Etiket arşivi: zihin kontrolü

ZİHİN KONTROLÜ /// MK-Ultra – Tavistock !!!


MK-Ultra – Tavistock

ABD’de Zihin Kontrolü üzerine yapılan çalışmaların tarihçesine bakıldığında, kimisi birkaç yılda sonlandırılmış, MK-ULTRA gibi kimisi ise uzun süre devam etmiş bazı proje isimleri göze çarpar: CHATTER, BLUEBIRD, ARTICHOKE, MK-ULTRA ve diğerleri…

Konuya bu hâliyle bakıldığında; laboratuvar çalışmaları yapılmış, belli neticelere ulaşılmış, nihayetinde belgelerin hemen hepsi imha edilmiş, dosya kapatılmış zannedilebilir.

Oysa Zihin Kontrolü çalışmalarının bugün geldiği bilimsel zirveyi göstermesi açısından “Cihazlı Uzaktan Zihin Kontrolü”, yani TELEGRAM’ın hedefi olmuş mağdurların olduğu günümüz dünyasında, uzun zaman öncesinin projelerinden elde edilmiş metodlarla taciz edilen, işkence gören mağdurlar da bulunmakta.

Hem mezkur projelerin içiçe olduğu ve hem de şahsa özel uygulamaların yaşandığı; zamana, zemine ve kişiye göre değişen, hatta bazen birçok eski ve yeni proje ürünlerinin(!) birlikte uygulandığı kirli bir dünyadır sözkonusu ettiğimiz. Hülasa, eski projeler de bu mânâda rafa kaldırılmamış, elde edilenler ışığında yerine göre müstakil; yerine göre farklı ilmî gelişmelerle birlikte kullanılır olmuştur.

Mesela eski projelerde psikiyatri ve farmakoloji temelli çalışmalar her ne kadar bu iki bilim dalı ile sınırlanmış gözükse de, gerek bu uygulamalar ve gerekse bu uygulamalar sonrasındaki neticeler, aynı zamanda Cihazlı Zihin Kontrolü sahasındaki çalışmalarda da veri olarak kullanılmış unsurlardır.

Diğer yandan, eski kimi metodların da aynen kullanıldığı oluyor. Psikofarmakolojik kimyasalların bugün dahi "Terörle Savaş" adı altında tutuklu ve hükümlülere verildiğine dair ABD`de yayınlanan haberler bu tesbitimizi kuvvetlendiriyor.

McClatchy News`de Carol Rosenberg imzasıyla 2010 Temmuz`unda çıkan bir haberde, 11 Eylül suçlusu olarak Guantanamo`da tutulan Yemen asıllı Ramzi bin el-Shibh`e psikotropik ilaçlar verildiği ve bu yöndeki haberleri gizlemek için hükümetin büyük çaba harcadığı söyleniyordu. Bu cins ilaçlar, merkezi sinir sistemine etki edip beynin işlevlerini değiştirerek, algıda, ruh hâlinde, şuurda ve davranışta değişikliğe neden olmakta.

Bu ve benzer insanlık dışı uygulamaları merkeze alan ABD menşeli bir internet sitesinde ayrıca "Ordu, CIA ve Metrazol" ara başlığı altında şu bilgiler verilmiş:

– "Metrazol benzeri ilaçlar, sorgulamalarda bugün bile hâlâ kullanılıyor. Türkiye, Pakistan ve Romanya`da bu çeşit görevlerde hizmet etmiş daha alt rütbeli bazı subaylardan gelen raporlara göre, Metrazol`a oldukça benzer etkilere yol açan ilaçlar, tüm dünyada faaliyet gösteren birçok "kara tesis"te tutulan düşman savaşçılar ve bazı süjeler üzerinde Pentagon ve CIA tarafından daha 2010 yılında bile hâlâ kullanılmaktaydı.

Bunlara şahid olan eski bir subay şöyle diyor: `İnanılmaz şekillere girerek bir simit gibi bükülüyor, kasılıyor, deli gibi titriyor ve gözleri de neredeyse yuvalarından fırlayacak hâle geliyordu.`" [1]

Kısacası, Zihin Kontrolü konusunda yeni ve kadim metodlar, fark gözetilmeden, şartlara göre ayrı veya birlikte kullanılmaya devam ediliyor. Eski uygulamaların birçoğu, ister farmakolojik, ister telkine dayalı yahud başka cinsten olsun, günümüzde ulaştığı gelişmelerin getirdiği avantajla birçok coğrafyada hâlâ revaçta.

Cezaevlerindeki tutuklu ve mahkumları zorla kobay yapan HZİ Vakfı’nın (vakıf, HZI Research Center – Tıbbi Araştırma Merkezi olarak, New York-Tarrytown’da faaliyet göstermektedir) sahibi ve aynı zamanda hem CEEG’nin –EEG cihazından alınan beyne ait elektromanyetik grafikleri gelişmiş bilgisayarlarla analiz edebilen sistem- ve hem de patentli-patentsiz sayısız ilacın kaşifi bir psikofarmakolog olan Prof. Turan M. İtil’in, 12 Eylül döneminden yıllar önce (1972) -kökeni Mesmer’e (1734-1815) hatta daha öncesine dayanan manyetik ve hipnotik uykuyu da içine alıcı şekilde- HİPNOTİZMA üzerine literatürde önemli yer edinen çalışmaları da, eski ve yeni üzerine yaptığımız tesbit ışığında değerlendirilebilir.

Hem özelde Prof. İtil’in ve hem de geniş mânâda tüm bilim adamlarının hem akademik ve hem de ticari kaygılarının eseri olarak yaptıkları uğraşılar değil elbette konumuz. Zihin Kontrolü bahsi üzerinden gidiyoruz.

Prof. İtil’in kimlerle ve hangi kurum ve kuruluşların çatısı altında çalıştığını biraz açarsak; eser-müessir ilişkisini biraz deşersek, meramımız daha iyi anlaşılır sanırız.

Prof Turan M. İtil’in mesai arkadaşlarından biri, daha önceki yazılarımızda ele aldığımız, bilhassa cezaevlerinde yaptığı Zihin Kontrol deneyleriyle meşhur Stanford Araştırma Enstitüsü’nden (SRI), bu enstitünün gözbebeklerinden, İtil gibi Missouri Üniversitesi’ne yıllarını vermiş psikiyatri profesörü George A. Ulett. İtil ve Ulett dışında bir kişi daha bulunmuş bu “hipnoz” çalışmalarında: Nöroloji Profesörü Şevket Akpınar. [2]

Şevket Akpınar, 1974-1989 yılları arasında GATA Nöroloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı görevini yürütmüş bir “Tuğgeneral” aynı zamanda. [3]

Pentagon güdümündeki projelerin yuvası durumundaki birkaç akademik merkezden biri olan Missouri Psikiyatri Enstitüsü’nde EEG, Nörofizyoloji, Psikofarmakoloji ve “Uyku” laboratuvarlarında direktör olan Prof. Turan İtil’in yanında doktorasını verdikten sonra, 1971 yılına kadar enstitüdeki laboratuvarlarda çalışmış bir TSK mensubudur Akpınar. [4]

Gerek İtil’in ve gerekse Ulett’in 1958 yılında yollarının kesiştiği bir başka ünlü akademisyen de Profesör Max Fink.

1923 doğumlu olan Fink, psikiyatri ve nöroloji sahasının duayenlerinden. “Amerikan ECT’sinin babası” olarak tanınan Fink’in çalışmaları ve eserleri ders kitabı olarak okutuluyor dersek sanırız konu daha da iyi anlaşılır.

Prof. Fink’i daha yakından tanımak için, neredeyse ömrünü verdiği ECT’yi -Electroconvulsive Therapy-, bizdeki ifadesiyle EKT’yi kısaca izah edelim:

Birçok psikiyatrik bozukluğun tedavisi için, daha çok ilaca dirençli major depresyon, katatonik durumlar, ilaca dirençli psikotik rahatsızlıklar gibi vak’alarda tek çözüm gibi görülen ve anestezi uygulandıktan sonra, hastanın alnına yerleştirilen iki elektrot vasıtasıyla kısa aralıklarla elektrik akımı verme yoluyla "beyinde epileptik nöbet" ortaya çıkarılması esasına dayanan biyolojik bir tedavi metodudur EKT. Günümüzde dahi bunu ilmî-tıbbî bir metod olarak kabul etmeyen hekimler vardır. [5]

Bu denli hayatî önem arzeden bir metod olmasına rağmen, EKT’nin etki mekanizması tam olarak bilinmemektedir.

Hasta için bu uygulamadan sonra “hafıza kaybı” söz konusudur. Bununla ilgili çok spekülasyon yapılsa da, uzmanlara göre bu hafıza kaybı kalıcı değildir. Unutulanların tekrar hatırlanabilmesi ise 6 aydan 1 yıla kadar bir süreç gerektirebilir.

1958 yılında İtil’le tanışan Max Fink’in daha sonra Türkiye’yi ziyaret ettiğini görüyoruz. Bir açıklamasında “İlk KATATONİ hastasını Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde, 1962 yılında gördüm” diyen Fink’in sicili ise, çok uzun yıllar mesai arkadaşlığı yaptığı ve 12 Eylül dönemi Türkiyesi’nde 5000 civarında tutuklu ve mahkumu rızaları olmadan kobay olarak kulllandığı bilinen Profesör Turan M. İtil’in sicilinden farklı değil.

Profesör Max Fink, Cihazlı Zihin Kontrolüne uzanan süreçte CIA şemsiyesi altında başlatılan ilk temel projelerden olan olan MK-ULTRA ve ARTICHOKE projelerinde, bazı birimlerde direktörlük de yapmış etkili isimlerden.

Bakırköy demişken bir parantez açalım:

European Forum for Electroconvulsive Therapy (EFFECT) yıllık toplantıları 2006 yılından bu yana sürdürülmektedir. 2009 Eylül’ündeki uluslararası toplantıya Sinan Gülöksüz, Ömer Saatçioğlu, Medaim Yanık, Özge Canbek gibi “Bakırköy Mazhar Osman” menşeli hekim ve öğretim görevlileri –Medaim Yanık, hastanenin başhemliğini de yapmış hocadır- evsahipliği yapmış, yurtdışından bu dalda söz sahibi seçkin misafirler katılmışlar.

Her ne kadar Türkiye’deki toplantıya Fink teşrif etmese de, 2006’da Paris ve 2007’de Viyana’da yapılan toplantılara katılmıştır. [6]

Fink’in ilk dönem çalışmaları uyuşturucular ve farmakoloji ağırlıklıyken, sonrasındaki akademik mesaisini tamamen ECT üzerine yaptığı çalışmalar doldurdu. Aynı zamanda bu son cümlemiz ABD’deki Zihin Kontrolü çalışmalarının büyük ölçüde karakteristiğini de ele vermekte. Çünkü ilk dönem MK-ULTRA ve ARTICHOKE gibi Zihin Kontrolü projeleri genel anlamda LSD gibi uyuşturucular ve dolayısıyla farmakolojiye ve hipnoz veya telkin gibi ilkel(!) metodlara dayalı idi.

Bu noktada, sadece Max Fink – Turan İtil tanışmasını (1958) MK-ULTRA ve ARTICHOKE projelerindeki dönüşümde milad olarak vasıflandırmak abartılı olacaktır ancak önemlidir. Bu iki projede yürütücü laboratuvar kadrosu lideri ve –CIA’ya- danışmanlık görevini üstlenen Fink, Profesör Turan İtil ve Dieter Bente ile birlikte yukarıda zikrettiğimiz metodlardan yine farmakoloji ile birlikte bilgisayar ve nörolojiyi ön plana çıkaran ve daha sonrasında tamamen bilgisayar arayüzleri ve elektromanyetizmayı ihtiva eden Cihazlı Zihin Kontrolü’ne geçiş döneminin mimarları oldular. [7]

Bu üçlünün etkili olduğu akademisyenler grubunun öngörüsüyle bilgisayar ağırlıklı işbirliğine karar verildi. Akabinde ilk önce International Pharmaco-EEG Group/IPEG’i kurdular. Adından da anlaşılacağı üzere farmakoloji ve bilgisayarın birlikte kullanımını öne alan laboratuvar çalışmalarını ifade eden bir yapılanmaydı bu.

Fink daha önce de araştırma ve deney merkezli çeşitli birim ve dernekler kurmuş; kiminde danışman kiminde ise daire müdürlüğü yapmıştı. Elbette tüm bunların finansmanı da CIA’nın örtülü ödeneğinden sağlanıyordu.

Fink, ismi proje ile adeta özdeşleşen Morse Allen’le birlikte ARTICHOKE’ta AMNEZİ-hafıza kaybı üzerine çalışırken; sorgulamalarda etkisini geliştirmek amacıyla kimyasallarla birlikte “elektroşok”u da kullanıyordu, sonrasında İtil-Bente ve onların geliştirdiği elektromanyetizma ve bilgisayar destekli yeni metodlarla projelerinin çehresini büyük ölçüde değiştirdiler.

Farmakolojinin ve kimyasalların da işin içinde olduğu, bilgisayar sistemlerinin ön planda tutulduğu çalışmaları işbirliği içinde yürüttüler. Bununla birlikte, Prof. Donald Klein’ın da aralarında bulunduğu grup, ANKSİYETE –fizikî belirtilerin yanısıra sebebsiz endişe ve korku hâli- üzerine çalışmalarda bulundular.

Grubun Amnezi ve Anksiyete üzerindeki çalışmaları elbette ki sadece bu rahatsızlıkların giderilmesi ve tedavisi anlamında tıbbî araştırmalar değildi. CIA’nın örtülü ödeneğinden finanse edilen ve yine CIA kontrolünde yürütülen bu araştırmalar, Zihin Kontrolü projesi olarak tarihe geçen MK-ULTRA’dan sonraki projenin parçasıydı. Çalışmalar tahmin edileceği üzere “Anti-Terör” başlığı altında, “ulusal güvenlik” adına yapılıyordu.

Prof. Dr. Turan M. İtil’in EEG’nin gelişmiş versiyonunu keşfetmesi ve daha o günlerden itibaren parlak gelecek vaad eden başarılı akademik etiketi, Max Fink ile birlikte, ABD ordusunun-Pentagon’un ve CIA’nın gözbebeği bir Zihin Kontrolü projesinde yıllarca emek vermesine vesile olmuştur.

Yazımızı bitirirken, konuya ilgi duyan okuyucu için İtil ve Fink’in çalışmalarını da ihtiva eden ve Yazarları Edward Shorter ile David Healy olan “Shock Therapy: A History of Electroconvulsive Treatment in Mental Illness” isimli kitabı tavsiye edelim. Yine bu yazarlardan David Healy’nin Fink’le yaptığı röportajda Turan İtil ve Donald Klein’la birlikte yaptıkları çalışmaları ınternetten okumak isteyenler için de bir link verelim. [8]

Fink’in Tavistock’la olan alakasını gördüğümüzde ise, “kulakların çınlasın Altındal Hoca. Tavistock’un üstünde bu kadar çok durman boşuna değilmiş!” demeden edemedik.

Bilindiği gibi ABD’nin siyasî ve sosyo-kültürel dokusundaki maya Britanya hamurundandır. Hatta gerek CIA ve gerekse ondan önceki OSS’nin (Office of Strategic Services) oluşumunda ve günümüze kadarki tatbiklerinde içten içe Britanya’nın etkisi vardır.

Bu cümlelerimizdeki Britanya vurgusu bilinen şekliyle bir millet veya devlet mânâsında değil; Tavistock kurumu gibi, hem askerî, istihbarî, iktisadî alanlarda, hem de bilim ve bilhassa tıb kullanılarak toplum mühendisliğinde boy gösteren yönlendirici ve emir merkezi siyonist yahudi ve siyonist hristiyan elit merkezleri kastendir.

Tavistock’un tıb alanında kendi meşreblerine uygun bilim adamlarına verdiği bir ödül var. İsmi Tavistock’la özdeşleşen Dr. Thomas W. Salmon (1876-1927) adına 1942’den bu yana verilen ödüle iki yıl önce Prof. Turan M. İtil’in “yakın dostum” dediği, MK-ULTRA projesinin danışmanlarından ve araştırma ünitesi direktörlerinden mahut Prof. Max Fink layık görüldü.

Daha öncesinde de yine bu ikiliyle birlikte MK-ULTRA’da çalışan Donald F. Klein, 1993’te bu ödülü almıştı. 1973 yılındaki ödül ise yine MK-ULTRA’nın ağır toplarından ve Fink’in hamisi olarak tanınan Lauretta Bender’in olmuştu. Bayan Bender, çocuk nöropsikiyatristi ve mezkur projede çocuklara yaptığı korku filmlerini aratmayan uygulama ve deneylerle tarihe geçmiş biriydi.

DİPNOTLAR

1) http://vaticproject.blogspot.jp/2010/08/hidden-tragedy-of-cias-experiments-on.html?m=1
2)http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/0013469472901162
3)http://www.parkinsondernegi.org/media/contentDocs/9203e7c9534549595f8efb8457b324ad.pdf
4)http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/0013469472901162
http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/00207147208409275?journalCode=nhyp20#preview
5) http://www.ctf.istanbul.edu.tr/stek/pdfs/17/1711mt.pdf
6) http://www.theeffect.eu/Picturevien.html
7)http://d.plnk.co/ACNP/50th/Transcripts/Turan%20M.%20Itil%20by%20Andrea%20Tone.doc
8)http://d.plnk.co/ACNP/50th/Transcripts/Max%20Fink%20by%20David%20Healy.doc

ZİHİN KONTROLÜ /// AHMET BEKTAŞ : Beyin Kontrolü


Kontrol, bilgi ile olur!

Otomatik cihazlar, her aşamayı algılayıp ona göre yeni durum oluşturacak alıcılarla donatılır! Eski tabirle müşir (yağ müşiri) cihazın o bölgesinden kumanda bölgesine durumu bildirir! Şimdi tamamen bilgisayarlı donanıma sahip neredeyse tam otomatik çalışan makineler var!

Evrende metafizik anafor var. Bütün insanların korkusu, hayali, üzüntüsü, zulmü, güzelliği evrende fırtınalar halinde, bazen de hortumlar halinde dolaşıyor! Buna düşünce enerjisi diyenler de olur, metafizik enerji etkisi diyenler de; hatta “Cin” de diyenler var! “Cin” demekten korkanlar da “Üç harfli” der! Üç harfliyi ne maksatla söylediğini anlayacak akla sahip olmayan bir varlıktan ne demeye korkar bu şekilde söyleyen o da ayrı bir durum!

Bu etkileşim bazı şuurlu varlıkların ürettiği sinyaller şeklinde evrende dolaşırken bazı otomasyona benzer yumaklaşmalar gruplaşmalar olur! Adeta ruhlaşır veya cinleşir! Yani birleşen bu enerjiler yoğunlaşıp adeta kara delik gibi çekim alanını genişletir! Bu yumaklaşan veya yoğunlaşan şuurlu enerjiler adeta bedensiz varlıklar şeklinde evreni etkilemeye başlar! Hatta bedenli varlıkların şuurunu ele geçirip ya da bastırıp ona kendi şuurunu yaşatır! Bu konu çok önemli! Hani halk arasında; cinnet geçirme, delirmek, içine cin girmek, hortlamak tabiri kullanılır ya o hal!

Zayıf bilinçler, kuvvetli bilinçlerce yutulur!

Metafizik açısından bu tesir her an var! Egemen şuur diğer şuurları kendine itaat ettirir hatta ibadet ettirir! Zayıf şuurları etki altına alıp kullanmak mümkün!

Otomasyon için müşir ve alıcılar ne ise insan şuurunu kontrol etmede insana daha bebekken verilen tüm öğreti ve inançlar, korkular o manadadır. Yani otomasyonda her aşama için bir alıcı var ise insan beyninin kodlanmasında da her aşama için bir öğreti vardır. Zamanı geldiğinde o öğretiye zayıf yetişmiş insan şuuru, amaca uygun gönderilen sinyalle kullanılmaya başlanır! Bu sinyaller korku, sevinç, ödül, ceza gibi soyut karşılıkları beyinde kodlanmış olan anahtarlı bilgilerdir! Çocuğun kulağına ezan okumak bile bu kodlamanın örneğidir! Çocuk ezana karşı duyarlı hale ilk aşamada getirilir! “Cin” demeye bile korkan insanı, cin ile korkutmak mümkün elbet! Buna benzer durumlar! Ya da erkeğin yetmiş bin hurili Cennete tav olması doğal! Cihat için şevk vermek gibi (Ganimet ve cariye de var elbet)…

Konuya en geniş açıdan bakmaya çalışalım, subliminal mesajlarla beyin kontrolü çok önemli!

Eskiden buna büyü, sihir denirdi!

Daha doğuştan bazı etkilere zayıf kodlanan beyinleri etkilemek için kullanılan metotlara “Büyü, sihir” denilebilir! Evrensel enerjileri de hedef noktaya yönlendirmek bu kapsamda. İnsanların şuurlarını kullanmak için önce kodlamak gerek! Bu kodlama da daha doğuştan yapılır! Öğretiler ve kutsal değişmez kabullerle ilk aşama tamamlanır! Sonrasında bu kodlar daha ayrıntılı işlenir! Daha sonrasında ise bireyin bilinci; belli şifrelerle, belirli hedeflere yönelik kullanılmaya başlar! “Milyarlarca insan bu halde!” dense, yalan olmaz! Şuurlar ele geçirilmiş! Bu en kapsamlı şekilde yapılabilir! Laboratuar ortamında korku, ümit, sevinç, endişe, saldırganlık sinyalleri bile üretilmeye çalışılıyor… Günümüze kadar öğretilerle ve sihir ile yapılan bu zihin kontrolü; günümüzde laboratuar ortamında uygun sinyali üreterek de yapılabilir! İsyan çıkarmak, bazı idealler uğruna ölümüne savaştırmak için insanları uygun kodlarla tahrik etmek mümkün…

Son tahlilde; çok iyi tanıdığınız biri birden saçmalamaya başlar ve abuk, sabuk davranmaya başlarsa etki altında olması muhtemeldir! Bu herkes için geçerli. Sadece bunun bilincinde olan zarar görmemek için kendini kollar! Yani gelen sinyali geri yollamayı başarabilir! İnsan kendine gelen kötü enerjiyi geri yolladığında av iken avcı olur! Ayrıntıya girmeyeceğim. Evrende dolaşan enerjiden herkes kendi gereğini alsın. Başkalarına kötü enerji yollayan yansımayla vurulur! Güzel şeyleri alanlar da mutlu ve huzurlu olur! Haset ve kin enerjisi geri yansıdığında çıktığı kaynağı vurur.

Selametle,

Ahmet Bektaş

ZİHİN KONTROLÜ /// Doç. Dr. Birol Ertan : Beyin kontrolü /// CC : @birolertan @17agustosweb


USGAM Uzmanı Birol Ertan

Bir yazıyı okumadan önce ve bir fikri değerlendirmeden, klişeleştirmelerden kaçınmanızı öneririm. Eğer klişeleştirmeler yoluyla kendinizi farklı olandan ve yeni düşüncelerden uzak tutarsanız, dünyadaki ve ülkenizdeki gelişmelerin ve olayların arka planlarını anlamada başarısız olacağınız kesindir.

Şimdi gelelim, Beyin Kontrolü ya da onun alt dallarından birisi olan Beyin Yıkama üzerine yazılanlara ve bu konudaki iddialara.

Beyin Kontrolü üzerine özellikle istihbarat alanında yapılan çalışmaların 1950’lerden önceye dayandığını biliyoruz. Almanya’da Hitler faşizmi döneminde yapılan ve çoğu gizli kalmış araştırmalar ve bu araştırmaları yapan bazı araştırmacıların, daha sonra ABD gibi başka ülkelerde bu çalışmalarına devam ettiklerini biliyoruz.

Beyin Kontrolü ve Etik

Beyin kontrolü ve beyin yıkama üzerine yapılan bilimsel çalışmaların etik açısından değerlendirilmesini bir başka çalışmaya bırakmak istiyorum. Bu çalışmaların etik açıdan çok yanlış ve zararlı olduğuna inansak bile, bunları ortadan kaldırmak olanaksızdır. Üstelik, bu çalışmalarda elde edilen bazı bilgilerin beyin hastalıklarının tedavisinde ve insan beyninin anlaşılmasında çok yararlı sonuçlar ürettiğini de unutulmamak gerekir.

Zamanında atom bombası üzerine de benzer tartışmalar yapılmıştı, ancak bu tartışmalar, nükleer silahların yayılması ve çeşitlenmesini engelleyemedi. Bu nedenle, baştan etik tartışması açarak bazı konuları kapalı kapılar ardına bırakmanın ve gerçeklerin göz ardı edilerek bu konuda halkın aydınlatılmasının engellenmesinin doğru olmadığına inanıyorum. Ayrıca, bu konudaki yasakçı anlayışın, beyin kontrolü araştırmalarını kötüye kullananların işine yarayacağına inanıyorum. Bu nedenle, beyin kontrolü gibi konularda yazılanların etik nedenlerle tepki görmesinin ve sansürlenmeye çalışılmasının mantığını anlamak güçtür.

Beyin Kontrolü Çalışmaları

Beyin kontrolü üzerine çalışmalar ile “frenoloji” ismi verilen bilimin sapkın düşüncelere alet edilmesi uygulamalarını karıştırmamak gerekir. Frenoloji isimli sapkın yaklaşım; Latince Fren ve Logos kavramlarından türetilmiş olup insanların kafatası şekillerinden karakterlerini ve suça eğilimli olup olmadıklarını belirlemeye dönük düşüncedir. Alman doktor Gall tarafından geliştirilmiş olan bu sapkın yaklaşım, 19. yüzyılda çok sayıda taraftar bulmuş ve insan kafatasları üzerinde çok sayıda araştırma yapılmasına kaynaklık etmiştir. Bu araştırmalarda, suçluların beyinlerinin suç işlemeyenlerden de farklı olduğunu kanıtlamak için genellikle azılı katil ve tecavüzcü gibi kişilerin kafataslarında farklı bir nokta bulmaya çalışılmıştır. Paul Broca gibi dönemin çok sayıda gerçek bilim adamı bile bu sapkın düşüncelerden etkilenmiştir. Beyin kontrolü, frenoloji ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir alandır.

Beyin kontrolü çalışmalarının amacı, insan beyninin bazı maddeler ya da uygulamalar aracılığıyla kontrol edilip insan davranışlarının ve duygularının değiştirilmesi, yönlendirilmesi ve kontrol altına alınmasıdır. Bu konudaki çalışmaların çoğu gizli yürütülmekte ve özellikle istihbarat amacıyla kullanımı için binlerce bilim adamının uzun yıllardır bu konularda çalışmalar yaptığı bilinmektedir.

Beyin Yıkama Çalışmalarının Tarihi

Beyin yıkama çalışmalarının tarihini kesin olarak bilmek mümkün değildir. Ancak, bilimsel açıdan ciddi sonuçlar doğuran çalışmaların 1970’ler sonrasında yoğunlaştığı görülür. Bu konuda yayımlanmış önemli çalışmalardan birisi, İspanyol psikoloji Profesörü Jose Manuel Rodriquez Delgado’nun “Physical Control of the Mind: Toward a Psychocivilized Society” kitabıdır (http://www.amazon.com/Physical-Control-Mind-Psychocivilized-Society/dp/0829005749). Elektrik sinyaller ile beynin bazı bölgelerinin hangi işlevlere sahip olduğunu ve bu elektrik sinyallerin hangi tepkiler doğurduğunu inceleyen Profesör Delgado’nun bulguları, beyin kontrolü araştırmalarının hızlanmasına katkıda bulunmuştur.

Beyin kontrolü üzerine çalışmalar, Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki silahlanma yarışı ortamında hızlanmıştır. Binlerce bilim insanı ve uzmandan oluşan araştırma merkezleri kuran bu ülkelerin bu konuda ne tür sonuçlar ürettiği ve bunların insan beyni ve toplumlar üzerinde silah olarak ne şekilde kullanıldığı üzerinde elimizde fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak, ABD’de beyin kontrol üzerine bazı çalışmaların (örneğin LSD deneyleri ve MK-ULTRA Projesi gibi) kamuoyu gündemine getirildiği bilinmektedir. Ayrıca, beyin kontrolüne tabi tutulduğunu söyleyen binlerce insan da gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde ve gerekse de Türkiye’de devlet kurumlarına ve insan hakları derneklerine başvurmuşlardır. Bu başvuruların ne kadarının gerçeklerle ilgisi olduğu, ne kadarının beyin rahatsızlıkları ve psikolojik sorunlardan kaynaklandığını bilmek ise mümkün değildir. Beyin kontrolü üzerindeki bilgiler ve araştırmalar gizli yapıldığı için bu konuda somut sonuçlara ulaşmak çoğu zaman mümkün olamamaktadır.

Her alanda teknolojik gelişmelerin akıl almaz hızla geliştiği 21. yüzyılda beyin kontrolü üzerine hangi araştırmaların yapıldığı ve yöntemlerin geliştirildiğini anlamak çok heyecan verici olurdu. Ne yazık ki, istihbarat alanında kullanılması nedeniyle bu konuda kesin bilgilere ulaşmak şimdilik mümkün görünmüyor.

Beyin Kontrolü Yöntemleri

Profesör Delgado ile beyine çeşitli elektik sinyaller verilerek tepkilerin ölçülmesi sonucu elde edilen bulgular, beyin kontrolü çalışmalarının ilk aşamadaki başarılarıydı. Daha sonra geliştirilen uygulamalar, yöntemler ve aletler yoluyla yalnızca bireylerin değil, kitlelerin kontrolü anlamında çok önemli gelişmelerin yaşandığı tahmin edilebilir.

Beyin kontrolü çalışmalarında birçok yöntem ve madde kullanıldığını biliyoruz. Bunlardan bildiğimiz bazıları; beyine yerleştirilen elektromanyetik çipler, kimyasal ve uyuşturucu maddelerin kullanılması, zihnin normal çalışmasını engelleyen gaz ve sıvıların kullanılması, iletişim araçlarında kullanılan 25. kare benzeri uygulamalar ve yüksek frekanslı elektromanyetik ses dalgalarının kullanımıdır. Bunlara, geçen zaman içinde bilmediğimiz maddeler ve yöntemler eklenmiş olması da olasıdır.

Beyin kontrolü konusunda beyine çip yerleştirme konusunda çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu çiplerin boyutlarının gözle görülemeyecek ölçüde küçülmesi sonucu beynin kontrol edilmesinde ileri aşamalar elde edildiği ve habersiz olarak birçok insana bu çiplerin takılabilmesinin yolunun açıldığı görülmektedir. Başta ABD’de olmak üzere çok sayıda insan, beyinlerine çip yerleştirildiği için şikayetlerde bulunmuş ve bazılarında özel görüntü cihazları yoluyla çipler tespit edilerek bu çiplerin ameliyat ile alınması sağlanmıştır. Bu konuda yapılacak bir internet araştırması bile bizlere önemli bilgiler sunabilir.

Beyine çip yerleştirme uygulamasının, bugün tıp alanında da kullanılmaya başlayan bir yöntem olduğunu hatırlatmak gerekir. Brown Üniversitesi Beyin Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. John Donoghue, tıp ile mühendisliği birleştiren çalışmalarını anlattığı İstanbul’daki bir toplantıda, felçli hastaların beyin yüzeyine yerleştirilen mikroçip yardımıyla hareket yeteneği kazanmasını hedefleyen ve "Braingate" adı verilen projenin pek çok hastanın umudu olduğunu vurguladı. Donoghue, Braingate projesinin yüzlerce yıllık çalışmanın ürünü olduğunu iddia etmiştir. Felçli hastaların düşünce gücüyle hareket kabiliyetine sahip olmalarını amaçlayan "Braingate", hastanın beynine yerleştirilen çip sayesinde, beyin ile elektronik cihazlar arasında uyum sağlanması esasına dayanıyor. Test aşamasında olan "Braingate" projesinde, 100 elektrottan oluşan bir mikroçipin beyin yüzeyine yerleştirildiği, bu sayede düşünce gücünün kullanıldığı belirtildi. Çip yardımıyla kontrol edilebilen elektronik cihazlarla da felçli hastaların hareket ihtiyaçlarının karşılanması hedefleniyor

http://www.engelliler.biz/forum/saglikla-ilgili-bilgi-haber/72957-felclilere-braingate-adi-verilen-proje-umut-oldu.html

Bunun gibi bazı beyin hastalıklarının tedavisinde beyine çip yerleştirme uygulamaları üzerine ciddi çalışmalar yapıldığının bilinmesinde yarar vardır.

Beyine çip yerleştirme uygulamalarına bir örnek, İngiliz Kraliyet ailesi üyelerinin beyinlerine yerleştirilen ve söz konusu kişilerin kayıp olduklarında bulunmalarını sağlamak amacını taşıdığı iddia edilen çiplerdir.

Beyin kontrolünde kullanılan kimyasal maddeler ve uyuşturucu maddelere örnek, LSD deneyleridir. Bu deneylerdeki ilerideki çalışmalarda extacy benzeri plastik uyuşturucuların keşfedildiği iddia edilmektedir. ABD’nin Vietnam işgalinde ve yakın zamanda Irak işgali sırasında askerlerin ve deniz piyadeleri üzerinde cesaret arttırıcı uyuşturucu maddeler kullandığı iddia edilmiştir. PKK gibi terör örgütlerinde de operasyona gönderilen militanlara uyuşturucu haplar verildiği belirlenmiştir. Bu konuda çok eski bir örnek, Alamut Kalesi efsanesinin kahramanı olan Hasan Sabbah’ın intihar timlerinin afyon kullanılarak beyinlerinin yıkanmasıdır. Beyin yıkanması amacıyla ilaç ve uyuşturucu kullanımı konusunda bunlara benzer çok sayıda örnek vermek mümkündür.

Beyin yıkanmasında bilinen diğer bir yöntem, kitle iletişim araçlarında kullanılan 25. kare benzeri uygulamalardır. Bu konuyu açarsak, makalenin boyutu büyüyerek konunun dağılmasına neden olacağı için özet bilgi vermek istiyorum. Kitle iletişim araçlarında görüntü ve ses dalgaları arasına gizlenen ve bilinçaltına mesaj veren bir yöntem olarak 25. kare uygulamasını internetten kolayca öğrenebilirsiniz. Bu konuda daha detaylı bilgi almak isteyenler, http://www.25kare.net/bilincalti-gelen-mesaj-kutusu-gibi.html internet adresine bakabilirler. Birçok ülkede, özellikle filmlerde, çizgi filmlerde ve reklamlarda bu yöntemin kullanılması yasaklanmıştır.

Beyin kontrolü konusunda benim önemsediğim en önemli yöntem, elektromanyetik ses dalgaları ve yüksek frekanslı ses dalgaları kullanarak kitlelerin düşünce ve davranışlarının etkilenmesi, yönlendirilmesi ve değiştirilmesidir.

Yüksek Frekanslı Ses Dalgaları ile Beyin Kontrolü

Yüksek frekanslı ses dalgaları ya da kaynağını bilmediğimiz yöntemlerle çok uzaktaki bölgelerde yaşayanların düşüncelerinin ve davranışlarının etkilenebilmesine ilişkin çalışmalar, uzun dönemdir sürdürülmektedir. Bu araştırmaların, istihbarat boyutu olduğu için çok gizli tutulduğu bilinmektedir. Bu nedenle, bu konuda kesin bilgilere ulaşmak o kadar da kolay değildir.

N. Tesla’nın çalışmaları ve daha sonra HAARP teknolojisinin geliştirilmesi ile yüksek frekanslı manyetik dalgalar ile insan zihninin etkilenebileceğine ilişkin çalışmalar; başta ABD olmak üzere Kanada, Rusya, İngiltere ve İsrail gibi ülkelerde sürdürülmektedir. Bu araştırmaların sürdürüldüğü yerlerin adresleri bile kısa bir internet taraması ile bulabilirsiniz. Hatta, HAARP teknolojisi ile yapay depremler yaratıldığına ilişkin iddialar da dikkate değerdir ve bu konuda çok sayıda makale bulmanız mümkündür. Örneğin, bazı yazılarda ve kitaplarda, Türkiye’deki İzmit ve Van depreminin yapay olduğu iddia edilmiştir. Bu konuda bir görüş için bakınız

http://www.sonhaberler.gen.tr/van-depremi-yapay-olarak-mi-uretildi-makale,800.html

Yüksek frekanslı elektromanyetik ses dalgaları ile kitlelerin düşünce, duygu ve davranışlarının etkilenebildiği, değiştirilebildiği ve yönlendirilebildiğine ilişkin iddialar, tüyler ürperticidir. ABD’nin Irak işgalinde bu tür ölümcül olmayan silahlar kullandığı iddiaları, birçok kanaldan seslendirilmiştir.

Kitlelerin duygu, düşünce ve davranışları özel yöntemler ile etkilenebiliyorsa, demokrasi ve halk iradesi de tehlikede demektir. Bu yöntemin kullanılması durumunda seçimlerin de bir anlamı kalmayacak, bağımsız ülkeler kolayca yönlendirilip örtülü olarak işgal edilebilecektir.

Elektromanyetik ses dalgaları ve yüksek frekanslar ile kitleler yönlendirilebiliyorsa, bireylerin de bu konuda etki altına alınması söz konusu olacaktır. Özellikle devlet başkanları ve devlet yöneticilerinin bu yolla kontrol altına alınması, bir ülkenin işgalinden başka bir anlama gelmeyecektir. Bazı kitaplarda, liderler üzerinde yüksek frekanslı ses dalgaları ile beyin kontrolü yapıldığına ilişkin iddialar ortaya atılmıştır. Bu konulardaki iddiaların doğruluğunu kesin olarak bilmek kadar, yanlış olduğuna inanmak da zordur.

Son Sözler

1970’li yıllarda yoğunlaşan ve Soğuk Savaş ortamından destek alarak gelişen Beyin Kontrolü çalışmalarının genellikle istihbarat alanında kullanıldığı bilinmektedir. 21. yüzyılda bu konuda ne tür ilerlemeler kaydedildiği ve hangi yöntemlerin kullanılmaya başladığını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak, 1970’lerden beri kullanılan bu yöntemlerin daha da geliştiği ve çeşitlendiğini söylemek mümkündür.

Beyin Kontrolü çalışmaları, eğer yanlış ellerin kullanımına geçerse, insan haklarını ve demokrasiyi doğrudan tehdit edecektir. Bu nedenle de bu çalışmalar, çok gizli olarak ve devletler tarafından yürütülmektedir.

İster inanın, isterse de inanmayın, beyin kontrolü çalışmalarında çok ileri tekniklerin bulunduğunu ve bunların sınırlı da olsa uygulandığı reddedilemez. Bunların ne kadar ve hangi alanlarda kullanıldığını denetleyen bir güç olmadığı için Beyin Kontrolü çalışmaları, insanlığın geleceğini, insan haklarını ve demokrasiyi tehdit etmeye devam edecektir.

Kendisine inanılması ya da inanılmaması, gerçeği değiştirmez. Gerçekler ise biz sıradan insanların kolayca ulaşabileceği kadar basit değildir ve olmayacaktır da. Benim sizlere önerim, Beyninize Sahip Çıkın.

USGAM Uzmanı Birol Ertan
ULUSLARARASI STRATEJİ VEGÜVENLİK ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

ZİHİN KONTROLÜ : Pentagon beyin okuyacak


ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) Savunma İleri Araştırma Ajansı (DARPA), beyin sinyallerinin gerçek zamanlı izlenebilmesine olanak tanıyacak yeni teknolojiler geliştirmek için 70 milyon dolarlık bütçe ayırdı.

DARPA Program Müdürü Justin Sanchez, ajansın internet sitesinden yaptığı açıklamada, “Yeni Terapiler için Sistem Temelli Nöroteknoloji” (SUBNETS) adı verilen projenin çok daha etkili nöropsikolojik tedavi yöntemleri geliştirebilmek için ileri düzey implantları kullanarak beynin işleyişi hakkında yeni bilgi toplamayı amaçladığını söyledi.

Sanchez, beş yıl içinde beyin sinyallerini gerçek zamanlı izleyebilmelerini sağlayacak bir implant geliştirmeyi hedeflediklerini belirtti.

Ordudan emekli olanların yaklaşık yüzde 10′unun akıl hastalıkları ya da madde bağımlılığı nedeniyle tedavi gördüğüne ve akıl hastalıklarından muzdarip kişilerin hastanede tedavi görenler arasında ilk sıraya yerleştiğine dikkati çeken Sanchez, SUBNETS’in başarılı olması durumunda nöropsikiyatri alanında çığır açacağını kaydetti.

SUBNETS’i “var olan tedavi yöntemlerinin etkili olmadığı ordu mensupları ve gazilerin yaşam kalitesinde çok büyük düzelme sağlayacak, disiplinler-arası, yenilikçi bir nöroteknolojik terapi” olarak tanımlayan Sanchez, hedeflenen implantı üretmeyi başaramasalar bile projenin yeni tıbbı cihazların geliştirilmesine yardımcı olacağına dikkati çekti.

Dünyada halihazırda 100 binden fazla Parkinson hastası, beyinlerinde Derin Beyin Simülasyon implantı ile yaşıyor. Bilim adamları, bu implantları diğer nörolojik hastalıklarla mücadele etmek için de kullanmak istiyor. Ancak implantlarda kullanılan teknoloji, sadece semptomları tedavi edebiliyor. DARPA ise beyin sinyallerini kaydetmek ve kullanılan ilaçların etkisini analiz etmek için yeni teknoloji geliştirmeyi amaçlıyor.

SUBNETS, ABD Başkanı Barack Obama’nın 2013′te başlattığı BEYİN girişiminin bir parçası olacak. Obama, nörobilimde yeni teknolojiler geliştirilmesini amaçlayan girişim için yıllık 100 milyon dolar bütçe belirlemişti.

Projeye DARPA’nın yanı sıra ABD Sağlık Enstitüsü ve ABD Bilim Vakfı da destek verecek

ZİHİN KONTROLÜ /// MKULTRA MAĞDURLARI İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ /// Duvar arası Radar /// FOR MC VICTIMS


WEBSITE : http://www.endoacustica.com/details_prisma_en.htm

Duvar arası Radar

Eğer evinizde ve işyerinizde duvarınızın arasına gizlenmiş teknik takip cihazları (ses ve görüntü alıcıları, çeşitli casus kameralar ve böcekler) varsa bu cihaz tam size göre.

Cihaz şekilde görebileceğiniz gibi elle kumanda ediliyor ve cihazı duvara tuttuğunuzda duvarınızın röntgenini çekiyor ve eğer duvarınızın içinde casus kameralar veya ses alıcıları varsa sizi sesli ve görüntülü uyarıyor.

ÖZEL BÜRO olarak bu cihazın TÜRKİYE DİSTİRİBÜTÖRLÜĞÜ’nü yapmaktayız.

İsteyen üyelerimize sadece “üyelerimize özel fiyatlar”dan temin edebiliriz.

KAMPANYA : Zihin Kontrolü ve Yasadışı Teknik Takibe son verilsin ! /// @TC_icisleri @EmniyetGenelMdr @istanbulemniyet


KAMPANYAYA KATILMAK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

Bu kampanya, -Batıda- hakkında belli bir şuur ve tepki oluşmuş TELEGRAM (Zihin Kontrolü) konusunda, -kendi çapında- vatandaşları kaba hatlarıyla da olsa bilgilendirmek ve potansiyel mağdurların oluşmasını engellemek için hazırlanmıştır.

ZİHİN KONTROLÜ /// Uzaktan beyin kontrolü mümkün mü ?


Dr. Mehmet Yavuz, bir insanın beynini ele geçirip onu bilinçli olarak istenilen istikamete yönlendirmenin günümüz teknolojisi ile mümkün olmadığını söyledi.

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, bir insanın beynini ele geçirip onu bilinçli olarak istenilen istikamete yönlendirmenin günümüz teknolojisi ile mümkün olmadığını fakat hipnoz uygulamaları ile beyin kontrolü yapılabileceğini söyledi. Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, beyin yıkama, uzaktan beyin kontrolü ve fikir aşılama gibi uygulamaların nöropsikologların ilgilendiği konuların başında geldiğini belirtti.

Özellikle istihbarat servislerinin çok üzerinde durduğu bu alanda, birçok ülkede araştırma yapıldığını kaydeden Dr. Yavuz, “İnsan zihnini uzaktan kontrol etmek ya da ele geçirmek adına, olağanüstü çaba harcanıyor ve bu uğurda büyük bütçeler ayrılıyor. Görünüşe bakılırsa, silah endüstrisi, atom silahının bulunması ile gelebileceği son noktaya geldi. Cephede yapılabilecek herhangi bir savaş insanlığın sonu olabileceğinden artık mücadelenin yapılacağı yeni alan, insan zihni olacak. Endüstriyel silah sanayisine bağlı olan savaşlar, bundan sonra yerini, cephesi insan zihni olan psikolojik harplere bırakacak. Dolayısıyla bundan sonra gelişmiş ülkeler, kitlesel bilinçaltı etkileme teknolojilerine daha çok eğilecekler” diye konuştu.

UZAKTAN BEYİN KONTROLÜ

Bir insanın beynini ele geçirip onu bilinçli olarak istenilen istikamete yönlendirmenin günümüz teknolojisi ile mümkün olmadığını anlatan Dr. Yavuz, “Diğer taraftan hipnoz uygulamaları ile beyin kontrolü yapılabilir. Ancak burada beyni kontrol edilecek kişinin başlangıçta hipnoz çalışmalarına izin vermesi ve gönüllü olarak kabul etmesi gereklidir. Çünkü kişiyi kendi rızası dışında, fark ettirmeden hipnoza alarak onu yönlendirmek zor bir olaydır. Bu ancak ya kimyasal hipnozla ya da hipnotizma konusunda çok ustalaşmış yetenekli hipnotizörlerin yapabileceği bir iştir ki, herkese de uygulanamaz. Bu nedenle asıl önemli konu, uzaktan beyin kontrolü değil, bilinçaltı kontrolüdür. Dolayısıyla bir kişiyi ya da kişileri hatta kitleleri bilinçaltını etkilemek suretiyle, farkında olmadan bir hedefe ya da fikre yönlendirmek, diğer bir ifade ile kamuoyu oluşturmak mümkündür” şeklinde konuştu.

KAMPANYA : ZİHİN KONTROLÜ KONUSUNDA TBMM’YE VERİLEN DİLEKÇEYE SİZDE İMZA VERİN ///


NASIL KATILACAKSINIZ ?

Bu Linke tıkladığınızda sağ alt köşede KURUMSAL BAĞLANTILAR çıkacak.

Burada E-Dilekçe yazan yere tıklayın.

Dilekçe Komisyonu butonu çıkacak.

Burada İmzalayabileceğim Dilekçeler bölümü’ne tıklayacaksınız.

Konu Ara bölümüne : Psikotronik yazılacak.

Ve gelen sayfada RESMİ KURUMLARIN T.C. VATANDAŞLARINA KARŞI KULLANDIĞI PSİKOTRONİK SİLAH TEKNOLOJİSİ’ne gireceksiniz ve İMZALA yazan yere tıklayacaksınız. Hepsi bu kadar.

DİLEKÇEYİ İMZALAMAK İÇİN BURAYA TIKLAYIN.

***

Bu kampanya, -Batıda- hakkında belli bir şuur ve tepki oluşmuş TELEGRAM (Zihin Kontrolü) konusunda, -kendi çapında- vatandaşları kaba hatlarıyla da olsa bilgilendirmek ve potansiyel mağdurların oluşmasını engellemek için hazırlanmıştır.

Amacımız, insanlığı tehdid eden ve birçok bakımdan ele alınması gereken, bu yazımızda bizim işaretlemeye çalışacağımız üzere ve literatüre girdiği şekliyle “bir vasfı da” ASKERÎ SİLAH olan bu vahşice uygulamanın tehlikelerine işaret etmektir. Yanısıra, meselenin -maalesef- psikolojik problemler yaşayan insanların uydurmaları veya esrarlı romanlarda geçen hayal ve kurgulardan ibaret olmadığını göstermektir. Yine bu çalışma, bir yandan birçok ülkede bu alanda yapılan çalışmalara temas ederken, diğer yandan meselenin özüne vâkıf kişi ve kuruluşlar tarafından TELEGRAM’a gösterilen tepkileri paylaşma arzusuyla kaleme alınmıştır.

“TELEGRAM, askerî bir silahtır” dedik. Fakat bu silah türü, "konvansiyonel" dediğimiz, kabul edilmiş, genel mânâda bilinen silahlardan kimi farklılıklar arzeder:

Bunlardan birincisi, başka hiçbir silahta olmayan bir özelliktir ki, “silahı kullanan” ve “hedef kişi” dışında bir üçüncü kişi, bu silahın etkisini göremiyor, duyamıyor ve hissedemiyor. Sadece “hedef kişi”nin tepkileri müşâhede edilebiliyor.

Bir diğer farklılık da, “askerî silah” olmasına karşılık, kendine has özelliklerinden dolayı, ortada fiilî bir savaş hâli olsun veya olmasın kullanılabiliyor. Birçok ülkede, o ülkenin iç ve dış savunmasından sorumlu askerî, inzibatî ve istihbarî kurumların görevlileri tarafından, ülke içi veya dışında, hem siyasî ve ideolojik olarak kendilerine “yakın” sayılabilecek insanlara, hem de kendi siyasî ve ideolojik görüşlerine “aykırı” görülen şahıslara tatbik edilebiliyor. Bir diğer deyişle, yabancı veya vatandaş ayırımı yapma gereği duyulmaksızın, “kurban” kişi bazen “kobay” bazen de “hedef” addedilerek uygulanabiliyor. Deneme, geliştirme ve uygulamaların “gizliliği” buna imkân sağlıyor.

“Zihin kontrolü” teknolojisinin, sadece kelime anlamına bakılarak “nezih ve temiz bir iş"(!) olduğu zannedilmemelidir. İnsan fıtratına tamamen ters nitelikte olan bu silahın en önemli hedeflerinden biri de, “kurban”a beyin kontrolü ile paralel olarak -yine askerî literatüre yerleştiği şekilde- MAXIMUM PAIN (en üst seviyede acı) verebilmek çünkü.

Bugün dünyanın birçok ülkesinde TELEGRAM mağdurları var. Mağdurların kurduğu dernekler; hâdise etrafında yayınlanan birçok ciddi kitab, dergi veya gazete makalesi; yine, internette sayısız makale, araştırma ve döküman mevcut. Batıdaki bazı organizasyonların bu mesele merkezinde düzenli olarak seminer ve konferanslar tertib ettiklerini de biliyoruz; insanları şuurlandırmak için ciddi bir mücadele veriliyor.

Bu gelişmeler ülkemiz dışında tüm hızıyla sürer ve insanlar arasında günden güne yayılan genel bir şuurlanma süreci yaşanırken; üstelik ABD ve Rusya başta olmak üzere kimi ülkelerde protesto gösterileri bile yapılırken; TELEGRAM’a karşı dünyadaki en etkili mücadeleyi veren insanlardan Mind Justice Organizasyonu başkanı Cheryl Welsh’in ifadesiyle, “ATOM BOMBASINDAN DA TEHLİKELİ” bu silaha karşı maalesef ülkemizde yeterli bir kamuoyu tepkisi gelişmemiştir.

Fakat herşeyin üstünde, bu silahın hedefi olan fikir adamı Salih Mirzabeyoğlu’nun yaşadıklarından ve aktardıklarından ilhamla şunu söylemeye mecburuz: BU İNSANLIK DIŞI SİLAHIN UYGULAMA SAHASI BU ÜLKEDİR VE EN BÜYÜK MESULİYET DE BU ÜLKENİN İDARÎ MEKANİZMASINDA YER ALANLARIN PAYINA DÜŞMEKTEDİR.

Askerî terminoloji içerisinde “ÖLDÜRÜCÜ OLMAYAN(!) ELEKTROMANYETİK SİLAHLAR” kategorisinde yapılan bu çalışmalar, ülke halkından tamamen gizli, siyasî yöneticilerinse bir bölümün "kısmî bilgisi" dâhilinde yapılıyor. Bu husus, hem TELEGRAM teknolojisinin patentini ellerinde bulunduran bellibaşlı ülkeler, hem de Türkiye gibi bu silahların sadece "uygulama alanı" (DELTA) olan ülkeler için geçerli. Böylesi anormallikler, aslında bir bakıma “normal”. Çünkü yapılan çalışmaların herkesin önünde ve bilgisi dahilinde olması, -bu işkence ülkelerarası “insan hakları” kriterlerini ihlal etmeden devam ettirilemeyeceği için- mümkün değil.

Bu derece vahim ve çok gizli bir askerî silah sözkonusu iken; dünyada “elektromanyetik silah” yarışı tüm hızıyla devam ederken; Türkiye, Irak, Filistin, Afganistan, Lübnan, Kosova, Çeçenistan gibi ülkeler bu silahların deneme, kullanım ve geliştirme sahaları olmuşken; hattâ Bhutan gibi ismi bile pek bilinmeyen ülkelere kadar kendine tatbikat alanı bulabilmişken; Türkiye’deki bilgisizlik ve aldırmazlık, belki de silahın kendisi kadar ürkütücü. Yaptığımız çalışma, ülkemizde yaşanan bu gidişata işaret etme kaygısını da taşıyor.

Bazı Türk bilim adamlarının çıkışlarını övgüye değer bulsak da, maalesef yetmiyor. Ülkemizdeki bu atmosferi dağıtmaya ve insanımızı şuurlandırmaya yönelik her türlü ciddi açıklamayı, veri paylaşımını ve bu gaye çerçevesindeki her çeşit müsbet faaliyeti yahud böylesi faaliyetleri tetikleyecek “gayret”i çok kıymetli buluyoruz.

Böylelikle, yazımızın genel çerçevesi de de ortaya çıktı sanıyoruz.

TELEGRAM VE ETKİLERİ

Uluslararası ASKERÎ SİLAH literatüründe “ÖLDÜRÜCÜ OLMAYAN” (Non-lethal) kategorisindeki “ELEKTROMANYETİK SİLAHLAR” (Electromagnetic Weapons) arasında çok özel bir yeri olan "ZİHİN KONTROLÜ" (Mind Control) yâni TELEGRAM, hem o silahı, hem de o silahın etki alanını ifade eder. TELEGRAM, herşeyden önce bir “cihaz” veya “cihazlar bütünü”ne dayanır. Mesele, “şunu şöyle söylediler, duygu ve düşüncelerimizi manipüle ettiler” meselesi değildir burada.

TELEGRAM’da, çok kaba bir ifadeyle, göz ve kulak gibi aslî duyular “by-pass” edilerek, yâni DOĞRUDAN BEYNE normal yahud anormal görüntü ve sesler nakledilerek, vücudun istenilen kısımlarına acı verme gibi metodlarla da desteklenerek, “hedef kişi”nin iradesi kırılmaya ve zihnen “kontrol” altına alınmaya çalışılır. Bu süreçte, “hedef kişi”den gelen beyin dalgaları çözümlenerek, o kişinin duygu ve düşünceleri de “okunur”.

TELEGRAM saldırısı neticesinde “hedef kişi”de meydana gelen etkilerin bazılarını –literatüre geçtiği hâliyle- şu şekilde sıralamak mümkündür:

1. Bir sebebi olmadığı hâlde, kulaklarda sürekli çınlama.

2. Fizikî ve ruhî bir sebeb yok iken, elektrik çarpmasına benzer bir duyguyla âniden uykudan uyanma.

3. Uyarıcı bir madde kullanılmadığı hâlde, gece yatarken uzun süre güçlü bir uyanıklık hâli hissetme.

4. Vücutta, özellikle kol ve bacaklarda iğne batmasına benzer acı ve yanmalar.

5. Vücutta, özellikle kol, bacak ve parmaklarda âni kramplar ve sık sık kas atmasına benzer titremelerin olması.

6. Vücutta, özellikle yüz ve kasıklarda şiddetli kaşıntılar.

7. Dinlenme hâlinde olunduğu hâlde, âni kalb çarpıntısı ve stres duygusu.

8. Bilinir bir sebeb yokken vücut sıcaklığında âni yükselme ve âni terleme hâli.

9. Yorgun olunmadığı hâlde, vücuda âni bir yorgunluk ve hâlsizliğin çökmesi.

10. Baş ve vücudun çeşitli bölgelerinde âniden başlayan ve âniden biten ağrılar.

11. Kafada tansiyon yüksekliğine benzeyen bir şişkinlik ve saç derisinde yanma hissi.

12. Aşırı unutkanlık; düşünülen bir şeyin zihinden âniden silindiği veya düşüncelerin aktığı hissi.

13. Cinsî organda titremeler ve sebebsiz ereksiyon veya orgazm.

14. Sebebsiz olarak, aşırı heyecanlanma, sinirlenme, üzüntü, ümitsizlik gibi duygular, sıradan olaylara aşırı tepkiler verme.

15. Gözler kapatıldığında, hattâ açıkken, gözün önünde üç buudlu resimler canlanması.

16. Şuursuz olarak sürekli zihinde birşeyleri tekrarlama.

17. Kafa içinde nereden geldiği belli olmayan ses veya gürültüler duyma.

18. Görülen ve duyulan herşeyin sanki birileri tarafından izlendiği ve zihnin okunduğu duygusuna kapılma.

19. Bulunulan herhangi bir yerde, sık sık, cisimlerin ısı değişimlerinde çıkardığı seslere benzeyen çıtlama sesleri duyma.

20. Kol saati ve benzeri şahsî cihazlarda bulunan pillerin, normal ömürlerinden daha kısa bir sürede bitmesi.

21. Hafıza kaybı ve davranış bozuklukları.

22. Duyulan sesin yönü, şiddeti ve muhtevâsının değişmesi.

23. Göz kapaklarının denetlenerek, konuşmanın bozulması.

24. Zahmetli işler sırasında omuzlar ve kollar zorlanarak kazalara sebeb olma. Bir şey yaparken dirseklerin dürtüklenmesi ve işe engel olma. Bacaklarda ağrı ve gereksiz hareketlenme, sağ ve sola sallanma ve aşırı sertleşme.

25. Ayağın zor ulaşılan yerlerinde kaşınma ve kızarmalar.

26. Sırttaki büyük kaslarda kasılmalar.

27. El hareketlerinin kontrol edilmesi.

28. Düşüncelerin okunması yahud dışarıdan düşünce nakledilmesi.

29. Rüyaların kontrol ve manipüle edilmesi.

30. Hareket eden hayalî görüntüler görülmesi.

31. Göz kapaklarının sürekli açık tutturulması.

32. Sürekli kulak çınlaması.

33. Çene ve dişlerin sebeb yokken titremesi.

34. Sindirim sistemi ile alâkalı olarak, bağırsak hareketlerinin kontrol altına alınması.

Bu silahı diğer konvansiyonel silahlardan ayıran, -yukarıda saydığımız özelliklerinin dışındaki bir diğer- hususiyeti de; "KİŞİYE ÖZEL" ve "AYARLANABİLİR" olması, yâni hedef kişinin fizik, ruh ve beyin yapısına göre saldırı imkânı sağlaması. Şöyle ki, hedef kişi dışında kimsenin duyamayacağı seslerle beraber kimsenin göremeyeceği görüntüleri nakledebilmenin sözkonusu olduğu ve bunun da “mevcut sahne”de görev alan “emir eri” veya “gönüllü” piyonların bulunduğu bir ortamda yapıldığı düşünülürse, hedef kişinin her yönden kuşatılmaya çalışıldığı, tamamen çökertilip kontrol altına alınmak istendiği anlaşılır. Hâdisenin sadece ses ve görüntü “alışveriş”inden ibaret kalmadığı ve yine bu elektromanyetik silahla MAXIMUM PAIN (En Üst Seviyede Acı) vermenin operasyona dâhil edildiği gözönüne alınırsa, TELEGRAM’ın korkunçluğu daha da aydınlanır.

ZİHİN KONTROLÜ : Bir Zihin kontrol Kobayi olan Mafia Casusu James Bulger


27 yaşındayken gasp ve soygundan ötürü 9 yıl yine hapis yatıyor ve bu süreçte CIA`in meşhur ´zihin kontrol ilaçları geliştirilmesi´projesinde 18 ay denek olarak kullanılıyor.

FBI çalışanıydı, mafya lideri oldu

Hayatı filmlere konu olan bir FBI ajanının ilginç hikayesi…

Yıllar sonra Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI’ın en çok arananlar listesinde yer aldı. 16 yıl boyunca polisten kaçmayı başardı.

81 yaşında evinde 822 bin dolar nakit para ve 30´dan fazla silahla yakalandı. James Bulger’in mahkemesi 2 yılda sonuçlandı.

Bulger, cinayet, şantaj ve haraç almak gibi 30´u aşkın suçtan ötürü ömür boyu hapse mahkum edildi.

HAYATI FİLMLERE KONU OLDU

Hayatı filmlere konu olan James Bulger bugünlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin en çok konuşulan şahısları arasında.

James Bulger, 1970´li yıllardan itibaren Boston şehri ve çevresinde İrlanda asıllı Amerikalıların oluşturduğu Winter Hill gangsterlerinin liderliğini yaptı.

James`i o yılların diğer mafya babalarından farklı kılan ise, mafya liderliği yaparken aynı zamanda FBI için muhbirlik yapmış olması ve bu yüzden FBI`in James`in 20 yılı aşkın süre işlediği suçları görmezden gelmesi.

KÖSTEBEK FİLMİ ONUN HAYATINI KONU ALIYOR

James`in hayatı o kadar ilginç ki, 2006 yılında Leonardo DiCaprio, Matt Damon ve Jack Nicholson`un başrolünü üstlendiği, 4 Oscar ödüllü "The Departed" filminin konusunu oluşturuyor.

James Bulger suç işlemeye çok küçük yaşta başlıyor.

Henüz 14 yaşında iken hırsızlıktan yaklaşık 5 yıl hapse mahkum oluyor.

27 yaşındayken gasp ve soygundan ötürü 9 yıl yine hapis yatıyor ve bu süreçte CIA`in meşhur ´zihin kontrol ilaçları geliştirilmesi´projesinde 18 ay denek olarak kullanılıyor.

1968 yılında hapisten çıktıktan kısa bir süre sonra, Boston´da o günlerin en büyük İrlandalılar çetesinin lideri olan Donald Killeen`e katılıyor.

İddialara göre İrlandalı mafya örgütlerinin uzun süren karşılıklı kavgalarında, kendi grubunun kaybedeceğini anlayınca rakip İrlandalı mafya grubunun lideri Howie Winter ile anlaşarak kendi lideri Killeen`i öldürüyor ve liderliğe geçiyor.

Winter ve James ikilisi, güçlerini birleştirerek, 1972 yılından itibaren Güney Boston´daki yeraltı suç örgütlerini kontrol etmeye başlıyorlar ve sayısız suça imza atıyorlar.

1974 yılına gelindiğinde, FBI James´e bir teklif sunuyor; ya meşhur İtalyan asıllı Amerikalıların mafya grubu (günümüzde de varlığını sürdüren Patriarca ailesi) için casusluk yapmayı kabul edecektir ya da işlediği suçlardan ötürü hapse girecektir.

FBI´in o günlerdeki en büyük misyonu mafya ve çeteleri temizlemektir, bu nedenle birçok köstebekle çalıştığı biliniyor.

SAYISIZ SUÇTAN ARANIYOR

Teklifi kabul eden James, 1974´ten itibaren 20 yıl boyunca bir yandan FBI için muhbirlik yaparken bir yandan da uyuşturucu ticareti, tefecilik, yasadışı kumar oynatma, haraç kesme, soygun ve adam öldürme gibi sayısız suç işliyor.

James`in yönettiği Winter Hill çetesinin öldürdüğü insanların sayısının düzinelerce olduğu tahmin ediliyor.

James birçok kendi arkadaşını ve diğer mafya gruplarındaki rakiplerini FBI´a rapor ederek uzun yıllar boyunca ayakta kalmayı başarıyor.

1982 yılında ise birçok Amerikan polisiye filminde tanık olduğumuz bir olay yaşanıyor.

James Bulger`in birini öldürdüğünü gören bir şahit, olaydan FBI`ı bilgilendiriyor.

İhbarı öğrenen bir FBI ajanı ise durumdan James`ı haberdar ediyor, bunun üzerine James ihbar eden kişiyi de öldürüyor.

İhbar eden kişinin ailesi James`in durumdan bir FBI ajanı tarafından bilgilendirildiğini anlayınca, aile Amerikan Federal Hükümeti aleyhinde dava açıyor ve devlet aileye birkaç milyon dolar tazminat veriyor.

Ancak James hakkında herhangi bir işlem yapılmıyor.

James hakkındaki en ilginç detay ise küçük erkek kardeşi William Bulger`in 1978-1996 yılları arasında Massachusetts Eyalet Senatosu Başkanlığını yürütmesi.

90`lı yıllara gelindiğinde James`in bölgenin uyuşturucu ticaretindeki rolü üstü kapatılamaz boyutlara ulaşıyor ve yerel medya tarafından açıkça dile getirilmeye başlanıyor.

1995 yılında, James`in aynı zamanda FBI için de çalıştığının açık belgeleri medyaya yansıyınca, FBI eleştiriler karşısında çok zor durumda kalıyor ve James hakkında gizli yakalama kararı çıkartıyor.

James o sırada tatil için New York´tadır, yakalama kararından yine başka bir FBI ajanı tarafından bilgilendiriliyor ve Boston´a bir daha geri dönmemek üzere kayıplara karışıyor.

FBI uzun yıllar boyunca James`i gerçekten bulmaya çalışmadığı konusunda eleştiriliyor.

EN ÇOK ARANANLAR LİSTESİNDE

Buna karşılık James, 16 yıl boyunca polisten kaçmayı başarıyor, bu sürenin 12 yılında FBI`in en çok aranan 10 kişi listesinde yer alıyor ve başına 2 milyon dolar ödül konuyor (ki bu rakam Usame bin Ladin´den sonra bir kişinin başına konan en yüksek rakam).

2011 yılında, FBI, James`i 81 yaşında, California´nin Santa Monica sahilindeki evinde yakalayarak, yargılanmak üzere tekrar Boston´a getiriyor.

Yakalandığında evinde 822 bin dolar nakit para ve 30’dan fazla silah bulunuyor.

19 kişiyi öldürmekten ve diğer birçok suçtan yargılanan 83 yaşındaki James`in geçtiğimiz günlerde mahkemesi sona erdi.

Ancak davada tanıklık yapan birçok kişinin de James gibi suçlular olmasından ötürü, bazı cinayetler için kanıtlar yeterli bulunmayarak, yalnızca 11 kişiyi öldürmekten suçlu bulundu.

Toplamda 31 farklı suçtan hüküm giyen James, ömür boyu hapse mahkum edildi.

James suçlamaların hiçbirini kabul etmeyerek, FBI ile karşılıklı anlaşması olduğundan ötürü yaptığı hiçbirşeyin suç sayılamayacağını iddia etti.

Mahkemenin kararı toplumun büyük çoğunluğunu ve yıllarca yakınlarının katilinin yakalanmasını bekleyen birçok aileyi mutlu etmese de, sonuçta James`in hayatının geri kalanı hapiste geçirecek olması insanları biraz olsun rahatlattı.

Massachusetts eyaletinin Federal Hükümet Başsavcısı Carmen Ortiz ise ´yargı kararının Boston`un geçmişindeki çirkin dönemin sonunu simgelemesini umduğunu´ dile getirdi.


Kaynak : TRT

BEYAZ SARAYA GİRMEK İSTEYEN VE VURULAN MIRIAM CAREY ZİHİN KONTRO LÜ KURBANI MI ?


meryem0

İkisi bir araya gelince sonuç Washington DC’de yaşanan trajik olay gibi oluyor. Evet, hem tükenmişlik sendromundan hem de depresyondan muzdarip Miriam (Meryem) Carey, ABD’nin başkentini birbirine kattı, ancak bunu hayatıyla ödedi. İşte Meryem’in portresi:

Miriam Carey, 34 yaşında. Connecticut eyaletinde diş teknisyeni olarak çalışıyordu. Çalıştığı birkaç yerden psikolojik sorunları nedeniyle kovulmuş. Arkadaşlarına göre bu nedenle tükenmişlik sendromuna yakalanmış. Kısa süre önce de bir diş kliniğinde yeniden çalışmaya başlamış.

meryem5

Miriam (sağ başta) diş kliniğinde…

Miriam, geçen yıl evlenmeden bir çocuk dünyaya getirmiş. Annesi, Miriam’ın bu nedenle doğum sonrası depresyonu geçirdiğini söylüyor.

meryem4

…Ve Miriam Carey, 3 Ekim 2013 tarihinde işe gitmeyip 18 aylık minik kızı Erica’yı da yanına alıp arabasını (ki lüks bir siyah Infiniti) Washington DC’ye sürdü.

ABD Başkanı Barack Obama’nın kendisini gizliden gizliye izlediğini düşünüyordu (Yakın çevresinin ifadelerinden)… Miriam bu düşünceyle son sürat Beyaz Saray’a girmek istedi, fakat burada durduruldu.

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=os4vVKy2_6Y

Bunun üzerine hızlı bir manevra ile kendisini durduran gizli servis elemanlarından kurtulan Miriam, kaçmaya başladı. Polisin takibi ile Beyaz Saray’dan birkaç blok ötede kıstırıldı ve arabasının içinde vuruldu. Bu esnada bir polis memuru da yaralandı.

Miriam’ın küçük kızı Erica, araçtan sağ salim çıkarıldı. Yapılan incelemede, Miriam’ın silahsız olduğu anlaşıldı (ki yaralanan polisin bir başka polis tarafından vurulduğu ortaya çıktı).

Miriam’ın trajedisi böyle “perde” dedi.

Şimdi bütçe krizi nedeniyle kamu faaliyetlerinin tamamen kilitlendiği ABD’de herkes “Ya bu daha kapsamlı bir terör saldırısı olsaydı ne yapardık” diye soruyor.

NOT: Olayın bir başka ilginç boyutu da şu: Miriam’ın görüntüleri, Al Hurra adlı bir kanaldan alındı. ABD’nin kurduğu Ortadoğu’ya yönelik yayın yapan kanalın kameramanı o sırada doğru zamanda doğru yerde olmanın avantajını çok iyi kullanıp Al Hurra’yı, anlı şanlı haber ağlarının önüne çıkarmayı başardı.

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!