Prof. Dr. A. M. Celâl ŞENGÖR , Türk Bilimler Akademisi Üyesi
Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan Bey, emekli generallerimize hitaben bir yazı yazarak, emekli olduktan sonra vatan kurtarma işleriyle artık ilgilenmemelerini, bunu görevdeki orduya bırakmalarını tavsiye etmiş, görevdeki ordunun buna yeteceğini hatırlatmış. Görevdeki ordumuzun, yurdumuzu ve ulusumuzu korumaya yeteceğinden ne kendisinin ne de herhangi bir başkasının en küçük bir şüphesi olmamalıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri gerçekten dünyanın en iyi birkaç ordusundan biridir.
Bu iyilik sırf teçhizatının mükemmelliği veya asker sayısında değil, onun üyelerinin vatan ve ulus sevgisi, görev anlayışı, askerlik bilgisi ve yüksek karakterinde kendini gösterir. En silahsız zamanında dünyanın en güçlü ordularını dize getirebileceğini gösteren Türk ordusu, ulusuna sırf emniyet değil, giderek gelişen bir yaşam standardı da hediye etmiştir. Ülkemizde bilimden sanata pek çok konunun öncüsü Türk ordusunun mensupları olduğu gibi, şimdiki demokratik devletimizin kurucusu da Türk ordusudur. Kendi eserini ulusuna hediye eden bu yüce ordu, o eser her tehlikeye girdiğinde onun karşılıksız korumacılığını da en iyi şekilde yapmıştır ve hiç kuşkusuz yapmaya devam edecektir. Sayın Ahmet Hakan Bey’in bilmediği ince bir nokta var gibi geliyor bana. Türk ordusunun mensupları sadece maaş bordrolarında memur olarak gözükürler. Gerçekte ise asker olmak bir ruh hali, bir yaşam tarzı, bir terbiye biçimi, bir varoluş nedenidir. Asker, vatanını ve ulusunu korumayı refleks haline getiren kişidir.
Üniforma, devlet memuriyeti bitince, yani emekli olununca, çıkar. Ancak o üniforma ile bedene giyilen ruh, asla çıkmaz! O, askerle beraber mezara gider. Hatta bazen, Atatürk ‘ünkü gibi, mezarda da sonlanmaz, ulusunun içinde yaşamaya devam eder.
Askerin bu refleksi, onu dünyanın en dürüst insanı yapar: Korumaya çalıştığı, uğruna yaşamını vereceğine yemin ettiği insanı soyan, aldatan kişi, sonra onun eline silah verip arkasından gelmesini bekleyebilir mi?
Askerin bu refleksi, onu dünyanın en bilgili kişisi olmaya zorlar: Korumaya çalıştığı insana kimin, hangi güçlerle ve nereden saldıracağını önceden bilebilir mi ve dostun ve düşmanın hangi şartlarda nasıl davranacağını inceleyip öğrenmeden kestirmeye kalkışabilir mi?
Askerin bu refleksi, onu dünyanın en şefkatli kişisi yapar: Her savaşta ölen ve yaralananların kendi arkadaşları, kardeşleri, hatta bizzat kendisi, çoluğu, çocuğu olabileceği bir an aklından çıkmaz. Ateşe bizzat atlamaya yemin etmiş insan, o ateşi yakar mı?
Askerin bu refleksi onu dünyanın en şerefli kişisi yapar: Elinde insan öldürme yetkisi olan kişi, şerefinden en küçük bir taviz verse, bu yetkisini yalnızca ulusu ve vatanı bir ölüm-kalım savaşı verirken ve o da ancak en son noktada kullanacağı konusunda kimi inandırabilir ve elinde bu yetkiyle insan cemiyetinde nasıl yaşayabilir?
Askerin bu refleksi onu özgürlük savunucusu yapar: Özgürlüklerin olmadığı toplumlarda her türlü fenalığın gizli gizli mayalandığını, istihbarat eğitimi almış bir insan bilmez mi ve tüm fesatın ve onun çocuğu olan kanlı çatışmaların o mayalanan fenalıklardan türediğini düşünmez mi?
Bu refleks askerin o yüksek karakterini oluşturur. Üniforma sırttan çıksa bile, bu refleks onunla birlikte yaşamının sonuna dek kalır, onun her adımını nasıl atacağını tayin eder.
Bir de vatanı ve ulusu koruma refleksinin tersine sahip kişiler vardır her toplumda: Kendilerine yapılmasını asla istemeyecekleri her şeyi her fırsatta başkalarına yapan, cahil, zalim, şerefsiz, despot varlıklar. İşte asker düşmanı onlar arasından çıkar. Onlar askerin yüceliğini anlayamazlar. İnsan cemiyetinin her türlü bozguncu hareketinde onlar vardır. Menfaat, değer ve duygu sömürüsüyle insanları sürekli birbirine düşürmek tek yaşam kaynaklarıdır.
En gereksiz çatışmaları, en kanlı harpleri onlar çıkarırlar, cemiyeti en kısa yoldan onlar soyarlar. İnsanın yarattığı yüce eserlerle alay ederek kendi başarısızlıklarını imrenilecek bir özellik gibi satmaya çabalarlar. Özgürlük adı altında, kendi varlıklarının sürdürülmesine ve menfaatlerinin genişlemesine hizmet edecek sistemlere en koyu itaati onlar bekler. Beyinsiz bir kulluk isteyen her sistemin arkasında ve mutlaka bordrosundadırlar. Ateş bacayı sardığı zaman ise hemen askere sığınırlar. Ama askerin yaptığını, hiç kendi tatlı canlarını üzmeden, büyük şehirlerin emniyetli kafe köşelerinden izlerler. Ve kurtuluştan sonra başka köşelere yerleşip askere küfretmeyi, rezil karakterlerini saklamanın tek yolu olarak görürler.
Bu nedenle, barış zamanında bunları gören, ulusunun içten kemirildiğini hisseden her asker, muvazzaf da olsa, emekli de olsa, refleksinin gereğini yapar, yapmak zorundadır. Ve bekler ki, kendisiyle aynı aziz vatanı paylaşan, bir zamanlar aynı kazana kaşık atmış her vatandaşı da aynı reflekse sahip olarak kendisiyle omuz omuza olsun, dürüstlüğü, onuru, insan sevgisini, bilgiyi, özgürlüğü, gerekirse kendi yaşamı pahasına korusun. O refleksin kaybolmaması, hepimizin emniyetinin yegâne garantisidir. Bunu asla unutmayalım. Ne mutlu bize ki, Türk askeri "paralı asker" değildir!… Sırtından üniforma çıktı mı, bordrodan adı silindi mi, ruhunu çıkarmaz, görev bilincini silmez ve içimizden bazı insan müsveddeleri ona ne kadar küfretse de bizleri koruma refleksini kaybetmez.
Tarih, o refleksi kaybetmiş toplumların mezarlıkları halindedir!…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.