Nükleer enerji özellikle gelişmiş ülkelerin enerji arzında tercih ettiği bir enerji türüdür. Son yıllarda gelişmekte olan ve yeni gelişmiş pek çok ülkenin de nükleer enerjiye ilgi göstermeye başladığı görülmektedir. Nükleer fisyonun 1930’lu yılların sonuna doğru keşfedilmesi ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda gerçekleştirilmesi ise ABD öncülüğünde nükleer silahlanmanın önünü açmıştır. Nükleer enerji teknolojisindeki gelişmeler bu enerjinin elektrik üretiminde kullanılmasına imkân tanımış, çeşitli bilimsel-teknolojik gelişmelere zemin hazırlamıştır. Soğuk Savaş koşullarında Sovyetler Birliği de -dönemin süper gücü olarak- nükleer silah üretiminin yanında ülkenin kalkınması için gerekli enerji üretimini artırma politikaları çerçevesinde nükleer enerjiden faydalanma yoluna gitmiştir. İleride inceleneceği üzere günümüz Rus nükleer enerji sektöründe Sovyet bilim insanlarının ve mühendislerinin tasarımlarının izlerini görebilmek mümkündür.
Sovyet sonrası dönemin ilk yıllarında ciddi siyasi, ekonomik ve toplumsal çalkantılarla mücadele eden Rusya’nın dış politikası bugüne değin değişkenlik göstermiştir. Özellikle 2000’li yılların başında iktidara gelen Vladimir Putin, Soğuk Savaş sonrası uluslararası konjonktüre uygun olarak, Rusya’nın küresel sistemde daha etkin bir oyuncu olması gerekliliğine vurgu yapmış ve ulusal çıkarlar doğrultusunda gerektiğinde tüm ülkelerle işbirliğine gidilmesi gerektiğini savunmuştur. Nükleer enerji de kuşkusuz Kremlin’in dış politika tercihlerinde kendine has bir yer edinmeye başlamış ve özellikle son yıllarda Rusya’nın pek çok ülke ile ilişkilerinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin de Rusya ile nükleer enerji alanında özel bir ilişkisi söz konusudur. Bu ilişki Türk ve Rus karar alıcıların da ifade ettiği gibi iki ülke arasındaki “stratejik ortaklığın” ayaklarından birini oluşturmaktadır.
Bu çalışmada öncelikle nükleer enerjinin gelişmiş ülke ekonomilerindeki işlevi ve Çernobil ve Fukuşima nükleer felaketleri sonrası uluslararası kamuoyu tarafından daha fazla dikkate alınmaya başlayan çevre ve insan sağlığına dönük riskler kısaca ele alınacaktır. Daha sonra Rusya’nın mevcut ve tasarlanan nükleer kompleksleriyle teknolojisine yer verilerek Sovyet döneminden miras kalan bilimsel-teknolojik koşullar ve risklere dikkat çekilecektir. Bu yolla nükleer enerjinin Rusya ve Rus dış politikası açısından sağladığı/sağlayacağı avantaj ve dezavantajlarının açıklanması çalışılacaktır. Son olarak Rusya’nın yurtdışındaki nükleer enerji yatırımları ile bu alanda önemli bölgesel güç konumundaki ülkelerle geliştirdiği/geliştirebileceği işbirlikleri incelenecektir.
Nükleer Enerjinin Ülke Ekonomilerindeki Yeri ve Taşıdığı Riskler
“Nükleer enerji” bu çalışmada nükleer fisyon teknolojisine dayalı santrallar aracılığıyla elektrik üretimine yönelik bir kavram olarak ele alınmaktadır. Washington’da bulunan Nükleer Enerji Enstitüsü’nün (NEI) verilerine göre Temmuz 2013 tarihindeki verilere göre dünyada 30 ülkede 434 nükleer reaktör faaliyet göstermektedir ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 14 ülkede 71 nükleer santralın inşaatı devam etmektedir.(1) 2012 yılında dünyadaki toplam elektrik üretiminin yaklaşık % 13’ünü nükleer enerji oluşturmuştur.(2) Başlıca nükleer enerji üreticisi ülkeler arasında ABD, Fransa, Japonya, Rusya, Güney Kore, Almanya, Kanada, Ukrayna, Çin Halk Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık sayılabilir.(3) Söz konusu ülkelerin hemen hepsi sanayileşmiş ve serbest piyasaya dayalı ekonomilere sahiptir ve nükleer enerji bu ekonomilerde belirgin bir paya sahiptir. Bunun yanında özellikle Fransa’nın nükleer enerjiyi başat enerji seçeneğine dönüştürmesi dikkat çekicidir. Fransa, fosil yakıtlara dayalı enerji kaynaklarına bağımlılıktan olabildiğince kurtulabilmek için enerji arzında ağırlıklı olarak nükleer teknolojiye odaklanmıştır. Fransa’nın nükleer enerji tercihine dayalı inşaat ve gerekli altyapıyı oluşturması ise yaklaşık 20 yıl sürmüştür.(4) Nükleer enerji kullanımında diğer sanayileşmiş ülkelere oranla geride kalmış gözükmesine karşın Çin de ekonomik ve sınai kalkınma planlarında nükleer enerjiye özel önem vermektedir.
Nükleer enerjinin ülke ekonomilerine olumlu katkıları ve sağladığı avantajların yanı sıra ciddi “yan etki” olarak sayılabilecek çevre ve insan sağlığı için taşıdığı riskler, ayrıca dönemsel olarak yarattığı zararlı etkiler gerek bilimsel çevrelerde gerekse ülke kamuoylarında tartışma konusudur. Bu noktada Türkiye’de olduğu gibi dünya genelinde de bilimsel bir uzlaşının henüz sağlanamadığı belirtilmelidir.
Nükleer enerjiye olumlu yaklaşan bilim insanları ve teknokratlar, santral inşası süreçlerinin diğer enerji türlerine oranla görece uzun ve maliyetli olmasını kabul etmekte, fakat nükleer enerjinin ülkelerin uzun vadede ekonomik ve sınai kalkınmalarına ciddi oranda katkı sağladığını ifade etmektedir. Bu yaklaşımı savunanlar ayrıca nükleer enerji kullanımının fosil yakıta olan bağımlılığı da belirgin biçimde azaltacağını, bu enerjinin özellikle hidrokarbon kaynakları bakımından yoksul ülkeler için oldukça avantaj sağladığına vurgu yapmaktadır. Nükleer enerjiye şüpheyle yaklaşan ve muhalefet eden gruptakileri ise ağırlıklı olarak bazı bilim insanları-akademisyenler ve çevreci örgüt üyeleri oluşturmaktadır. Bu gruptakiler nükleer santrallarda dönemsel olarak meydana gelen büyük kazalara (özellikle 1986 Çernobil ve 2011 Fukuşima nükleer felaketleri) ve nükleer atıkların depolanması ve imhası noktasında oluşabilecek çevre ve insan sağlığı (özellikle kanser vakalarında görülen artış) açısından risklere dikkat çekmektedirler.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) (5) Genel Müdür Yardımcılığı ve Nükleer Güvenlik Bölümü Başkanlığı görevlerini yürüten Tomihiro Taniguchi, 2008 yılında verdiği bir röportajda ticari anlamda nükleer enerji ihracının, gerekli kalifiye personelin yetiştirilmesinin ve hatta teknoloji transferinin sağlanmasında zorluk yaşanmadığını ifade etmiş, asıl kritik noktanın nükleer güvenliğin sağlanması olduğunun altını çizmiştir.(6) Bu noktada Taniguchi sorumluluğun santral işletmecisiyle söz konusu santralın bulunduğu ülke hükümetine ait olduğunu belirtmektedir.(7) Taniguchi’nin nükleer güvenliğe yaptığı vurgunun ehemmiyeti röportajdan yaklaşık üç yıl sonra kendi ülkesinde gerçekleşen Fukuşima nükleer felaketiyle daha iyi anlaşılmıştır. Türkiye’nin de yakın gelecekte nükleer enerjiye kavuşacağı düşünüldüğünde ülkemiz açısından bu vurgu özel bir anlam kazanmaktadır.
Uluslararası toplum nezdinde nükleer enerjinin üretim ve kullanılması süreci konjonktürel gelişmelere bağlı olarak endişe yaratabilmektedir. Söz konusu endişenin temelinde normal koşullarda barışçıl amaç taşıyan ve elektrik üretimine yönelik başvurulan nükleer enerjinin nükleer silahlanmanın önünü açabilme riskini taşıması yatmaktadır. Nitekim BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden (8) farklı olarak, 1968 yılında imzalanan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT) 4. Maddesine taraf olmayan Hindistan, Pakistan ve İsrail nükleer silah üretmiştir. Antlaşmaya sivil amaçlı nükleer enerjiye kavuşmak için taraf olan ancak antlaşmanın boşluklarından faydalanarak daha sonra antlaşmadan çekilen Kuzey Kore nükleer silahlanma yoluna gitmiştir. (9)
Yukarıda değinilen hususların, Rusya’nın nükleer enerji yatırımı ve ihracatı gerçekleştirdiği ülkelere dönük politikalarındaki temel belirleyici etkeni oluşturduğu ifade edilebilir. Rusya nükleer enerjiye yönelik olumlu olduğu kadar olumsuz yaklaşımların da yol açabileceği sonuçların bilincindedir. Moskova’nın bu nedenle Soğuk Savaş döneminin aksine işbirliğine yöneleceği ortaklarına dönük daha şeffaf ve güven artırıcı bir tutum sergilemesi gerekecektir. Aksi halde Rusya’nın giderek kızışan nükleer rekabette geri kalması kaçınılmazdır.
Rusya’nın Nükleer Enerji Bilançosu
Rusya’nın nükleer enerjiyle tanışması Sovyet dönemine dayanmaktadır. SSCB’nin ilk elektrik üreten reaktörü 1954’te inşa edilen Obninsk reaktörüydü ve yalnızca 5 megavat elektrik üretebilmekteydi. Sovyet yöneticilerin özellikle 1960’lı yıllardan itibaren nükleer enerjiyi ciddi bir alternatif olarak ele almaya başladığı, Rus nükleer sanayinin 1970’li yıllardan itibaren ise bugün halen kullanılmakta olan reaktör modellerinin geliştirdiği görülmektedir.
SSCB’nin 1992’de dağılmasının hemen ardından kurulan Rusya Federasyonu Atom Enerjisi Bakanlığı (MinAtom) 2004 yılında Atom Enerjisi Federal Ajansı’na dönüştürülmüştür. Bu kuruluş ise 2007 yılında Rusya Federasyonu Parlamentosu tarafından kabul edilen ve Devlet Başkanı Putin tarafından onaylanan kanunla Rosatom isimli kamu şirketi haline getirilmiştir. Rosatom, nükleer silahlar dâhil nükleer teknolojinin kapsadığı her alanda yetkili konumdadır ve bu nedenle faaliyetleri yalnızca nükleer enerjiyi denetlemekle sınırlı değildir. Rosatom bünyesindeki en yetkili merci ise tüm hisseleri devlete ait Atomenergoprom şirketidir.
Atomenergoprom, 2007 yılında Putin’in imzaladığı başkanlık kararnamesiyle Rus menşeli nükleer enerji alanında faaliyet gösteren 34 şirketin birleştirilmesi sonucunda kurulmuş, ardından 55 anonim şirketin kurumsal oluşum içerisinde yer almasıyla birlikte adeta devlet kontrollü bir “nükleer enerji devine” dönüştürülmüştür.(10) Atomenergoprom’un resmi internet sitesinde yer alan verilerde şirketin dünyada nükleer santral yapımında ilk sırada, nükleer kaynaklı elektrik üretiminde ve uranyum rezervlerinde ise ikinci sırada yer aldığı görülmektedir. Şirketin ayrıca dünyadaki uranyum zenginleştirme pazarının % 40’ını, nükleer yakıt pazarının ise %17’sini kontrol ettiğini belirtmektedir.(11) Bu oranlar dikkate alındığında, şirketin yalnızca Rusya dâhilinde değil küresel boyutta da iddialı bir konuma sahip olmak için potansiyel taşıdığı ve nükleer enerji alanında ikinci bir “Gazprom” haline gelmeyi hedeflediği söylenebilir.
Rusya Federasyonu’nda hâlihazırda 11 nükleer santralda, bir bölümü eski Sovyet teknolojisine sahip, 33 reaktör faaliyet göstermektedir. Bu reaktörlerin modelleri aşağıda sıralanmıştır:
• 4 adet erken dönem VVER-440/230 veya benzeri basınçlı su reaktörleri
• 2 adet geç dönem VVER-440/213 modeli basınçlı su reaktörleri
• 11 adet üçüncü nesil, koruma kabuğuna sahip, çoğunlukla V-320 tipi VVER-1000 modeli basınçlı su reaktörleri
• 13 adet RBMK modeli hafif su grafitli reaktörler (12)
• Doğu Sibirya’da 1970’lerde inşa edilen 4 adet küçük grafit moderatörlü (İng. graphite-moderated) BWR modeli reaktörler.
• 1 adet BN-600 modeli hızlı reaktör. (13)
Yukarıda değinilen reaktörlerin çoğunluğu, Sovyet dönemi teknolojisi kullanılarak inşa edildiğinden teknik ömürlerini doldurma riskiyle karşı karşıyadır. Bu sıkıntının yol açabileceği risk ve tehditlerin bilincine varan Rus karar alıcılar, 2000’li yılların sonuna doğru, ilk inşa edildiklerinde yaklaşık 30 yıllık süre için işletim lisansı verilen reaktörlerin ömür boyu işletiminin sağlanmasına yönelik teknik girişimlerin önünü açmışlardır. Bu bağlamda 2006 yılında Rosatom teknik ömür anlamında en “kritik” konumda sayılabilecek RBMK modelindeki 11 reaktörün yaşam sürelerinin “ömür boyu” haline getirilmesini kararlaştırmış, 2011 yılı sonunda toplam 17 reaktörün teknik ömürleri 15 yıllığına uzatılmıştır.(14)
Rusya’nın enerji politikaları dikkate alındığında fosil yakıtların (özellikle doğalgaz) büyük öneme sahip olduğu ve enerji ihracatında en önemli kalemi oluşturduğu görülmektedir. Rusya diğer taraftan bilimsel ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda elektrik üretiminde enerji çeşitliliğine giderek tek kaynağa dayalı enerji sağlayıcısı ülke konumundan kurtulmayı ve uluslararası arenadaki etkinliğini artırmayı hedeflemektedir. Bu nedenle Rusya’nın yeni santral ve reaktörlerin yapımına yönelmesi beklenen bir gelişmedir. Nitekim Rosatom 2006 yılında, 2020’de toplam elektrik üretiminin yaklaşık dörtte birini nükleer enerjiden sağlamayı, bu bağlamda 2011-2014 arası her yıl 1200 megavat kapasiteli reaktörlere sahip iki santral, 2014-2020 arası her yıl üç santral inşasının hedeflendiği açıklamıştır.(15) Ancak Rusya’nın federal mali bütçesi ve projeye yönelik fon akışı göz önüne alındığında büyük ihtimalle bu hedefin biraz gerisinde kalacağı beklenmektedir.
IAEA’nın resmi verileri dikkate alındığında Rusya Federasyonu’nun mevcut 33 reaktörün yanında 10 yeni reaktör daha inşa etmeye başladığı görülmektedir. 2012 yılında Rusya’nın toplam elektrik üretiminin %17’si nükleer enerjiden sağlanmıştır ve söz konusu inşa süreçlerinin tamamlanmasıyla birlikte nükleer enerjinin toplam elektrik üretimindeki payının bir miktar yükselmesi beklenmektedir.(16) Rosatom ayrıca yakın gelecekte 28 nükleer reaktörün daha inşa edilmesini planlamaktadır. Söz konusu yeni planlamalar arasında en dikkat çekici olanı ise nötron hızlandırıcı teknolojiye sahip yeni reaktör modellerinin devreye sokulacağı projedir. BN-600 modeli reaktöre sahip Beloyarsk Nükleer Santralında BN-800 ve BN-1200 modeli daha gelişmiş reaktörlerin kurulması ve BREST modeli nötron hızlandırıcılı reaktör prototipinin geliştirilmesi bu projeler arasındadır. Nötron hızlandırıcılı reaktörlerin Rusya genelinde 2020-2025 arasında yaygınlaşarak nükleer enerjinin belkemiğini oluşturması hedeflenmektedir.(17)
Sovyet döneminde inşa edilen nükleer santralların Batılı ülkeler nezdinde yarattığı sıkıntı ve endişeler, Rusya’nın nükleer enerji yatırımlarında ilk bakışta olumsuz bir psikolojik faktör olarak göze çarpmaktadır. Özellikle Mart 2011’de Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunami felaketleri sonucunda Fukuşima Daiichi nükleer santralında meydana gelen kaza sonrasında Sovyet yapımı eski santrallar hedef haline gelmiştir. Bununla birlikte Rus yetkililer Fukuşima nükleer felaketi sonrası tüm santralları kontrolden geçirdiklerini, endişelenecek bir durum olmadığını ifade etmekte ve Çernobil nükleer felaketi sonrası “derslerine sıkı çalıştıklarının” altını çizmektedirler. Rusya, IAEA’nın teknik denetim ve desteğinden de yararlanarak etkinliğin yanında güvenliği de dikkate alan yeni teknolojiler geliştirmeye çalışmaktadır. Rusya ayrıca ABD ile nükleer enerji alanında işbirliğine yönelerek 2011 yılında iki ülke arasında nükleer enerji transferinin yolunu açan bir anlaşma imzalamış, bu yolla geçmişten gelen nükleer enerji alanındaki kötü şöhretinden kurtulmayı amaçlamıştır.(18)
Hâsılı, Rusya kendi nükleer enerji kapasitesini geliştirmek ve artırmak yolunda kararlı adımlar atmakta ancak gerekli mali desteği sağlamak hususunda dönemsel olarak sıkıntılar yaşamaktadır. Bu durum aynı zamanda Rus mühendis ve bilim insanlarını ister istemez daha az maliyetle daha etkin reaktör modelleri geliştirmeye sevk etmektedir. Sovyet döneminin geri kalmış teknolojisinden miras kalan santral ve reaktörler pek çok ülke için Rus nükleer enerji sektörüne yönelik güvensizliğin temel nedenidir. Bununla birlikte son dönemde gerçekleştirilen bilimsel ve teknolojik atılımlar Rusya’nın diğer sanayileşmiş ülkelerle giriştiği nükleer enerji rekabetinden henüz vazgeçmediğini göstermektedir.
Rusya’nın Yurtdışı Nükleer Enerji Yatırımları ve Dış Politikasına Yansımaları
Yukarıda değinilen nükleer enerji kapasitesinin sağladığı/neden olduğu avantaj ve dezavantajların bilinciyle Rusya, enerji ve dış politika tercihlerini dikkate alarak, Türkiye’nin de dâhil olduğu çeşitli ülkelerle nükleer enerji yatırımları gerçekleştirmektedir. Ayrıca eski Sovyet cumhuriyetleri ile Soğuk Savaş döneminde Orta ve Doğu Avrupa’da Sovyet teknolojisiyle inşa edilmiş santrallar de özellikle AB ülkeleriyle dönemsel olarak sorunlar ortaya çıkarmıştır. AB’nin Bulgaristan, Slovakya ve Litvanya’ya tam üyeliğe giriş sürecinde kapatılmasını şart koştuğu nükleer santral ve reaktörlerin faaliyetleri sona erdirilmiştir.(19) “Dünyanın en tehlikeli nükleer santrali” kabul edilen Ermenistan’daki Metsamor nükleer santralı (20) ise Ermeni yetkililerin son açıklamaları dikkate alındığında, “teknik ömrünü uzatma” girişimleriyle 2022’ye kadar faaliyetini sürdürecektir.(21) Yine de Ermeni yetkililer uygun fon yaratılması durumunda Rusya ile günümüz güvenlik ve teknik standartlarına uygun yeni bir santralın inşasının gerekliliği hususunda ikna olmuş görünmektedir. Nitekim Robert Koçaryan, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, başkent Erivan’a yakın yeni bir nükleer santral kurulacağını ve bu konuda Rusya ile işbirliğine gidileceğini açıklamıştır.
Atomstroyexport, Rosatom’un yan kuruluşudur ve nükleer güç için gerekli donanım sağlanması, mühendislik ve hizmet ihracatına dayalı yurtdışı yatırımları üstlenmiştir. Atomstroyexport; yukarıda değinilen “sorunlu” nükleer santrallar olan Kozloduy ve Bohunice’nin yanı sıra Macaristan’da faaliyet gösteren Paks nükleer santralının modernizasyonunu üstlenmiş ve tamamlamıştır. Şirket ayrıca Çin’de Tianwan nükleer santralı ile 1 ve 2 numaralı reaktörlerinin inşası ve Çernobil nükleer santralı koruyucu barınağının stabilizasyonu projelerini sonlandırmış durumdadır.(22) Atomstroyexport’un hâlihazırda Türkiye’nin de dâhil olduğu pek çok ülkede nükleer enerji yatırımları bulunmaktadır.(23) Çin’de BN-800 modelinde nötron hızlandırıcılı reaktörlerin kurulması, Hindistan’daki Kudankulam nükleer santralında yeni reaktörlerin inşası, Çek ve Slovak nükleer enerji şirketleriyle Çek Cumhuriyeti’nde yakın gelecekte kurulacak santral ve reaktörler için iyi niyet anlaşması imzalanması şirketin resmi planlamaları arasında yer almaktadır.(24)
Kuşkusuz günümüz uluslararası konjonktürel yapısı dikkate alındığında Rusya’nın salt tarihsel algılamalarla değil ulusal çıkarlarına uygun ve çok yönlü bir dış politika sergilemesi rasyonel bir davranış olacaktır. Bununla birlikte Soğuk Savaş döneminde kurulan ilişkilerin ülkenin enerji ve dış politikalarına yansıması da inkâr edilemez niteliktedir. İlk bakışta çelişkili gibi gözüken bu hususun aynı zamanda Rusya’nın uluslararası arenada elini güçlendiren bir etken olduğu söylenebilir.
Yukarıda değinilen ülkeler Rusya tarafından farklı stratejik değerlendirmelere tabi tutulmaktadır. Bu bağlamda Hindistan, Çin, Ukrayna, İran ve Türkiye’nin Moskova için daha özel bir konuma sahip olduğu söylenebilir. Batılı ülkeler de ağırlıklı olarak Rusya’nın bu ülkelerle gerçekleştirdiği nükleer enerji alanındaki işbirliğini yakından takip etmektedir.
Hindistan ile Nükleer Enerji İşbirliği
Hindistan ile SSCB arasında Soğuk Savaş döneminde siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda oluşturulan işbirliği iklimi Sovyet sonrası süreçte Rusya tarafından devam ettirilmiştir. İki ülkenin aralarındaki işbirliğini nükleer enerji alanına da genişletmiş olması dikkat çekici bir gelişmedir. 2008 yılında ABD ile Hindistan arasında imzalanan ve “123 Anlaşması” olarak da adlandırılan ABD-Hindistan Sivil Nükleer Anlaşması, NPT’yi imzalamamış olan Hindistan’a, IAEA’nın denetimi ve teknik desteğini kabul etmek koşuluyla, barışçıl amaçlarla nükleer enerjiden faydalanma hakkı tanımıştır.
Hindistan 2009 yılı sonunda Rusya ile Nükleer Enerji Anlaşması imzalanmış, anlaşma gereği Rusya Hindistan’a gerekli enerji transferi ve kesintisiz nükleer yakıt sağlamayı taahhüt etmiştir. Söz konusu anlaşma, 123 Anlaşması ile karşılaştırıldığında ABD’nin Hindistan’a sağladığı avantajların çok daha ötesine geçmiş, Rusya’nın Hindistan’la geçmişte kurduğu yakın işbirliğini güçlendirici bir nitelik kazanmıştır.(25) Mart 2010’da Hindistan Rusya ile ülkesinde 16 nükleer reaktör kurulması için bir anlaşma imzalamıştır. Rusya’nın nükleer enerji alanında Hindistan’la yakından ilgilenmesinin altında Amerikan ve Fransız enerji şirketleriyle yürüttüğü sıkı rekabet yatmaktadır.(26) 2012 sonunda taraflar aralarındaki nükleer enerji işbirliğine yön çizmek amacıyla bir yol haritası oluşturma kararı almıştır. Yol haritasında Kudankulam nükleer santralında inşa edilecek 3 ve 4 numaralı reaktörlerin yanında 2012-2030 yılları arasında ortalama her yıl bir nükleer güç ünitesi inşası hedeflenmektedir. Bu projenin maliyetinin ise yaklaşık 45 Milyar ABD doları tutarında olması beklenmektedir.(27)
Rusya, Hindistan’la nükleer enerji işbirliğini ticari rekabet kadar aynı zamanda stratejik bir hedef çerçevesinde yürütmektedir. Rusya söz konusu işbirliği ve güven ortamından faydalanarak geleceğe dönük askeri işbirliğini ve Hindistan’a yönelik silah ihracatını da artırmayı hedeflemektedir. Hindistan’ın Andra-Pradeş eyaletinde yeni bir uranyum madeninin keşfedilmesi (yaklaşık 49 bin ton rezerv) nükleer enerji ve hatta nükleer silahlanma açısından oldukça stratejik bir gelişmedir; zira uranyumun zenginleştirilmesi yoluyla nükleer çubuk üretimi gerçekleştirilebilmektedir.(28) Bu madenin keşfi, nükleer enerji için gerekli altyapı ve donanımları kendi imkânlarıyla geliştirmeyi amaçlayan Yeni Delhi’nin Moskova karşısında yakın gelecekte elini güçlendirecek bir gelişmedir. Rusya’nın Hindistan’a dönük uzun vadeli ve geniş ölçekli nükleer enerji planlamalarına yönelmesinde bu etkeni de dikkate aldığı ifade edilebilir.
Çin ile Nükleer Enerji İşbirliği
Çin, 2000’li yıllarla birlikte ekonomik, ticari ve sınai alanda olağandışı sayılabilecek bir gelişme kaydetmiş, aynı zamanda özellikle sanayileşmiş devletlere ait ticari kuruluşlar için ucuz emek gücü sağlayan bir ülke konumuna gelmiştir. Bunun yanında ülkenin hâlihazırda dünyanın en kalabalık ülkesi olması ciddi bir pazar potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Ekonomik ve sınai gelişimine dayalı olarak enerji ihtiyacı ve elektrik tüketimi artan Çin, Rusya tarafından önemli bir enerji pazarı olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Rusya-Çin arasında gerçekleştirilecek nükleer enerji işbirliğinin karşılık menfaatlere hizmet etmesi beklenmektedir.
Tianwan nükleer santralinin 1 ve 2 numaralı reaktörlerinin inşa süreci 2007 yılında tamamlanmış, 3 ve 4 numaralı reaktörlerin inşa süreci başlamıştır. Tianwan nükleer santral projesinde şu ana değin 150 Rus enerji şirketi yer almıştır ve Rus yetkililer Tianwan’da inşa edilen/edilecek VVER1000/428 modeli nükleer reaktörlerin orijinallerinden daha etkin ve daha güvenli olacağını belirtmişlerdir.(29) 2010 yılında Çin Atom Enerjisi Kurumu, Rusya ile Çin arasında nükleer güce dayalı işbirliğinin; yüzen nükleer santrallar inşasını, yeni uranyum madenlerinin keşfedilmesini, eski santralların ortadan kaldırılmasını ve uluslararası nükleer pazarda işbirliğine gitmeyi de içeren 7 farklı alanda gerçekleştirilmesi kararı alındığını açıklamıştır.(30)
Ukrayna ile Nükleer Enerji İşbirliği
Ukrayna Rusya için jeopolitik ve jeostratejik açılardan oldukça önemli bir ülke konumundadır. Ukrayna’nın Rusya’dan Avrupa’ya enerji akışında transit ülke olması sebebiyle Moskova için ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğu ortadadır. Bununla birlikte 2006 ve 2009 yıllarında iki ülke arasında ortaya çıkan doğalgaz krizleri nedeniyle karşılıklı güvenin azaldığı görülmektedir. 2010 yılında Viktor Yanukoviç’in iktidara gelmesiyle birlikte Rusya ile ilişkiler düzelme eğilimine geçmiş gözükse de Yanukoviç, genel beklentilerin aksine, Rusya ile Batı ülkeleri arasında denge siyasetini salt Moskova yanlısı bir dış politikaya tercih etmektedir. Ayrıca 1986 yılında yaşanan Çernobil nükleer faciasının yarattığı siyasi, ekonomik, toplumsal ve çevresel etkilere paralel olarak Ukrayna’nın Rus nükleer teknolojisine yönelik bazı endişeleri bulunmaktadır. Yine de iki ülkenin nükleer enerji alanında işbirliği geliştirebileceği değerlendirilmektedir.
2010 yılında, dönemin Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Yanukoviç’i ziyareti sırasında Rusya ile Ukrayna’nın nükleer enerjiyle elektrik üretiminin, nükleer ekipmanların ve nükleer yakıtın ortak üretilmesi önerisini dile getirmiş, Yanukoviç ise bu ortaklığın üçüncü ülkelere dönük geliştirilmesi talebinde bulunmuştur.(31) Aynı yıl iki ülke Kiev’de nükleer enerjide işbirliği yolunda önemli bir adım atarak nükleer yakıtın ortak üretimine yönelik tesis kurulması yönünde anlaşma imzalamışlardır. Bu anlaşmayla Ukrayna uzun vadede kendi nükleer yakıtını üretme fırsatı elde etmeyi amaçlamakta, Rusya ise hem Kiev’le nükleer enerji alanında güven artırıcı bir adım atmayı hem de Ukrayna’nın barışçıl nükleer programında daha çok söz sahibi olmayı hedeflemektedir. Şubat 2011’de iki ülke Khmelnitsky nükleer santralının 3 ve 4 numaralı reaktörlerinin inşasına yönelik fizibilite anlaşmasına varmıştır.
Rusya’nın, Çernobil nükleer faciasıyla ilgili olumsuz hatıralara karşın, Ukrayna ile nükleer işbirliğini sürdürebilmesi ve bir anlamda güven tazelemiş olması Kiev üzerindeki siyasi ve ekonomik nüfuzunu büyük oranda yeniden tesis etmeye başladığına işaret etmektedir. Bununla birlikte Ukrayna’da Batı yanlısı ve Moskova’ya mesafeli duran muhalif unsurların mevcut iktidara ciddi bir alternatif oluşturması ihtimali göz önünde bulundurulduğunda, iki ülke arasındaki nükleer enerji işbirliğinin geleceğine yönelik net bir öngörüde bulunmak zor gözükmektedir.
İran ile Nükleer Enerji İşbirliği
İran, hem Orta Doğu hem de Orta Asya’da siyasi, ideolojik, mezhepsel, ekonomik ve ticari nüfuzunu geliştirmeyi hedefleyen orta büyüklükte bir devlettir. 1979’deki devrim sonrasında, özellikle Batılı ülkelerin baskısıyla, ülke siyasi ve ekonomik ambargolara maruz kalmış ve uluslararası toplumdan soyutlanmaya çalışılmıştır. Moskova bununla birlikte Sovyet döneminden beri, başlangıçtaki olumsuz tutumuna karşın, Tahran rejimi ile genelde olumlu ve yapıcı ilişkiler geliştirmeye özen göstermiştir. Bu ilişkilerin günümüzde nükleer enerji alanında da sürdürüldüğü görülmektedir.
NPT’ye taraf olmasına karşın İran, Batılı ülkeler ve İsrail tarafından gizlice nükleer silahlanma programı yürütmekle suçlanmaktadır. Körfez ülkelerinin de İran’ın nükleer programı ile ilgili ciddi endişeleri bulunmaktadır.(32) Nurşin Ateşoğlu Güney’e göre İran’ın nükleer programının silah üretimiyle sonuçlandırılması hususu net değildir ve Japonya örneğinde olduğu gibi nükleer silah üretmeden uranyum zenginleşme sürecinde “nükleer eşiğe” gelip programı durdurabilir.(33) Rusya da resmi söylemlerinde, NPT’ye taraf ve dolayısıyla IAEA’nın denetimine tabi olan İran’ın nükleer silahlanma yoluna gitmesini onaylamadığını; ancak nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması noktasında Tahran’a desteğini sürdüreceğinin altını çizmektedir. Rusya Federasyonu Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov, Buşehr nükleer santralının üniteleri tamamlandığında Batılı ülkeler ve İsrail’in suçlamalarının önüne geçileceğini savunmuştur.(34)
Eylül 2013’te Buşehr nükleer santralının işletimi Rosatom tarafından İranlı yetkililere devredilmiştir. Haziran 2013’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Hasan Ruhani, Buşehr nükleer santralının İran’ın kontrolüne geçmesiyle birlikte ülkesinin nükleer enerji alanında İslam dünyasına öncülük yaptığını vurgulamıştır. (Bu noktada İran’daki nükleer enerjiye geçme girişimlerinin 1979 devriminden önce başlatıldığını hatırlatmakta yarar vardır.) İran’ı Orta Doğu’da nüfuzunu artırmaya çalışan stratejik bir ülke olarak değerlendiren Rusya’nın bu ülke ile nükleer enerji alanındaki işbirliğini diğer alanlara da genişletmesi beklenmektedir. Bu bağlamda Rus nükleer enerji sektörünün İran’da yakın gelecekte yeni projeler elde etmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Türkiye ile Nükleer Enerji İşbirliği
Türkiye, Rusya için önemli bir ekonomik ve ticari ortaktır. İki ülke aynı zamanda Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu’da nüfuz alanı sağlayabilmek için rekabet halindedir. Bu nedenle iki ülke arasındaki ilişkiler kuşkusuz Soğuk Savaş dönemiyle karşılaştırıldığında daha yakın ama aynı zamanda rasyonel ve pragmatik bir düzlemde ilerlemektedir. Türkiye’nin NATO’ya üye olması Rusya ile ilişkilerini geliştirmesinde önemli bir engel olarak görülmektedir. Bununla birlikte özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “kazan-kazan” formülünü karşılıklı dış politika tercihi haline getirmeleri sonucunda hâlihazırda iki ülke arasındaki ilişkiler “stratejik ortalık” olarak nitelendirilmeye başlanmıştır. İkili ilişkilerin nükleer enerji ayağı incelendiğinde söz konusu sürecin iki ülke için de özgün bir deneyim olacağı açıktır. Zira Türkiye enerji açısından bağımlı olduğu bir ülke ile nükleer enerji alanına adım atarak süreç içerisinde deneyim kazanmayı amaçlamakta, Rusya ise Batılı ülkelerle genel anlamda yakın ilişkiler kurmuş bir ülkeyle nükleer enerji gibi stratejik bir alanda işbirliğine yönelmektedir.
Mayıs 2010’da Türkiye ile Rusya arasında Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliği Anlaşması imzalanarak Mersin’in Büyükeceli beldesinde nükleer santral kurulması için gerekli uluslararası hukuki zemin oluşturulmuştur. Rosatom’un yan kuruluşu konumundaki Akkuyu NGS A.Ş. santralın işletimini üstlenmiş ve 2010 sonunda adını Türkiye Cumhuriyeti’nde tescil ettirmiştir.(35) Akkuyu nükleer santralı bünyesinde her biri 1200 megavat güce sahip dört VVER-1200/491 modeli reaktörün inşa edilmesi hedeflenmektedir. Proje kapsamında ilk reaktörün inşasına 2016 yılı başında başlanması ve 2023 yılında dört nükleer ünitenin inşa sürecinin tamamlanmış olması hedeflenmektedir.(36) Proje bütünüyle hayata geçirildiğinde Türkiye’nin toplam enerji ihtiyacının %5-10 oranındaki kısmı buradan karşılanabilecektir ve kuşkusuz Türkiye’nin hâlihazırda enerjideki yüksek oranda dışa bağımlılığını azaltabilecek bir etkendir.(37)
Türkiye’nin son dönemde Suriye’deki kriz nedeniyle Rusya’nın dış politika tercihleriyle zıt bir konuma düşmesi Akkuyu nükleer santralının akıbeti ilgili spekülasyonlara neden olduysa da Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Suriye’de yaşanan krizin Akkuyu NGS A.Ş. tarafından yürütülen projenin geleceğine yönelik olumsuz bir etken oluşturmayacağını açıklamıştır. Rus siyaset bilimci Stanislav Tarasov, projeyle ilgili Çevresel Etkileri Değerlendirme (ÇED) Raporu’nda Rusya’ya dönük bazı beklenmedik şikâyetlerin ortaya çıkmasının ve Türk medyasında birdenbire projenin çevresel güvenliğiyle ilgili tartışma başlatılmasının tesadüf olmadığı görüşündedir. Tarasov, bir anlamda Suriye kriziyle söz konusu “pürüzler” arasında bağlantı kurmaktadır. (38)
Türkiye iki ülke arasındaki nükleer anlaşma gereği nükleer yakıtı dışarıdan getirtmekle yükümlüdür ve bu noktada nükleer enerjide Rusya’ya olan bağımlılığı yakın vadede devam edecektir. Bu durum Rusya’nın enerji politikasını rasyonel bir düzlemde yürüttüğü, bu bağlamda Türkiye’nin kendisine dönük enerji bağımlılığının devamını arzuladığını açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’nin nükleer yakıt üretimini gerçekleştirebilmek için en az 8 nükleer reaktör kapasitesine sahip olması gerektiği tahmin edilmektedir.(39) Türk hükümetinin ülke içerisinde en az üç nükleer santral kurulması gerektiğine yönelik ısrarının altında bu tespitin yattığını tahmin etmek zor değildir.
Rusya’nın Diğer Ülkelerle Yürüttüğü Nükleer Enerji İşbirlikleri
Rusya’nın yukarıda değinilen nükleer enerji projelerinin haricinde çeşitli ülkelerde girişimleri bulunmaktadır. Rusya ve Venezuela önümüzdeki 10-15 yıllık süreçte Venezuela topraklarına bir nükleer santral inşa edilmesi için anlaşma imzalamıştır.(40) Rusya bu anlaşmayla Latin Amerika’yı yeni bir nükleer enerji pazarı haline getirmek ve bölgedeki nükleer enerji rekabetinde bir adım öne geçmek istemektedir. Rusya’nın nükleer enerji hususunda işbirliğine gitmek istediği bir başka bölgesel güç Güney Afrika’dır. 2010’da BRICS oluşumuna dâhil olan Güney Afrika ile Rusya arasında son dönemde siyasi, ekonomik, askeri ve ticari alanlarda ilişkilerin geliştirilmesi amaçlanmaktadır ve bu bağlamda taraflar arasında nükleer enerji işbirliği de gündeme gelmektedir.(41) Vladimir Putin, Güney Afrika’ya 2013’te gerçekleştirdiği ziyarette iki ülke arasında nükleer enerji alanında işbirliğine gidileceğini açıklamıştır.(42)
2009 yılında Ürdün ile Rusya arasında nükleer enerji üretimiyle ilgili bir anlaşma imzalanmıştır. Böylece Ürdün’ün, İran ve Türkiye’den sonra Orta Doğu’da Rusya ile nükleer enerji alanında işbirliğine giden üçüncü ülke olması beklenmektedir. Endonezya’nın da Rusya ile nükleer enerji alanında işbirliği geliştirmek istediği bilinmektedir. Nitekim 2013’ün Mart ayında Rosatom, yan kuruluşu durumundaki şirketlerin temsilcileri Endonezya’da bir nükleer santral kurmak için gerekli tüm araçları ve söz konusu projenin mali boyutunu tartışmak üzere Cakarta’ya gitmişlerdir.(43)
Rusya’nın geleceğe dönük nükleer enerji stratejilerinde önem verdiği ülkelerden birisi de Kazakistan’dır. Dünya uranyum üretiminde ikinci sırada bulunan ve üretim grafiği istikrarlı ve baş döndürücü biçimde gelişme gösteren Kazakistan aksi yönde bir üretim grafiği çizen Rusya için salt ticari bir ortak olmaktan öte bir anlam taşımaktadır. Kazakistan’ın güneyinde yeni uranyum yataklarının keşfedilmesi, Moskova’nın bu ülkeye ilgisini artırmıştır. Sovyet döneminde Kazakistan’ın Aktau kentinde sodyum soğutmalı nötron hızlandırıcılı BN-350 modelinde bir santral inşa edilmiş ancak 1999 yılında bu santralın faaliyeti durdurulmuştur. Nisan 2013’te Kazak yetkililer aynı kente yeni bir nükleer santral inşa edilmesi yönünde karar almışlardır. Rusya’nın, uranyum üretim açısından oldukça zengin olan Kazakistan’ın genelde nükleer enerji alanında özelde ise nükleer yakıt üretiminde kendisine bağımlı kalması için Aktau nükleer santral projesine ilgi göstermesi doğal bir yaklaşım olacaktır. Bu durumun farkında olan Astana’nın projenin ihalesinde ulusal çıkarlar gereği, nükleer enerji alanında Rusya dışındaki aktörleri (özellikle Batılı ülkeler) de hesaba kattığı ve konuyla ilgili genel olarak ketum kaldığı görülmektedir.(44)
Tüm bu gelişmeler Rusya’nın yurtdışındaki nükleer enerji yatırımlarını küresel bir boyuta taşıdığını ve diğer sanayileşmiş ülkelerle yeni gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerin nükleer enerji geliştirme programlarına katkı hususunda sıkı bir rekabete girmeye hazır olduğunu göstermektedir.
Sonuç
Rusya, özellikle son yıllarda, küresel ölçekte daha etkin ve saygın bir ülke olmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle dış politikasını 1990’lı yıllarda daha çok Yakın Çevre’ye (İng. Near Abroad) yönlendiren Moskova’nın, ekonomisindeki görece iyileşmeye paralel biçimde, 2000’li yıllarla birlikte etki alanını Orta Doğu, Latin Amerika ve Afrika’ya doğru kaydırmaya başladığı görülmektedir. Rus dış politika konseptindeki söz konusu dönüşüm ister istemez ülkenin ekonomik ve ticari stratejilerine de yansımaktadır. Bu bağlamda Rusya yakın ilişki kurmayı kendi ulusal çıkarları açısından yararlı gördüğü ülkelerle çoğu kez nükleer enerji alanında da işbirliğine yönelmektedir. Nükleer enerji henüz birkaç sanayileşmiş ülkenin dışında ancak son yıllarda yaygınlaşma eğilimi göstermeye başlamıştır. Bunun nedeni nükleer enerjiye geçiş maliyetleri ve süresinin diğer enerji türlerine oranla yüksek olmasıdır. Rusya bu noktada işbirliğine gitmeyi hedeflediği ülkelere yönelik görece daha cazip teklifler sunabilmektedir. Ayrıca Rosatom, bir kamu kuruluşu olarak ülke içerisinde nükleer enerji alanında faaliyet gösteren şirketleri bütünüyle kontrolü altında tutmaktadır. Serbest piyasa mantığıyla hareket eden ve dolayısıyla bağlı bulundukları hükümetlerden özerk hareket eden Batılı ve diğer sanayileşmiş ülkelerin nükleer enerji alanında faaliyet gösteren şirketlerinin aksine Rosatom ve yan kuruluşları büyük ölçüde Kremlin’in stratejik yönlendirmelerine bağlı hareket etmektedir.
Rus bilim insanları ve teknokratlar, kötü şöhretli eskimiş Sovyet nükleer teknolojisinin ülkeler ve toplumlar nezdinde bıraktığı olumsuz izlenimleri göz önünde bulundurarak Rusya’nın bugün IAEA standartlarına uygun biçimde hem daha etkin hem de daha güvenli bir nükleer teknoloji geliştirdiğini ifade etmektedir. Türkiye’nin de Rusya ile nükleer enerji alanında işbirliğine gitmiş olması ülke kamuoyunda günlerce tartışma konusu olmuştur. Bununla birlikte Moskova, Batılı ve diğer ülkelerle kıyaslandığında nükleer alanda işbirliğine gideceği ülke içindeki toplumsal dinamikleri daha az önemsemektedir.
Türkiye-Rusya ilişkilerinde karşımıza çıkan bir başka önemli husus da dış politika tercihlerindeki kırılma noktalarıdır. Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu’da zaman zaman ortaya çıkan çıkar çatışmaları, iki ülkenin nükleer enerji ayağını da kapsayan stratejik ortaklığını zorlaştırabilmektedir. Tarafların resmi söylemlerinde toprak bütünlüğüne yönelik hassasiyet göstermelerine karşın, Çeçen ve Kürt meselelerinde karşılıklı güven henüz sağlanamamıştır. 1990’lı yıllarda Balkanlarda patlak veren siyasi kriz ve iç savaşlar sırasında Rusya ve Türkiye’nin farklı tutum takındığı görülmüştür. Ayrıca 2011’den itibaren ortaya çıkan Arap halk ayaklanmaları zincirinin en önemli halkalarından birisini oluşturan Suriye krizi iki ülke ilişkilerinin Orta Doğu ayağındaki kırılganlığı gösterebilmek açısından önemlidir. Rus ve Türk karar alıcıların tüm bu yaşananların bilincinde olmalarına karşın nükleer enerji alanında işbirliğine gitme kararı almaları ise iki ülke yönetiminde sergilenen rasyonel ve pragmatik tutumun güncel iç ve dış siyasi gelişmelere yönelik üstünlüğünü göstermektedir.
Rusya’nın son dönemde ağırlıklı fosil yakıt (özellikle doğalgaz) ihracatı sayesinde sağlamaya başladığı sermaye birikimini içeride ve dışarıdaki nükleer enerji yatırımlarına yönelterek oldukça rasyonel bir tercihte bulunduğu söylenebilir. Zira Rusya bu yolla hem enerji çeşitlendirmesine giderek tek yönlü enerji kaynağına bağımlı kalma riskini bertaraf edebilecek hem de özellikle Türkiye ve Avrupa’daki pek çok ülkenin fosil yakıt enerjisine yönelik bağımlılığı azaltmak için yönelebilecekleri nükleer enerji pazarında etkin bir oyuncu haline gelecektir. Türkiye’nin ise bu noktada Rusya’nın nükleer deneyimlerinden azami ölçekte faydalanması anlaşılabilir bir durumdur. Bununla birlikte Ankara’nın gerek nükleer enerji sektöründe gerekse alternatif enerji türlerinde çeşitlendirmeye ve hatta süreç içerisinde “yerlileşmeye” gitmesi Moskova ile enerji alanında sürdürmek zorunda kaldığı asimetrik ilişkiden uzun vadede kurtulmasını sağlayarak ulusal çıkarlarına hizmet edecektir. |
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.