli bilişim uzananları, bu sabit diskin kullanımdan kalktıktan sonraki bir tarihte “esir disk” olarak başka bir bilgisayara bağlandığını, tarihi geriye çekilmiş bu bilgisayardan hard diske belgelerin kopyalandığını tespit etmişti.

2009’dan beri kullanılmayan bu sabit diskin üzerinde taze parmak izleri de bulunmuş, ancak bu izlerin sanıklardan hiçbirine ait olmadığı tespit edilmişti. Bilindiği üzere, ‘Balyoz mahkemesi’ bu sahtecilik tespitlerini teyit edecek bir bilirkişinin atanmasını reddetmişti, disk üzerindeki parmak izlerinin kime ait olduğu da araştırılmaya değer görülmemişti.

Ancak Poyrazköy davasına bakan 12nci Ağır Ceza Mahkemesi bu hard diskin TÜBİTAK tarafından incelenmesini kabul etti.

TÜBİTAK uzmanlarının 11 Kasım 2013 tarihli ön raporu elimize geçti. Üç sayfalık rapora buradan ulaşabilirsiniz. Rapora göre, şimdiye kadarki incelemelerde “normal kullanıcı ve sistem davranışları ile açıklanamayacak bir bulguya rastlanmamış.”

sakaciktanuzmanciklar

(Bu uzmanlardan biri, içinde Microsoft 2007 ögelerini barındıran CD için, kayıt tarihi 2003’dur, içine sonradan ekleme-çıkarma olmamıştır tespitini yapan ekipten. Bir diğeri ise OdaTV davasında rapor hazırlayanlardan.)

Bu uzmanların yapması gereken tek şey, adli bilişim uzmanlarının sahtecilikleri tespit eden analizlerini replike etmek. Zira, sahteciliğin tespit şekli çok az bilgisayar bilgisine sahip olanların dahi anlayanbileceği cinsten. Basitçe özetlemek gerekirse, sabit disklerin bağlı olduğu sistemin zaman ve saat ayarlarından bağımsız olarak, gerçekleşen işlemlere bir kütük sıra numarası (Log Sequence Number) veriliyor. Kaydedilen bu kütük sıra numarasları, işlemlerin gerçek zamandaki gerçekleşme sırasını (artarak) takip ediyor. 5 numaralı sabit diskte Windows sistemi Temmuz 2009’da en son kapatıldıktan sonra –ki en son işlemin kütük sıra numarası kolaylıkla görülebiliyor, diskte bu sıra numarasını izleyen (artan) numaralarla işlem yapıldığı, bu işlemlerle diske dosyaların kaydedildiği görülüyor. Üstelik diske kaydedilen bu dokümanlar, üstveri bilgilerine bakılırsa 2003’da kaydedilmiş! Bu da, dokümanların diske sistem tarih ve saati geriye çekilmiş bir bilgisayardan kopyalandığını gösteriyor.

Bugün Avukat Hüseyin Ersöz, TÜBİTAK uzmanlarının yanıtlaması için 16 soru iletti (sorulara buradan ulaşabilirsiniz). TÜBİTAK uzmanları bu sorulara dürüstçe yanıt verirse sahtecilik ortaya çıkacak. Bekliyoruz.b.gif?host=balyozdavasivegercekler.com&blog=12280071&post=8136&subd=cdogangercekler&ref=&feed=1

BALYOZ DAVASI : Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman neden dinlenmeliydi ??


Balyoz davası hükümlüsü Deniz Kurmay Albay Aydın Sezenoğlu, Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın neden dinlenmesi gerektiğini anlattı.

Hilmi Özkök’ün, Ergenekon Davası’nda tanık olarak alınan ifadesinde; “konuyu incelemesi için Aytaç Yalman’a talimat verdiğini” belirttiğini belirten Sezenoğlu, Mehmet Baransu’nun “sanıkların ve avukatların bilmediği bazı delilleri Aytaç Yalman’ın bildiğini” iddia ettiğini de hazırlatarak aslında Baransu’nun da dinlenmesi gerektiğini söyledi.

"Biz bu kişilerin mahkemeye gelerek tüm gerçekleri anlatmasını ısrarla istedik." Diyen Albay Sezenoğlu, "Eğer, gerçekten askeri hiyerarşi dışında bir yapılanma içerisinde olsaydık veya gerçekten böyle bir darbe girişimine destek vermiş olsaydık, bu kişilerin mahkemeye gelip konuşmalarını ister miydik?" dedi.

İşte o mektup:

"Yargıtay’ın 9 Ekim 2013 tarihinde açıkladığı BALYOZ davasının kararları sonucunda, 16 yıl ağır hapis cezası almış, Deniz Kuvvetleri mensubu bir Kurmay Albayım. BALYOZ davasının temeli; 5-7 Mart 2003 yılında 1’nci Ordu Komutanlığında yapılan plan seminerine dayanmaktadır. Bu seminer ile ilgili olarak, soruşturmanın başlangıcından bugüne kadar, yazılı ve görsel medyada bir takım kişiler tarafından değişik yorumlar yapılmaktadır. Bu yorumlarda özellikle “seminerde üstü örtülü olarak Balyoz Harekât planının görüşüldüğü, darbe girişiminin Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman tarafından önlendiği” ifade edilmektedir.

Davanın soruşturma aşamasında; Cumhuriyet Savcısının hazırladığı iddianamenin 264. ve 384. sayfaları ile mütalaanın 899. 915 ve 918. sayfalarında “ dönemin Genelkurmay Başkanı ile K.K.K Org. Aytaç Yalman’ın darbenin gerçekleştirilmesine engel oldukları, bu sebeple sanıkların elinde olmayan nedenlerle darbeyi gerçekleştiremedikleri ve suçun teşebbüs aşamasında kaldığı”

Yerel Mahkemenin gerekçeli kararında(sayfa 1046);

“Sanıklar ve müdafileri dosyaya rapor düzenleyen bilirkişiler ile tanıklar Aytaç Yalmanve Hilmi Özkök’ün dinlenilmesini ısrarla talep etmişlerdir. Bilirkişilerin ve adı geçentanıkların, sanıklara atılı suçun niteliği göz önüne alındığında toplanan kanıtlara görebeyanlarının alınmasının karara etkisi bulunmadığı, kanıtın amaca uygun olmadığıdeğerlendirildiğinde; tanık gösterilmesi isteğinin mahkeme üzerinde kamuoyu nezdinde baskıoluşturmak amacıyla yapılması, seminer ve diğer belgelerin gerçek olması nedeniyle debilirkişiler ve tanıkların dinlenilmesinin sonuca etkili olmadığı kanaatine varılarak taleplerin ret edildiği”

Yargıtay 9.Ceza Dairesi gerekçeli kararında ise;

“Yüklenen suça yönelik icra hareketlerinin tamamlanamamasına ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin, Karargahın karşı çıkması ve engellemek için çaba göstermesinden ibaret olmaması karşısında; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmemesinin, taleplerin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı”(Sayfa 17 son paragraf ve devamı)

belirtilmektedir.

Bununla birlikte, BALYOZ davası duruşmalarının devam ettiği29.12.2011 günü saat: 22:23 sıralarında, SKY Türk kanalında Gürkan Hacır’ın yönettiği “ŞİMDİKİ ZAMAN PROGRAMINDA” İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal ve Ömer Uysal’ın, Balyoz davasını tartıştıkları bir sırada telefonla programa katılan Mehmet Baransu’nun, Balyoz Harekat Planının darbeye teşebbüs suçunu oluşturduğunu üstüne basa basa birkaç defa söyledikten sonra, 2002 yılında Çetin Doğan’ın toplantı yaptığını, bunu avukatlar ve sanıkların bilmediklerini, darbeye teşebbüsü Hilmi Özkök, Aytaç Yalman, Başbakan ve MİT’in bildiklerini ifade ederek, BAZI BELGELERİ KENDİSİNİN GÖRDÜĞÜNÜ, BU BELGELERİ AVUKATLAR VE SANIKLARIN BİLMEDİĞİNİ, MAHKEMENİN BİLDİĞİNİ ifade etmiştir.

Ayrıca,

Davanın sanıklarından Ergun SAYGUN’un; 27 Mart 2012 tarihindeki ifadesinde; “Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Sayın Aytaç Yalman ile yaptığım bir görüşmede, bana seminerden hemen sonra bu kasetleri Sayın Başbakanın getirip kendilerine teslim ettiğini söyledi. Bu çok önemli bir konudur. Şimdi MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü bizde böyle bir bilgi yok dediklerine göre bu kasetler nasıl ele geçirilmiştir? Bunun mutlaka açıklanması gerekir. Bunun açıklanması demek bu kasetlerin yasal olmayan yollardan ele geçirildiğinin ispatı demektir.” (97.Celse Tutanağı Sayfa 11) şeklinde ifade vermiştir.

Hilmi Özkök, Ergenekon Davasında tanık olarak alınan ifadesinde; “konuyu incelemesi için Aytaç Yalman’a talimat verdiğini” belirtmiş,

Gazeteci Mehmet Baransu ise televizyon bağlantısında; “sanıkların ve avukatların bilmediği bazı delilleri Aytaç Yalman’ın bildiğini” iddia etmiştir.

Dolayısıyla tüm bu iddialar ile somut beyanlar birlikte değerlendirildiğinde; maddi gerçeğin ortaya çıkması için hazırlık soruşturmasından itibaren; özellikle Darbeye teşebbüsten haberdar olduğu iddia edilen Hilmi Özkök ile İddianamede darbeyi önlediği iddia edilen Aytaç Yalman’ın, kamu tanığı olarak dinlenmesi bir zorunluluk teşkil etmektedir. Kamu tanığı olan bu kişilerin dinlenmemesi savcılık ve mahkeme açısından taraflı ve ön yargılı davrandıklarının bir göstergesi olduğu gibi, CMK’nın 210/1. Maddesindeki “ Olayın delili bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmez.” Hükmüne de aykırıdır.

Bununla birlikte, BALYOZ davasının başlamasına neden olan dava konusu dijital verileri savcılığa teslim eden, darbeye teşebbüsle ilgili belgeleri bildiğini ve gördüğünü iddia eden Mehmet Baransu’nun da mahkeme tarafından dinlenmesi gerekirdi.

Yerel mahkeme yargılama safhasında, adil bir yargılamanın gereğini yerine getirmeyip, adeta maddi gerçeğin ortaya çıkmasını istememiş, sanıklar hakkında nasıl ceza verebilirimin telaşına düşmüştür.

Hukuk ve adalet açısından asıl üzücü olan nokta ise, Türk Yargı Sisteminin en önemli kurumu ve kalesi olan YARGITAY, davanın seyrine doğrudan etki eden tanıkların dinlenmesine ilişkin birçok içtihatları bulunmasına rağmen, BALYOZ kararının gerekçesinde, “bu tanıkların dinlenmesinin davanın sonucuna etki etmeyeceği” kanaatine vararak, kendi içtihatları ile taban tabana zıt bir yaklaşım sergilemiş, bu tavrıyla BALYOZ davasının siyasi bir dava olduğunu, siyasi bir davada hukuki karar veremeyeceğini, adına karar verdiği Türk Halkına ilan etmiştir.

Tüm bu gerçekler ışığında, bu kişiler mahkemede dinlenmiş olsaydı, Türk Halkı adına karar veren mahkeme, maddi gerçeğe ulaşabilecek, masum ve vatansever subaylara darbeci yaftası yakıştırılmayacak ve esaret altına alınmayacaktı. Biz bu kişilerin mahkemeye gelerek tüm gerçekleri anlatmasını ısrarla istedik. Eğer, gerçekten askeri hiyerarşi dışında bir yapılanma içerisinde olsaydık veya gerçekten böyle bir darbe girişimine destek vermiş olsaydık, bu kişilerin mahkemeye gelip konuşmalarını ister miydik? Bu hususu Yüce Türk Halkının takdirine bırakıyoruz.

Aydın SEZENOĞLU

Deniz Kurmay Albay

BALYOZ Sanığı"

Odatv.com

BALYOZ DAVASI : Çetin Doğan’ın sahte avukatı yakalandı


Balyoz Davası’nın tutuklu sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın savunmasını üstlenenlerden sahte avukat olduğu belirlenen 22 yaşındaki Seda A., Bursa’da yakalandı.

Balyoz Davası kapsamında Ankara 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın eşi Nilgün Doğan ile kız kardeşinin aracılığı ile tanışan ve Doğan Ailesi’nin Ankara’daki işlerini takip edeceğini söyleyen Seda A. daha sonra kendisini Çetin Doğan’ın yeğeni ve avukatı olarak tanıtarak cübbe giyip duruşmalara katıldı.

DİĞER AVUKATI ORTAYA ÇIKARDI

Doğan Ailesi’nden çeşitli tarihlerde toplam 3 bin 700 TL para alan Seda A.’nın, sahte avukat olduğu, avukatlık kimlik bilgilerini bildirememesi sonucu Çetin Doğan’ın diğer avukatı Hüseyin Ersöz’ün yaptığı araştırma sonucu ortaya çıktı. Yakalanacağını anlayınca kayıplara karışan Seda A. hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nca suç duyurusunda bulundu. Seda A., dün akşam Ankara’dan gelen polisler tarafından gözaltına alındı. Seda A., sorgulanmak üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü.

HUKUK FAKÜLTESİNİ BİTİREMEDİ

Çetin Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz, olayı doğruladı. Hukuk Fakültesi’ni bitiremeyen Seda A.’nın, psikolojik sorunlarının bulunduğunu belirten Ersöz, Eskişehir’de yaşayan ve tanınmış bir ailenin kızı olan Seda A.’nın, Ankara Adliyesi’nde kendisini avukat ve Çetin Doğan’ın yakını olarak tanıtarak bir şoförden de 4 bin TL para aldığını söyledi.

BALYOZ DAVASI : ‘BALYOZ’ EMRE İTAATSİZLİKTİR


Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi de 1’inci Ordu’daki 5-7 Mart 2003 tarihli plan seminerinde ‘Balyoz’ adıyla bilinen ‘darbe girişimine’ hazırlanıldığına kanaat getirince, hükümlü general ve yakınlarının dönemin ‘daha üst düzey komutanlarına’ –Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a- yönelik sözlü tacizlerinde dozaj bir hayli aşılmaktaydı.

Sonunda, ‘Artık Yeter’ restiyle -4 Kasım 2013, Milliyet Gazetesi, manşet- patladı, Yalman: “Üç günlük seminerin bir gününde emrime aykırı olarak, EMASYA Planının görüşüldüğünü, seminere gönderdiğim müşahit generalden öğrendim. Bu seminer emre aykırı olarak yapılan, muaşeret kurallarına uymayan, amacını ve haddini aşan bir kahramanlık gösterisinden başka bir şey değildir.” Şu ifadeler de ona ait: “Silahlı Kuvvetler (TSK) içinde zaman zaman yaşanan bir sorun olan, ‘Ben daha çok vatanseverim, Cumhuriyetin değerlerini özellikle laikliği ve Atatürk’ün mirasını en iyi ben koruyabilirim’ kompleksi, bu plan seminerinde, askeri muaşeret kurallarını da hiçe sayarak uygulanmıştır.” Balyoz davasının bir numaralı hükümlüsü ve 28 Şubat davasının da sanıklarından Çetin Doğan (1’inci Ordu’nun o sıradaki komutanı), anında “bazı konularda hafıza kaybına uğramakla” suçladı, Yalman’ı: “Hafıza kaybı bir bakıma kişinin içgüdüsel olarak kendini koruma çabasından kaynaklanır.” Emre itaatsizlik yapmadıklarını da ileri sürdü:

“O dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı İlker Başbuğ tarafından olasılığı en yüksek senaryo gönderilmiştir. ‘Benim haberim yok diyorsa, Kara Kuvvetleri Komutanlığı koltuğuna niçin oturdu, anlamış değilim. TSK’da emir komuta zincirine isyan etme hakkı yoktur, başıboşluk söz konusu değildir, orası Yeniçeri Ocağı değildir.” Yalman bu sözleri, “Ben 2003-2004’ün hesabını 29 Aralık 2009’da verdim. Ama bazıları hesabını verememiş olabilir. Ben görevimi her zaman yasalar içinde yaptım. Gerisi laf-ı güzaftır.” diye cevapladı. ‘Yeniçeri Ocağı değildir” ve ‘koltuğa oturma’ göndermelerine kayıtsız kalmadı: “O koltuğa layık olanlar oturur, olmayanlar oturamaz. Hatayı kabul etsin, arkadaşlarına daha fazla kötülük etmesin. Daha fazla konuşmuyorsam, bazı arkadaşlarımı incitmek istemediğimdendir. Herkes haddini bilecek…. Bir orduda emre itaatsizlik edilirse, o ordu yeniçeri ocağına döner. TSK’yı daha fazla zor durumda bırakmamak için konuşmuyorum. Ama birileri benim sabrımı zorlamasın.” Hilmi Özkök de, Yalman’ı doğruladı: “Olay, Aytaç Paşa’nın söylediği gibidir. Zaten bu husus iddianamede de var. Ordu komutanını ikaz ettiği, yapma dediği, onun ‘yapacağım’ diye ısrar ettiği de var.”

BALYOZ DAVASI : Aytaç Yalman’dan ŞOK Balyoz Açıklaması


Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, bir önceki röportajında Ergenekon ve Balyoz sanıklarına seslenip “beni daha fazla konuşturmayın” iması yapmıştı. Aytaç Yalman konuştu.

Aytaç Yalman konuşmaya devam ediyor. Yalman yine Milliyet’e verdiği bir önceki röportajında “neden susuyorsun, niye konuşmuyorsun” şeklinden Balyoz ve Ergenekon sanıklarından gelen eleştirilere “Size bir Hint atasözünü hatırlatmak isterim. “Konuşmaya karar verdiğinizde söyleyeceklerinizin susmaktan daha iyi olduğundan emin olun.” Çünkü söz insanın şerefidir. İçinde bulunulan şartlara göre eğilip bükülemez. Çünkü söz insanı insan yapan bir değerdir. Çünkü söz insan ilişkilerinde düşünmeden sonra gelen ikinci öğedir. Söz nefes gibidir, ruh gibidir anlamsız yere konuşulmamalıdır. Bilgi, insanı kuşkudan, iyilik, acı çekmekten, kararlılık, korkudan kurtarır. Umarım ne demek istediğim anlaşılmıştır.” diyerek “beni daha fazla konuşturmayın imasında bulunmuştu.

Anlaşılan o ki Aytaç Yalman konuşmaya karar verdi. Bugün Miliyet’e verdiği röportajda Balyoz Darbe Planı hakkında çok önemli açıklamalar bulundu.

Daha önceki röportajında Balyoz’un bir numaralı hükümlüsü Çetin Doğan’ı eleştiren Aytaç Yalman, bugünkü açıklamasında o dönemde Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olan Ergenekon sanığı Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u topa tuttu.

Aytaç Yalman, Çetin Doğan ile birlikte İlker Başbuğ’un EMASYA konusunda emri dışında hareket ettiğini, Başbuğ’un Balyoz seminerinde suç unsuru bulunmadığını söylediği, 1. Ordu Komutanı’nın kuvvetin haberi olmadan 56 ast birliğe emir verdiğini ve bunu da Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un kendisine bildirmediğini iddia etti.

BALYOZ DAVASI : Aytaç Yalman’a dair /// CC : @vardiyabizde @Baly ozGercekler @rodrikdani @BalyozTR


Kanımızca Aytaç Yalman, ‘Balyoz’ sürecinde bir eski kuvvet komutanının görev ve sorumluluk bilincine yakışık almayacak şekilde davranmıştır. Aynı davranışın tezahürü olan son açıklaması ile ilgili kısaca şunları kayda geçmek istiyoruz.

1. Yalman, Balyoz darbesini kendisinin önlediğini yazan iddianamenin doğru olmadığını bildiği halde, uzun zaman bu konuda konuşmayarak eski görev arkadaşlarının tutuklanmasına kayıtsız kaldı.

2. Yalman, ifade vermemek için ‘mahkeme tarafından çağırılmadığı’ mazereti arkasına sığınıp, sanık ve sanık avukatlarının ricalarına rağmen ‘Balyoz’ darbe planı hakkında bilip bilmediklerini mahkemeye aktarmayı reddetti (Bu konuda Avukat Celal Ülgen’in aktardıklarına buradan ulaşabilirsiniz.)

3. Yalman, özellikle bugünkü açıklamasıyla başta Çetin Doğan olmak üzere kimi sanıklar hakkındaki suçlamalarını, bunların sanıklar tarafından (soru/cevap şeklinde) sorgulanabileceği mahkeme ortamında yapmak yerine, bu hakkın doğmadığı bir biçimde, tek taraflı basın açıklamaları ile yaptı. Dolayısıyla, suçladığı görev arkadaşları ile yüzleşmekten kaçındı.

Yalman’ın suçlamalarının içeriğine dair:

1. Yalman Balyoz davasının özünün seminer değil, dijital Balyoz planı olduğunu ya anlamadığı, ya da anlamazdan geldiği için açıklamasını seminere yoğunlaştırarak, davadaki temel hukuksuzlukları tamamen görmezden geliyor.

Bir kez daha hatırlatalım; Balyoz davasında cezası onanan 237 sanıktan sadece 33’ü, yani %14’ü seminer katılımcısı. Cezası onanan 204 sanığın seminerle uzaktan yakından ilişkisi yok. (Ayrıca seminere katılıp da hiç sorgulanmayan, sanık olmayan, sanık olup beraat eden, ya da cezası Yargıtay tarafından bozulan 129 kişi var.)

2. Seminerde bizzat Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan gönderilen gözlemciler var. Seminere Ankara’dan katılan gözlemciler o dönem sundukları raporlarında ya da mahkeme sürecinde yaptıkları tanıklıkları esnasında seminerde darbe planı tartışılmış olabileceğine dair en ufak bir imada bulunmadılar.

Seminer konusundaki kendi görüşlerimizi daha önce uzunca yazmıştık; buradan ulaşabilirsiniz.b.gif?host=balyozdavasivegercekler.com&blog=12280071&post=8126&subd=cdogangercekler&ref=&feed=1

BALYOZ DAVASI /// RUHAT MENGİ : Balyoz’da AİHM’ye gitme hakkı !


E-Posta: rmengi

Ruhat Mengi

Balyoz Davası’nda 16 yıl ve üstünde hapis cezası almış sanıklardan mektup yağıyor. Bazıları o dönemde öğrenci olan ve söz konusu seminere bile katılmamış olanların hemen hepsi “adil şekilde yargılanmadıklarını, “hiçbir somut delile dayanmadan veya tutarsızlığı bilirkişi raporlarıyla (30’a yakın saygın üniversite ve kurum tarafından) kanıtlanmış sahte dijital verilerle” haklarında hüküm verildiğini kesin ve kendilerinden emin şekilde belirtiyorlar..

Bu sahte verilerin mahkemece bir kez de resmi bilirkişilere inceletilmesine ilişkin haklı ve hukuka uygun taleplerinin kabul edilmediğini.. İddia ile ilgili olarak en ayrıntılı bilgi sahibi olması gereken dönemin komutanlarının tanık olarak dinlenmesi taleplerinin reddedildiğini (ki başta dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman vardır, Yaşar Büyükanıt da hem bu davada hem 27 Nisan muhtırasıyla ilgili olarak geri planda tutulmuştur).. Çoğu; Avukatları bulunmadan mahkum edildiklerini.. Kendi yurtlarında, kendi mahkemelerinde duyuramadıkları seslerinin “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nda duyulduğunu.. 1 Mayıs 2013 tarihli kararda ‘adil yargılanma ilkelerinin ihlal edildiği, bu şekilde özgürlüklerden yoksun bırakmanın hukuka aykırı olduğu’nun bildirildiğini” anlatıyor.

Yargıtay gerçeği sakladı mı?

Gölcük Donanma Komutanlığı’nda yapılan aramada elde edilen ve aleyhte delil olarak değerlendirilen 1 ve 10 numaralı CD’lerin ise “el koyma işlemi sırasında imaj alma işleminin yapılmadığı, oysa Yargıtay’ın 9 Ekim 2013 tarihli kararında “bunun yapılmış olduğu ifadesinin bulunduğu”, CMK’nın ilgili maddesine göre bu delillerin “hukuka aykırı” olduğu da tekrar açıklanmış.

Özel yetkisi kaldırıldı ama..

Hukuka aykırı deyince.. Bu Balyoz ve Ergenekon davaları zaten baştan hukuka aykırı.. Hiç hukuk bilmediğimizi, “h”sinden bile anlamadığımızı düşünelim. Bu “özel yetkili” denilen mahkemeler “hukuka aykırı” oldukları için diğer davalara bakmaları artık mümkün değil, kaldırıldılar. Ama sadece bu siyasi davalarda sonuna kadar karar vermeleri sağlandı, peki bu çelişki nasıl hukuki olabilir? Adil bir vicdan bunu kabul eder mi, herkesten önce Adalet Bakanı’nın ve tüm hukukçuların baştan buna itiraz etmesi gerekmiyor muydu?

Öyle çok haklı oldukları nokta var ki (mesela o dönemde Harp Akademileri Komutanı olan Necdet Özel bugün Genelkurmay Başkanlığı yaparken akademi öğrencilerinin mahkum edilmesi) bu durumda, yargıya olan güvenin sarsılmaması mümkün değil. Hele de ortada bu “özel yetkili mahkemelerin çok özel durumu” varsa bu davalardan cezaevinde ömür tüketmeye mahkum edilen insanların AİHM’ye gitmelerini “önce Anayasa Mahkemesi” şartına bağlamak bir başka büyük haksızlıktır.

AYM baştan belli!

Tekrar düşünelim; Hukukçu bile olmadığı halde ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’ne başkan yapılmış olan Haşim Kılıç Yargıtay kararlarından sonra konuştu..

Kendisinden önce bu kararlarla ilgili olarak Başbakan Erdoğan’ın “Henüz süreç bitmiş değil, temyiz yolları açık” sözlerine karşılık “AYM temyiz makamı gibi gösteriliyor. Boş yere umut veriliyor.

Mahkeme kararına karşı bizim böyle bir görevimiz yok, yargısal aşamada hak ihlali varsa bakarız” dedi. Bunun yanında biliyorsunuz zaten “Yargıtay’daki arkadaşları yıllardır tanırım, deneyimli ve bilgilidirler” diyerek KENDİSİNCE bu kararlarda hata olmayacağını baştan belirtmişti.

Zaman kaybettirmeyin

Balyoz’da asıl hak ihlali yargılayan mahkemeden başladığına, bu ve bütün diğer veriler “adil yargılanmanın yapılmadığını” gösterdiğine ve Haşim Kılıç bu durumda “Yargıtay aşamasına bile gelmemesi gereken” davalarda adil yargılama yapıldığına inandığına, “burası temyiz mahkemesi değil” de dediğine göre AYM’ye gidilmesi zaman kaybından başka ne sağlayacak?

Balyoz ve Ergenekon sanıklarına AYM ile zaman kaybettirilmeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmelerinin (ki bu durumda bile haklılıkları kabul edilene kadar yıllarca bekleyecekler) önü açılmalıdır. Bunu Haşim Kılıç’ın istemesi bile şaşırtıcı olmayacaktır.

Bayramiç hatası!

Sevgili okurlarım, dünkü yazımda yanlışlıkla Bayramiç “ilçe” yerine “köy” olarak yazılınca Kurşunlu “Bayramiç köyünün köyü” olmuş. Güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim. Siz karar verin!!

BALYOZ DAVASI : Etyen Mahçupyan, yet again


When future scholars write the history of Turkey’s present-day travails, they will no doubt puzzle over why countless intellectuals, professing attachment to the rule of law, civil liberties, and liberal values, nevertheless supported show trials based on flagrantly fabricated evidence – thereby helping to legitimize them. Among these, Etyen Mahçupyan perhaps stands out. An intellectual of some standing until recently, he has written on the Sledgehammer case from the beginning. Not only has he supported the prosecution, he has steadfastly tried to downplay the mountain of evidence that shows the Sledgehammer CDs are fabricated.

Mahçupyan is entitled to his interpretations of the evidence and his own political preferences, of course. We do not quarrel with those. What we find reprehensible is how Mahçupyan consistently makes up facts – facts that one can easily look up and verify (or refute, as in his case). We have given a string of examples in previous entries (see here and links therein). In none of these cases, has he acknowledged his mistakes, apologized or published then a correction.

In view of this history, we are not surprised by the errors of fact in his latest piece. And we have no expectation that he will correct them. But we did want to make those corrections for the record.

Mahçupyan begins by claiming that the Supreme Court of Appeals cannot be accused of bias because its membership was appointed before the 2010 referendum. (It is widely understood that the AKP and Gulenists staffed the higher echelons of the judiciary with sympathizers following the changes made in the referendum.)

“I must note in advance that most members of the relevant chamber of the Supreme Court of Appeals had been appointed before the 2010 referendum — when constitutional amendments, particularly including those overhauling Turkey’s judicial system, were endorsed — and even before the AKP came to office in 2002, and that they unanimously upheld the local court’s decision. So it is hard to label the Supreme Court of Appeals decision as “ideologically motivated.”

In fact, four of the five members of the relevant (9th) chamber were not members of the Supreme Court of Appeals prior to the 2010 referendum, as can be easily checked by consulting the official gazette. All four were appointed on February 24, 2011. The fifth member was appointed in 2003, before the referendum (but not before AKP came to office, as Mahçupyan claims). The latter was elected to preside over the 9th chamber on October 24, 2011 – well after the referendum.

Whichever way one looks at it, the 9th chamber of the Supreme Court of Appeals was staffed and reconstituted following the 2010 referendum.

Mahçupyan also gets totally wrong the judgments to date of the European Court of Human Rights (ECtHR) on Sledgehammer. He writes

“As you may recall, the ECtHR rejected the claim that the digital data had been fabricated.”

Actually, no you cannot recall such a thing because it never happened. The ECtHR has not ruled on the defendants’ claim that the evidence against them is fabricated. It has not done so because that claim comes under Art. 6 (“fair trial”) of the European charter on human rights, and requires that domestic remedies be exhausted before ECtHR can render judgment. Defendants will not be able to take the case to ECtHR under Art. 6 until their final appeal – before the Constitutional Court – is rejected. (Even then, the ECtHR will not rule on whether the digital evidence is fabricated or not; it will rule on whether the defendants were given a fair trial – in particular whether the evidence on fabrication was properly evaluated by Turkish courts.)

The ECtHR did rule that initial detentions were legally justified, in the sense that the prima facie evidence cleared the necessary threshold. As the Court made clear, this ruling was not based on an evaluation of the evidence itself. It presumed that subsequent stages of the legal proceedings would provide the defendants with adequate opportunity to clear their names, which clearly has not happened. The ECtHR has in fact already raised questions on the legality of the continued detentions, directing specific queries to the government. (No judgment has yet been rendered on that part of the defendants’ complaint.) But, as mentioned above, the ECtHR has not yet undertaken an evaluation of whether defendants have received a fair trial.

Incidentally, the U.N Working Group on Arbitrary Detention (UNWGAD), which follows different procedures, has already ruled in favor of the defendants. Among other violations of due process, it found that the Turkish court had refused to examine evidence substantiating the forgery claims. Mahçupyan is naturally silent on the UNWGAD ruling.

BALYOZ DAVASI : Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin üyeleri ne zaman at andı ?


Yargıtay 9. Ceza Dairesinde Balyoz davasına başkan hariç yargıçların tamamı Yargıtay’a üye olarak 2010 referandumundan sonra atandı.

Yargitay9

Yargıtay’ın ‘Balyoz’ üyeleri

Dört üyenin de atama tarihi: 24 Şubat 2011 (Karar no. 42)

11 Mart 2011 tarihli 27871 no.lu resmi gazete (kararın pdf’ine buradan ulaşabilir, ya da http://www.resmigazete.gov.tr/ adresinden ilgili resmi gazeteye ulaşabilirsiniz)

Bu karar ile Hamza Yaman, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nden, Abdurrahman Kavun, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nden, Ahmet Toker ve Fikriye Şentürk ise tetkik hakimliklerinden Yargıtay üyeliğine atandı. (Ayni kararla belgelerin sahteliğini gösteren yazışmaları adli emanete gömen Balyoz savcılarından Süleyman Pehlivan ve Mehmet Murat Yönder’in de Yargıtay’a üye atandığını not edelim.)

Başkan Ekrem Ertuğrul ise Referandum öncesi Yargıtay üyesi olan tek kişi. Yargıtay üyeliğine 2003’de seçilen Ertuğrul’un 9. Ceza Dairesi Başkanlığına atanması ise tarihi 24 Ekim 2011.

Bu yargıçların özgeçmişleri hakkında da bilgiye Müyesser Yıldız’ın 10 Ekim 2013 tarihli yazısından ulaşabilirsiniz.b.gif?host=balyozdavasivegercekler.com&blog=12280071&post=8114&subd=cdogangercekler&ref=&feed=1

BASIN’DA BALYOZ DAVASI /// Balyoz III


balyoz1.jpg?itok=6xFFKSpU

YeniŞafak: Bülent Orakoğlu:Balyoz cuntası 28 Şubat sürecinin devamı

Yargıtay 9. Daire’nin Balyoz davası ile ilgili kararları vesayetçi kesimi bir hayli tedirgin etti. Zira bu kararların Ergenekon ve 28 Şubat davalarında ‘Emsal’ teşkil etme ihtimali hayli yüksek görünüyor. Gerekçeli kararda, Çetin Doğan liderliğindeki Balyoz cuntasının 28 Şubat sürecindeki kazanımların sürdürülmek istenmesi nedeniyle oluşturulduğu şeklinde çok kritik bir ifade yer alıyor. Yargıtay’ın bu tespiti, 28 Şubat davasını yakından etkileyerek askeri vesayetin bitirilmesinin önünü açabilecektir. Devamı…

Milliyet: Tunca Bengin:Ergenekon ve Balyoz küresel operasyon mu?

Ergenekon davasında müebbet hapis cezasına çarptırılan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un, Balyoz davası kararıyla ilgili yorumu: Askerlerin tasfiyesi tesadüf değil. Sanık avukatları da kararla savunma sanayiinde görevli kişilerin özel olarak hedef alındığı ve devre dışı bırakıldığı görüşünde. Bu konuda paralel düşünenlerden biri de CHP Aydın Milletvekili Bülent Tezcan. O da, Ergenekon ve Balyoz’un darbe girişimine yönelik iç hesaplaşma değil, “küresel bir operasyon” olduğunu söylüyor. Devamı…

Cumhuriyet: Orhan Bursalı:Haşim Kılıç Çekilmeli

Dünkü yazımı Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, Balyoz davası kararını onaylayan Yargıtay’ın o ünlü 9. Dairesi’nin verdiği kararın doğruluğuna ve daireyi oluşturan yargıçlara duyduğu güveni dile getirmesine üzerine yazacaktım… Tek kelimeyle istifasını gerektiren bir demeç… Görüş almak için bulamadığım eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen geniş bir değerlendirme yayımladı ve 9. Daire’nin gerekçeli kararını baştan sona AİHM’ye ve yasalara aykırı buldu. Türmen’in yazısından çıkardığım sonuç şudur: Karar ve gerekçesi, tam bir sefalet hukuku!.. Devamı…

Star: Mustafa Karaalioğlu:Dürüst olalım… Buna, 28 Şubat Davası diyemeyiz

En baştan beri şunu soruyorum: Balyoz ve Ergenekon davalarına karşı yüzlerce manşet atan; o davaların iddialarını çürütmeye çalışanlar neden 28 Şubat için tek satır yazmıyorlar? Oysa, 28 Şubat’ta da tıpkı o davalarda olduğu gibi yaşlı ve hasta generaller tutuklandı. 28 Şubat’ta da klasör klasör belge ve bilgi var. İnanılmaz iddialar var. Neden tek bir kalem o belgeleri, bilgileri inceleyip eksik veya “uydurulmuş!” yönlerini ortaya çıkarmıyor? Neden, bu davadaki yaşlı ve hasta tutuklulara, Ergenekon-Balyoz paşaları gibi sahip çıkılmıyor? Devamı…

Sözcü: Saygı Öztürk:“Balyoz”da ilginçlikler, TSK’ya kırgınlıklar

Balyoz Davası’nın kararının Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından açıklanacağı gün açıkçası sanıkların pek umudu olmasa da aileleri büyük bir beklenti içindeydi. Başlangıçta beraatler, bozmalar geldikçe umut daha da arttı. Ancak açıklamalar devam ettikçe 237 askerin mahkumiyetleri onaylandığı ortaya çıktı. Avukatlar, bir davayı üstlendiklerinde muhtemel sonuçlarını değerlendirebiliyorlardı. Ancak, bugün avukatlar da büyük bir hayal kırıklığı içinde. Kararlarda hayli ilginçlikler oluyor. Devamı…

(14 Ekim 2013)

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!