Etiket arşivi: CHP

ERGENEKON DAVASI : Ergenekon’dan yargılanan CHP’linin yurt dışı yasağı kalktı


Adalet Bakanlığı, Ergenekon davasında hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan 13 yıl 6 ay hapis cezası alan CHP Milletvekili Sinan Aygün’ün yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması için kanun yararına bozma talebinde bulundu.

Kaçma sebebi bulunmuyor

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan başvuruda, Aygün’ün milletvekili olduğu, tutuksuz yargılandığı sırada birçok kez yurtdışına çıktığı, kaçma imkânı bulunmasına rağmen bu yollara tevessül etmediği vurgulandı.

Adalet Bakanlığı’nın talebinde, tutukluluk ve adli kontrolle ilgili yasa maddelerine yer verildi.

Adli kontrole kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunması halinde karar verilebileceği kaydedildi. Aygün hakkında mahkeme tarafından üzerine atılı suçları işlediği kabul edilerek mahkûmiyete karar verilse de, sanığın kaçma teşebbüsünde bulunmadığı ifade edildi.

Milletvekili olması nedeniyle Aygün’ün temsil görevini ifa ettiği, sanığın kaçması, delilleri karartma, saklanma sebeplerinin bulunmadığı belirtilerek, yasağın kaldırılmasına karar verilmesi talep edildi.

http://www.Cafesiyaset.com/ergenekondan-yargilanan-chplinin-yurt-disi-yasagi-kalkti-_390254.html#ixzz2kMarw4td

İSTİHBARAT : CHPli Özgündüz’ün Gündeminde MİT-MOSSAD Görüşmesi Var


CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, Başbakan Erdoğan’a, MİT-MOSSAD arasında yapılan görüşmenin gündem konularını sordu.

CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘a, 1 Haziran 2013 tarihinde, Türkiye‘nin çok ilginç bir görüşmenin ev sahipliğini yaptığını MİT-MOSSAD bir araya geldiği bu görüşmede iki kurum arasında yapılan görüşmenin gündem konularını sordu.

"İLGİNÇ BİR GÖRÜŞME"

Özgündüz, Başbakan’ın yanıtlaması istemiyle Tbmm Başkanlığına sunduğu soru önergesinde, 11 Haziran 2013 tarihinde, Türkiye‘nin çok ilginç bir görüşmenin ev sahipliğini yaptığını belirterek, "İsrail’e ait özel bir uçakla ülkemize gelen Mossad Başkanı Tamir Pardo ile Mit Müsteşarı Hakan Fidan arasında, İran ve Suriye konularında içeriği olduğu kamuoyuna yansıyan, bir görüşme gerçekleşmiştir" dedi.

MİT-MOSSAD arasında yapılan görüşmenin gündem konularını öğrenmek isteyen Özgündüz, "Bu görüşmede neler konuşulmuştur?" diyerek Başbakan’a şu soruları yöneltti:

"Fidan-Pardo görüşmesinde Mısır konusu gündeme gelmiş midir?

"BU İSTİHBARAT NEREDEN GELİYOR"

Fidan’ın Mursi‘ye götürdüğü mesajlar nelerdir? Bu mesajların iletilmesi konusunda tarafınızdan herhangi bir görevlendirme yapılmış mıdır? Basına da yansıyan, Fidan’ın Mursi‘ye devrileceğine dair uyarısının istihbaratı nereden edinilmiştir? İsrail bu konuda istihbarat kaynaklığı yapmış mıdır?

MİT-MOSSAD görüşmelerinde Mavi Marmara baskını konusu gündeme gelmiş midir? Gelmişse iddianamede isimleri geçen İsrailli yöneticilerle ilgili İsrail‘in herhangi bir talebi olmuş mudur?

"GÖRÜŞMELER NE ZAMAN BİTECEK"

Mavi Marmara baskını sonrası İsrail ile yapılan görüşmeler hangi aşamadadır? Bu görüşmelerin ne zaman sonuçlanması beklenmektedir?

Mavi Marmara baskınıyla ilgili yargılama hangi aşamadadır?

Suriye’de Esad rejimine karşı hükümetiniz ile İsrail‘in aynı görüşleri benimsediği düşünüldüğünde, Esad’ın devrilmesi konusunda İsrail ve hükümetiniz ne gibi ortak çalışmalar yapmaktadır?

"TÜRKİYENİN LAZKİYE’Yİ VURDUĞU DOĞRU MU ?"

Türkiye’nin, Lazkiye’de bir hedefi vurduğu iddiaları doğru mudur?

Bir başka iddiada Türkiye‘nin İsrail‘e, vurması için Suriye‘ye dönük istihbarat bilgisi verdiği iddiaları doğru mudur?

Önergenin gerekçesinde belirtilen MİT-MOSSAD görüşmelerinde Suriye‘deki vurulacak hedeflere ilişkin çalışma yapılmış mıdır? Bu toplantıda Suriye konusunda neler konuşulmuş, İsrail ile hangi konularda anlaşmaya varılmıştır?"

İSTİHBARAT : CHP MİLLETVEKİLİ Vahap Seçer : “Allah aşkına MİT ne iş yapar ?”


Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nun CHP’li üyesi Seçer, MİT’i sorguladı, Başbakan Yardımcısı Atalay sessiz kaldı. "Sokaktaki simitçi, tarladaki çiftçi Mehmet Efendi dahi dinlendiğini düşünüyor"diyen Seçer, Reyhanlı’da, Uludere’de ve daha birçok olayda MİT’in istihbarat zafiyeti içinde olduğunu vurguladı. Seçer, AKP döneminde örtülü ödenekteki patlamaya da dikkat çekti.

Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi ve CHP Mersin Milletvekili Vahap Seçer, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) ortam ve telefon dinlemelerindeki yerini sorguladı. Vatandaşın bu konuda tedirgin olduğunu vurgulayan Seçer, "Sokaktaki simitçi, tarladaki çiftçi Mehmet Efendi bile dinlendiğini düşünüyor" dedi. Seçer, AKP döneminde örtülü ödenekteki patlamaya dikkat çekti.

Vahap Seçer, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Başbakanlık ve bağlı kuruluşların 2014 yılı bütçelerine ilişkin görüşmeler sırasında önemli değerlendirmeler yaptı. Seçer’in sorduğu sorulara Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ise sessiz kalmayı tercih etti. Seçer’in görüşmelerde dile getirdiği soru ve görüşleri özetle şöyle:

BAŞBAKAN DİNLENİYOR MU?

Telefon ve ortam dinlemeleri bizim aslında gündemimizi son yıllarda meşgul eden önemli bir konu özellikle AKP iktidarında. Sokaktaki simitçi, tarladaki çiftçi Mehmet Efendi dahi dinlendiğini düşünüyor. Acaba Başbakan dinleniyor mu? Bunu niye sordum? Çünkü Sayın Başbakan 22 Aralık 2012’de bir açıklama yaptı ve dedi ki: “Evimin altında çalışma ofisinde böcek bulundu”. Geçtiğimiz günlerde de NSA (Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı) Avrupa’da birçok siyasetçiyi dinlediği ortaya çıktı, bunlardan bir tanesi de Merkel ve uzun süreden beri dinleniyor. Onun için açıklanması lazım, Sayın Başbakan dinleniyor mu? Başbakan’ın TBMM’deki çalışma ofisinde 330 bin lira harcanarak bir tadilat yapıldı. Acaba tadilat, böcek var mı yok mu diye aramak için mi yapıldı? Ayrıca şunu öğrenmek istiyorum: Gerçekten, bir milletvekili olarak merak ediyorum, telefonlarımız dinleniyor mu?

ÖRTÜLÜDE PATLAMA

Örtülü ödenekten 2005 yılında 156 milyon lira harcanmış. Bugün 2013 yılının ilk dokuz ayında toplam 920.5 milyon liraya çıkıyor. Geçtiğimiz yıl, 2012’de bu rakam 1.2 milyar TL’ye kadar çıkmış. Peki, bu paralar nereye gidiyor? Yaygın kanı, Arap baharıyla beraber Libya’da, Mısır’da, hatta Suriye’de bu paralardan oralara aktarıldığını, özellikle, Suriye’de meydana gelen çatışmalarda Suriyeli mevcut yönetime karşı olan muhalif gruplara örtülü ödenekten ciddi paralar aktarıldığı yönünde. Silah alımında kullanıldığına dair önemli iddialar var. Tabii bunların yanıtını vermek sizlere düşüyor.

MİT BÜTÇESİ

2010 yılında Hakan Fidan göreve geliyor. 2010 yılında MİT’in bütçesi 523.4 milyon TL. Bugün 2012 yılı sonu itibarıyla 751 milyon TL. 2014 yılında da 1 milyar TL’nin üzerinde bir bütçe öngörülüyor. İyi güzel de acaba iyi iş çıkartabiliyor mu? MİT’e bakıyorum, şimdi MİT’in görevleri arasında milli güvenliğe ilişkin iç ve dış tehditlere yönelik çalışmalar yapmak var. İyi güzel MİT’in bütçesini artıralım ama şimdi iç güvenlik, dış güvenlik tehdidini MHP’li ya da CHP’li muhalif siyasetçilerden, siyasetçi dışında iş adamlarından mı olduğunu düşünüyor MİT?
İSTİHBARAT ZAAFİYETLERİ

İstihbarat zafiyetleri de var MİT’in. MİT’in görev alanları içerisinde birçok önemli olay meydana gelmeden önce bunu ortaya çıkartması lazım, ilgili kurumlara istihbari bilgiler vermesi lazım. Uludere olayı var, 34 yurttaşımız orada öldü, orada katledildi, bu bir istihbarat hatası mıydı? Bunun MİT neresinde? Reyhanlı’da 53 yurttaşımız öldü. Böyle bir katliama, böyle büyük bir olaya MİT seyirci kaldı. AKP Genel Merkezi lav silahıyla saldırıya uğradı, yine MİT ortada yok. Emniyet Genel Müdürlüğü polisevi, yine uzun namlulu silahlarla, lav silahıyla saldırıya uğradı, MİT ortada yok. Pilotlarımız kaçırılıyor Lübnan’da, MİT ortada yok. Allah aşkına MİT ne iş yapar?

YEŞİL YAŞIYOR MU?

90’lı yıllar çok önemli yıllar. Devletin içerisine sızmış birtakım yapılanmalar, çeteler, işte MİT’in kullandığı örneğin bir Yeşil meselesi var. Yeşil tipli adamlar hala var mı? Hatta Yeşil yaşıyor mu, onu öğrenmek istiyorum.

GÖRÜNTÜLERİ İZLEDİNİZ Mİ?

Gezi olaylarına ilişkin burada Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’na ait hem Başkan burada hem orada görev yapan arkadaşlar burada. Gezi olayları sırasında AB Bakanı Sayın Egemen Bağış, AB büyükelçileriyle bir toplantı düzenledi. Bu toplantıda Gezi sürecini anlattı. Onlara süreç içerisindeki gelişmeleri anlatan, fotoğraflayan bir dosya sundu. Ayrıca on beş dakikalık bir video, orada büyükelçilere gösterildi ve orada camilerde içki içildiğinin görüntüleri verildiği iddiaları yayıldı. Tabii bu Başbakan tarafından defeatle dile getirildi ama bunun aslı astarı çıkmadı. Bu konuda o toplantıda yer alan bürokratımız varsa bu konuda bizlere bilgi vermesini istiyorum.

ulusalkanal.com.tr

CHP MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART : Güçlülerin Hukukunu Himaye Edenler !!!!


7 Kasım 2013

TBMM Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Sn.Sadullah Ergin tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını Anayasa’nın 98 ve İçtüzüğün 96. maddeleri gereğince saygıyla talep ederim.

Atilla Kart

CHP Konya Milletvekili

İlgi ; Dönemin Adalet Bakanlarına sunulan 06.05.20008 tarih-3530, 15.07.2008 tarih -4541, 17.10.2008 tarih-5373, 18.04.2012 tarih 7/6474 sayılı önergelerimiz.

–İlgi önergelerimizde ve mezkur cevaplarda ortaya çıkan bulgulara göre;14 Ocak 2008 tarihinde vuku bulan ve kamuoyunda artık “Trafik Cinayeti” olarak adlandırılan olay sonucunda Sinem Reyhan Yalçın hayatını kaybetmişti. Olayın faili olan Faruk Kalkavan ve arkadaşlarının alkollü oldukları, olay günü kokain kullandıkları, aşırı süratle ve slalom yaparcasına araç kullandıkları, emniyet şeridinde park halindeki aracını kontrol eden Sinem’e çarptıkları , otonun 130 metre kadar durabildiği , fren izinin olmadığı açıklık kazanmıştır.

Bu olayın sonucunda fail Faruk Kalkavan, Hükümet üzerindeki nüfuzunu kullanmış, adil yargılamaya müdahale sonucunu yaratan gelişmeleri yaratmış ve mahkumiyet kararı öncesinde elini kolunu sallayarak yurt dışına kaçmıştır. 60. Hükümetin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Kahraman’ın da bilgisi dahilinde gelişen pek çok gelişmeye rağmen ; yargı ve idari mekanizmaların görevlerini bihakkın yapmaması sebebiyle , hükümlü Faruk Kalkavan’ın Türkiye’ye iadesi uzun süre sağlanamamıştır. Hükümlü Faruk Kalkavan Belarus’ta iş adamı olarak faaliyetini sürdürmüştür.

Ailenin olayı ısrarla takip etmesi ve kamuoyunun duyarlılığı sonucunda Belarus’ta yakalanan Faruk Kalkavan , cezasının infazı için 9 Ağustos 2012 tarihinde Ümraniye Cezaevine konulmuştur.

Faruk Kalkavan’ın infaz aşamasında da , Hükümet üzerindeki nüfuzu yoluyla kendisine imtiyazların yaratıldığı ve infazın adeta içinin boşaltıldığına dair bilgiler kamuoyuna yansımıştır. Temmuz ayında İstanbul’da, rüşvet karşılığında cezaevine silah, uyuşturucu ve cep telefonu soktukları iddiasıyla aralarında Silivri 1 Nolu L Tipi Ceza İnfaz Kurumu 2. Müdürü , Kartal Açık Cezaevi Müdürü ve Polislerin de bulunduğu 35 kişinin gözaltına alınması olayıyla bağlantılı olarak ; rüşvet verdiği iddiasıyla Faruk Kalkavan hakkında da soruşturma başlatılmıştır. Esasen, Kalkavan’ın bu suçlamayı kabul ettiği , görevlilere para vermek zorunda kaldığı yönünde savunmalar yaptığı da bilinmektedir.

–Ortaya çıkan bu bulgulara göre; Ceza İnfaz Yasasına göre açık cezaevinde yatan hükümlü hakkında artık denetimli serbestlik hakkının kalkması ve kapalı cezaevinde infazın yapılması gerekirken; adı geçenin , işine ve üniversiteye devam ettiği , yıllık izinlerinin dışında gündüzleri Üniversite eğitimini sürdürdüğü bilinmektedir.

Yukarıda sözü edilen rüşvet operasyonuyla bağlantılı olarak ayrıca yargılama yapılması ve beraberinde de mevcut infaz hükümlerinin yeniden değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

İlgi önergelerde safahatı açıklandığı ve iş bu önergede de belirtildiği üzere; hükümlü Faruk Kalkavan’ın Adalet Bakanlığı tarafından himayesinin devam ettiği ve kendisine özel imtiyazların yaratıldığını gösteren bulgular söz konusudur. Yargılama aşamasında kamu vicdanını yaralayan adaletsizliklerin, infaz aşamasında da bir başka boyutuyla devam ettiğini gösteren gelişmeler varlığını sürdürmektedir.

Sözü edilen bilgi ve değerlendirmeler ışığında soruyoruz;

(1) Hükümlü Faruk Kalkavan ile ilgili cezanın infazı hangi aşamadadır?

Denetimli serbestlik durumu nedir?

(2) Rüşvet verdiğini kabul eden Kalkavan ile ilgili adli soruşturma hangi aşamadadır?

Bu soruşturmanın mevcut infaza etkisi ve sonuçları nedir?

Yasal ve idari gerekleri yapılmış mıdır?

7 Kasm 2013 soru nergesi Sayn Adalet Bakanna Trafik Cnayeti.doc

CHP MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART : Suriyeli Sığınmacılar olayındaki yeni gelişmeler


6 Kasım 2013

TBMM Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sn. R.Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını Anayasa’nın 98 ve İçtüzüğün 96. maddeleri gereğince saygıyla talep ederim.

Atilla Kart

CHP Konya Milletvekili

–Suriye’deki çatışma ortamı sebebiyle, ülkemizde “sığınmacı” durumunda olan ve “geçici” olarak ikamet eden kişilerin sayısının “600 bini” çoktan aştığı bilinmektedir. Sığınmacıların bir bölümünün kayıt dışı giriş yaptıkları yine bir diğer gerçektir.

Sığınmacılar üzerinden doğmuş olan sorunlar, Türkiye’nin toplumsal barışını tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Bu sorunlar çok yönlüdür. Güvenlik sorunu yanında, insanlık dramları yaşanmaktadır. Masum ve çaresiz sığınmacıların arasına karışan provokatörler (Terör örgütleri ve yabancı istihbarat elemanları gibi), Türkiye için ciddi bir tehdit unsuru haline gelmişlerdir. Hükümetin yanlış politikaları sonucunda Türkiye – Suriye sınırı kevgire dönmüştür. Türkiye bu alanda, Devlet olarak egemenlik yetkisini kullanamaz haldedir.

Bilindiği gibi; uluslararası mevzuatta kabul edilen “Geri Kabul Anlaşması” ; 3. Ülke yurttaşlarının , AB’den sınır dışı edilmelerini kolaylaştırmak amacıyla , 1994 yılında AB Üyesi Ülkeler tarafından düzenlenen ve Avrupa Birliğinde gayri nizami şekilde bulunduğu tespit edilen kişileri, AB sınırları dışına çıkarma amacı taşıyan bir anlaşma niteliğindedir. Bu anlaşmanın imzalanması halinde ; imzacı Devlet, AB sınırları içinde gayri nizami veya usule aykırı bir şekilde bulunduğu tespit edilen yurttaşlarını ve ülkesinin sınırlarından geçerek AB’ye giriş yapmış tüm yabancıları kabul etme yükümlülüğü altına girmektedir.

Suriye olayındaki özel konumumuz gözönüne alındığında; vize kolaylığı vaadiyle , bu anlaşmanın onaylanması kısa dönemli bir seçim propagandası olarak gündeme gelebilecektir. Hükümetin bu yönde bir yaklaşım içinde olduğunu gösteren gelişmeleri kaygıyla izliyoruz. Ancak, Türkiye’nin coğrafi konumu sebebiyle, transit geçiş yapılan bir ülke olduğu gözönüne alındığında, bu anlaşmanın imzalanması halinde, Türkiye çok ağır bir yükün ve sorumluluğun altına girecektir. Telafisi mümkün olmayacak ihtilaf ve sonuçlar doğacaktır.

Bir diğer husus; Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların, muhtelif İl’lere dağıtılarak , AKP açısından kazanma ihtimali kritik olan İl’lere yerleştirildikleri ve bu yolla yerel seçimlerde “haksız oy temini” yoluyla avantaj sağlanacağı, seçim sonuçlarına müdahale edileceği yönündeki bulgu ve bu yönde doğmuş olan kaygılardır.

Tüm bu hususların ivedi olarak açıklanması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi zorunluluğu vardır.

Buna göre;

(1) Suriye’deki iç savaş sebebiyle Türkiye’ye intikal eden sığınmacı sayısı nedir? Ne kadarı konteynırlarda , ne kadarı kent merkezlerinde bulunmaktadır? Bu kişilerin statüsü nedir?

Kayıt dışı giriş yaptığı tahmin edilen sığınmacı sayısı ne civardadır?

(2) Sığınmacı durumunda olan bu kişilere “Mülteci” statüsü verilmesi yönünde herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır? Mülteci statüsü verilenler var mıdır?

Bu kişilerin, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olması yönünde herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır?

(3) Bu kişiler, hangi İl’lere ve hangi sayıda yerleştirilmiştir? Bundan sonrası için nasıl bir planlama yapılmaktadır?

(4) Geri Kabul Anlaşmasının imzalanması ve yasalaşmasıyla ilgili gelişmeler nedir? 1951 tarihli Cenevre Konvansiyonundaki şerhin kaldırılması söz konusu mudur? Bu yönde görüşmeler yapılmakta mıdır?

(5) Konteynır ve Kent Merkezlerinde bulunan sığınmacıların karıştığı ya da sebebiyet verdiği olaylar sonucunda kaç kişi ölmüş, kaç kişi yaralanmıştır?

CHP MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART : Marmaray’da Ciddi Soru İşaretleri


6 Kasım 2013

TBMM Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sn. R.Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını Anayasa’nın 98 ve İçtüzüğün 96. maddeleri gereğince saygıyla talep ederim.

Atilla Kart

CHP Konya Milletvekili

Marmaray” ile ilgili görüş ve düşüncelerimi daha evvel kamuoyu ile paylaşmıştım. Hem bir yurttaş olarak ve hem de Milletvekili olarak bu tür proje ve uygulamalardan doğal olarak mutlu oluyor, kıvanç duyuyoruz.

Ancak, bu duygu ve değerlendirmelerimiz, projenin “ihale ve teknik” yönlerine ilişkin kaygılarımızı , sorularımızı ve ihtirazi kayıtlarımızı ortadan kaldırmamaktadır. Zira, AKP’nin, yönetim anlayışındaki zaafiyet sebebiyle bu tür iş ve ihalelerde , bir taraftan çıkar ilişkileri yapılanması ve bir taraftan da teknik zaafiyetlerin yaşandığını 10 yılın uygulamalarıyla biliyoruz.

Bu kapsamda; projenin maliyetinin 5 Milyar Dolara ulaşacağı, bu rakamın benzeri projelerle kıyaslandığında “anormal ve fâhiş” olduğu yönünde teknik değerlendirmeler yapıldığı gibi; böylesine yüksek maliyetle yapılan bir projenin sigorta değerinin oransız ve düşük gösterilmiş olması, ayrıca ve başlı başına sorgulanması gereken bir haldir. Yolcuların can güvenlikleri bakımından ciddi soru işaretleri söz konusu olduğu gibi, yine sigortalanma sürecinde “şaibeli” ilişkileri doğrulayan bulguların ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu değerlendirmeler ışığında soruyoruz;

(1)Marmaray için bugüne kadar yapılan toplam harcama tutarı nedir?

Harcamalar hangi meblağa ulaşacaktır?

(2)Marmaray’ın “sigorta değeri” nedir?

Sigorta ilişkisi-sözleşmesi hangi firmayla yapılmıştır?

Sigorta sözleşmesi hangi riskleri kapsamaktadır?

6 kasm 2013 Sn Babakana Soru nergesi Marmaray hk.doc

YANDAŞ MEDYA’DAN CHP MİLLETVEKİLİ ŞAFAK PAVEY’E SALDIRI /// YAZI AŞAĞIDA ///


safaki-bu-adam-bile-yikamadi-engin-de-kimmis-417.jpg

17 yaşında evlenen, boşandığı kocasının soyadını taşıyan CHP”li

Önceki gün CHP Milletvekili Şafak Pavey, CHP adına TBMM’de konuşma yapmıştı..

Dindarlara laf atan, feminist söylem eksenli klasik bir konuşma..

Başörtülü milletvekiline iftira..

Söylenmeyen sözü, hacı milletvekiline isnat etme..

“Başörtülü ama daracık pantolon giyen”, hanımefendinin hayal dünyasında var olan bir kızı, erkek arkadaşı ile öpüştürme ahlaksızlığı..

Bunları geçtik..

Bakın daha neler demiş, dikkatlerden kaçırılan o konuşmada, CHP milletvekili Pavey:

“Beş yaşında örtülen, on beş yaşında evlendirilen kızlarımıza bakalım. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hali üstünden, berbat bir şekilde değişiyor.”

“Beş yaşında örtülen?”

Var mı gören veya duyan?

Ben bilmiyorum.. Duymadım da..

Haydi onu geçelim..

“On beş yaşında evlendirilen kızlarımız.”

Kanunen mümkün değil.

“Haydi bazı illerimizde fiilen mümkün” diyelim..

İyi de, bunu söylerken, kendi hayatına niye bakmıyor, Pavey Hanım?

15 yaşında evlendirilen kızlardan şikayetçi ama.

Kendisi 17 yaşında evlenmiş.

Belki diyebilir ki, “Beni anne-babam zorla evlendirmedi.”

O daha kötü ya..

Anne-baba, yetişkin yakınlar olarak..

Çocukları için enine boyuna düşünüp, sıhhatli bir karar vermeye gayret ederler..

Peki çocuk tek başına karar alırsa?

Fecaati düşünebiliyor musunuz?

Aslında amaçlanan da, o fecaat..

“Türk toplumunda kızlar küçük yaşta evlendiriliyor.. Özgürlükleri kısıtlanıyor” söylemi geliştirilirken, çocuklarımıza empoze ettikleri hayatı açıkça söylemiyorlar..

Aslında demek istedikleri şu:

“Kızlar ve erkekler, ileri yaşlara kadar bekar kalsınlar.. Bu arada da, evlilik dışı ilişkiler yaşasınlar..”

Amaç sadece ve sadece, “evlilik kurumunu toplum hayatından silmek.”

Anne-baba karışmasın.

Kızlar-erkekler kendi başlarına hayatlarını yaşasınlar..

Tabii küçük yaşta evlilik de önermedikleri için..

Evlilik dışı ilişkiler, yaygınlaşsın..

Olaya bir de şöyle bakalım..

Anne-baba kararı ile evlendirilmeye karşı çıkan Pavey ve benzerleri..

Kendileri ne yapıyorlar?

17 yaşında, gerçekten özgür iradeleri ile eş seçtiklerini mi sanıyorlar?

Batı kültürünün baskısı ile..

Gözleri kör olmuş bir şekilde..

İradeleri iğdiş edilmiş bir şekilde..

Verdikleri kararı, özgürlük mü sanıyorlar?

Evet, bir İngilizi görüp, 17 yaşında onunla evlenen Pavey’in, şimdi kalkıp, “15 yaşında evlendirilen kızların durumu”nu eleştirmesine, kim haklılık verebilir ki?

Bu solakların tüm söylemleri böyle..

Alın, yine Şafak Hanım’ın bire bir örneğini sergilediği bir başka ikiyüzlülük..

Bunlar değil mi, Türk kadınına sürekli “Kocanızın soyadını taşımaya mahkum musunuz? Kızlık soyadınızı alın. Dava açın. Müracaat edin.. Mahkum musunuz siz?

Köle misiniz siz?” diyerek kışkırtanlar.

Evet bunlar..

Peki Şafak Hanım kendisi ne yapıyor?

17 yaşında evlenmiş.

19 yaşında boşanmış.

Hem de 19 yaşında başından geçen o kazadan sonra, kendisini hiç ziyaret etmeyen bir İngiliz koca ile karşı karşıyayız..

Ama Şafak Hanım, Türk kadınlarına tavsiye ettikleri, “Kızlık soyadını taşıma” tercihini, kendi hayatında uygulamıyor..

Kendisini terkeden İngiliz kocadan ne iyilik gördü ise, ayrılalı neredeyse 20 yıl olmuş, hâlâ o İngiliz kocanın soyadını taşıyor!

Bir başka çarpıklık..

Yine bu solaklar, 2 günlüğüne de olsa Batı’ya gidince..

“Yok azizim yok. Bizim ülkemizde insan hayatının hiçbir değeri yok. Bakın Batı’da öyle mi?” muhabbetlerine koyulurlar.

Trafik kazası olur, “İnsan hayatına değer verilmiyor ki!” diye başlarlar..

Hatalara dikkat çeken pozitif eleştiri yapacaklarına, kendi ırkımızdan, kendi dinimizden insanları tahkir etme aracı olarak kullanırlar..

Peki.. Şafak Hanım, bir tren kazasında kolunu ve ayağını kaybetmiş..

Ne olmuş sonra?

Medeni İsviçre, tazminat vermiş mi, Şafak hanıma?

Tek kuruş vermemişler.

Davayı tümden reddetmişler..

Bir de masrafları ödetmişler, Şafak Hanım’a..

Haydi İsviçre reddetmiş..

Türkiye’de önüne bir taş çıkıp düşen olsa, hemen soluğu AİHM’de aldırtmak için insanlarımızı kışkırtan solaklarımız..

Onların şahsında Şafak Hanım.

Kendi başından geçen bu kaza sonrasında, AİHM’e gitmiş mi?

Bildiğimiz kadarı ile gitmemiş.

Niye ki acaba?

AİHM’e mi inanmıyor?

Yoksa haklılığına mı inanmıyor?

Ali Karahasanoğlu

YANDAŞ MEDYA : Demokrasiyi CHP’ye borçluymuşuz !


ccccccc.jpg

Demokrasiyi CHP’ye borçluymuşuz!

Kamusal alanlarda başörtüsünü serbest bırakan düzenlemeyi mahkemeye veren kim? CHP…

Başörtülü milletvekiline itiraz eden kim? CHP…

Neymiş efendim, “Meclis’in saygınlığına gölge düşüyor”muş…

Yahu, Meclis çatısı altında bir sürü galiz ifade kullanıyorsunuz saygınlığına gölge düşmüyor da, başörtüsüyle mi düşüyor?

Gölgesiz bir başörtüsü bulalım o zaman; tekstilciler işbaşına!

Bir de “Türkiye’ye demokrasiyi biz getirdik” diye övünür bu CHP’liler…

Demokrasi demek, Avrupalı kıyafetine girmek demekse…
Demokrasi demek, Latin alfabesiyle okuyup yazmak demekse…
Demokrasi demek, bikini giyip sahilde güneşlenmek demekse…
Demokrasi demek, Ezan-ı Muhammedi’yi susturmak demekse…
Demokrasi demek, cami satmak ya da kiralamak demekse…

Askeri darbeleri alkışlamak demekse…

Siyasi icraatlarından dolayı bakan ve Başbakan asmak demekse (Adnan Menderes ve iki bakanı)…

Havalimanına barajlara, köprülere, bulvarlara, otoyollara karşı çıkmak demekse…

27 yıllık kesintisiz ve muhalefetsiz iktidarında hiçbir yatırım yapmamak demekse…

Haccı-umreyi yasaklamak demekse…

İstiklal Mahkemeleri kanalıyla yargısız infaz yapmak demekse…

Yokluk, kıtlık, yoksulluk, kuyruk, karne demekse…

Parti kapatmak (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Demokrat Parti) demekse…

“Milli Şef” rejimi kurup her şeyi denetim altına almak demekse…

Medyayı susturmak, Takrir-i Sükûn Kanunu’yla ağızlara kilit vurmak demekse…

“Varlık Vergisi” adı altında azınlıkları ötekileştirmek demekse…

İnsanların inanç, ibadet ve kıyafet özgürlüğüne karışmak demekse…

Ders kitaplarına din aleyhtarlığı sokuşturmak demekse…

Elhak doğrudur, Türkiye’ye demokrasiyi CHP getirdi!

Girmeyeyim bu netameli konulara diyorum ya, kışkırtıyorlar…

Demokrasi kim, CHP kim?..

Kesintisiz ve alternatifsiz iktidar olduğu dönemde (950 öncesi) baskı var, şiddet var, jandarma-polis copu ve tahsildar korkusu var…

Faşizm tutkusu, Nazizm hayranlığı var…

Daha yakın geçmişinizde, darbelere çanak tutmak, 27 Mayıs darbesinden (1960) 27 Nisan e-muhtırasına kadar tüm darbe ve müdahaleleri alkışlamak var…

Şimdilerde ise Silivri’de yargılanan darbecilerle Ergenekoncuları korumak/ kollamak var…

Üniversiteli kızların başını cebren ve hile ile açtırmak için, Hitler’in toplama kamplarından esinlenmiş “ikna odaları” kurmak var (kurucusu Nur Serter CHP milletvekili değil mi?)…

“Kürt milliyetçiliğini bana ‘ilericilik’ ve ‘bağımsızcılık’ diye yutturamazsınız. Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz” (CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler) diyerek eski faşizan alışkanlıklara dönmek var…

Bunları da bırakalım… Biri çıkıp bana söyleyebilir mi acaba, 27 sene süren kesintisiz ve muhalefetsiz iktidarından günümüze ne kaldı?..

CHP’nin Türkiye’de bir dikili ağacı neden yok?..

Neden cumhuriyet döneminin bütün yatırımları “cumhuriyet düşmanı”, “gerici”, yobaz”, “mürteci” olarak tanımlanan başbakanlar tarafından Adnan Menderes,

Süleyman Demirel (sonradan ulusalcılaşsa da), Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapıldı? (Aha da Marmaray)…

Şu halde kim cumhuriyete daha fazla hizmet etmiş oluyor? Palavra üretenler mi, icraat yapanlar mı?

“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Kişinin görünür rütbe-i aklı eserinde” (Ziya Paşa).

Yavuz Bahadıroğlu

YANDAŞ MEDYA : CHP’nin “Şafak Ayini” : Zalimken mazlum olmak


safak-pavey-chp.jpg

CHP’nin "Şafak Ayini" : Zalimken mazlum olmak

Kolunu kaybeden gencin karate şampiyonluğu hikayesini biliyor musunuz? Kendisi de inanamayıb "Nasıl oldu?" diye hocasına sormuş. Hocası, "Sana öyle bir numara öğretdim ki rakibin bunu, ancak, olmayan kolunu tutarak savuşturabilirdi. Yani, eksiğini, avantaja dönüşdürdüm." demiş.

İyi taktik değil mi? Bugüne kadar, CHP’nin pantolonsuzluğu,daha doğrusu pantolondan feragati, başörtü isteyenlere karşı iyi bir kozdu. Olmayan pantolon, başörtü hamlesini savuşturdu hep. "Bakın biz de pantolon giyemiyoruz. Hepimiz tayyörüz."

Pantolonsuzluk başörtüsüne karşı duramayınca CHP, gayr-i insani bir numaraya sığındı. Nasıl mı?

Tren kazası ile hayatı mahvolan 19 yaşındaki bir genç kızın, güçlü bir annenin eşliğinde hayata tutunarak eksiğini fazlaya dönüştürme hikayesiydi Şafak Pavey’in hayatı. Di diyorum, zira, 31 Ekim’de bu hikaye bitdi ve kazada kaybetdiği bacağı, CHP’nin avantajı olarak siyasi malzemeye dönüşdü.

Pavey, "Ben pantolon yasağı yüzünden bu halde dolaşırken siz başınızı örtmeği nasıl vicdanınıza sığdırıyorsunuz?" der gibiydi.Hem de demiyor gibiydi. Partisinin başörtüye geçit vermemek için elde tutduğu pantolon yasağı sebebiyle kendisini mağdur ilan etdi.Üstelik her zaman pantolon giyib sadece meclisde giyemeyen ve bu yüzden protezini göstermek zorunda kalan biri de değil. Meclis dışında da etek giyiniyor. Tüzükde "tayyör" yazmasına rağmen mini etekli elbise giyerek yasağı zaten delmiş olduğunun farkında olamayacak kadar da manifesto sarhoşuydu.

Yasağın sorumlusunun CHP olduğunu unutduracak bir duygu sömürüsü yapdı. Yasak yüzünden göstermek zorunda kaldığı protez bacağını, adeta çıkarıb vekillerin kafasına vurdu.

Konuşması sık sık alkışlandı. Kimsenin aklına, "Protezini göstermek istemiyorsan uzun etek giyme hakkını neden kullanmıyorsun?" demek gelmedi. Çünkü o, bir engelli. Peşinen haklıdır.Toplum, onun eksiğine üzülür; tam olanlar, kendisini suçlu hisseder. Bir engelli, direk merhamet çağrışımı yapar. Akıl, mantık devreden çıkar.

Başörtülü bir vekilin ağzından uydurduğu sözler, doğruymuş gibi alkışlandı. Alkışda cömert bir toplumuz. Daha bir kaç gün önce, Dolmabahçe’den kadın dikizleme iftirası, Tandoğan’da alkışlanmadı mı? Seçmeniyle, seçileniyle, genel başkanıyla zulüm ve iftiradan beslenen bir parti ile karşı karşıyayız maalesef. Pavey’in iftiraları da alkış olarak karşılığını buldu.

Pavey’in Avrupa Parlamentosu’nda, Dersimle ilgili yaptığı konuşmanın metni internetde var. İbret için okuyun. Meclis’deki konuşmasında beş yaşında başını örtüb on beş yaşında evlendirdiği kızları, AP’de , "5 yaşında Kuran hatmedib, 9 yaşında ilkokuldan mezun, 12 yaşında çocuk gelin, 17 sinde beş çocuk anası olan Türkiyeli genç kadınlar" diye anlatıyor. Dersim katliamını yapan CHP’yi yarım ağız geçişdirib habire Ak Parti’ye saldırıyor. "Madem katliamın sorumlusu CHP, o partide ne işin var?" sorusunu sordurtmayacak derecede sergilediği kurnaz saldırganlığın aynısını, TBMM’ de sergiledi ne yazık ki. "Sana pantolon giydirmeyen CHP’de ne işin var?" veya "Sivas’dan, Gezi’den bahsediyorsun da Dersim’i niye anmıyorsun?" diye soran olmadı. En iyi savunmanın taarruz olduğunu bir kez daha gördük.

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür ya bazı insanlar bu nisyana isyan eden bir hafıza sahibidir. Sevilay Yükselir gibi mesela. Başbakan yardımcısı bile "aferin" çekerken "Bu ilk yalanın değil" diye iddialı bir çıkış yapdı. Oyunu bozdu. Pavey’in yalanları bir bir ortaya döküldü.

Bir tren kazasının eksilttiğini arttırmayı başaran Şafak Pavey, zulmün temsilcisi partisini mazlum göstermeye kalkarak bir hayli eksildi. Başörtülü dört vekil kürsüyü işgal edib, başı açık vekilleri meclisden kovmaya kalksa ancak böyle bir konuşma yapılır. Ancak o zaman "Birlikde yaşama efsanemiz çökdü" diye feryad edilir.

STOCKHOLM SENDROMU

Ancak, ben, bunlardan ziyade bambaşka bir şeye takıldım ve takıldığım şey, TBMM’deki gösteriyi de açıklıyor.

Bir kadın, neden, kendisini aldatan ve kaza geçirince terk eden eski eşin soyadını taşır? Pavey, bir röportajda buna şöyle cevab veriyor.

“Yetişkin olarak sahibi olduğum her belgeyi yeniden düzenletmem gerekecekdi. Protez kullanmak hastane müdavimi olmakla eşanlamlı. Bu uğraşıyı göze alamadım…”

Size inandırıcı geldi mi? Bana gelmedi. Kaza sonrası ihtiyaçdan diyelim. Hala niye?

Kaza sonrası kendisini terk eden eşinden hiç nefret etmemiş. Stockholm sendromu böyledir. Kendi insanından nefret edersin ama İngiliz’den etmezsin. Hatta, "Niye İngiliz doğmadım?" diye kendinden nefret edersin; gene de ondan etmezsin.

Hadi, "Gönül bu ota da konar b….a da" diyelim. "17 yaşında bir genç kız böyle hata yapabilir." diyelim. Ama, yolu yarılamış ve özgürlükçü bir kadın nasıl olur da yasak, darbe ve katliam ile anılan bir partide vekil olur?

O sendroma yakalanmaya gör. Sana ihanet eden adamdan nasıl nefret etmiyorsan millete ihanet eden partiden de etmezsin. Hele, her ikisi de seni, nefret etdiğin Doğu’dan, aşık olduğun Batı’ya taşıyorsa.

REHA MUHTAR’IN DERDİ NE?

Dışarıda ve içeride sürekli, çocuk gelinler vurgusunu yapan Pavey’in 17 yaşında evlendiği herkesin malumu. Pavey, kaza geçirdiğinde sene 1996 idi ve 19 yaşını henüz bitirmemişdi. Gerçek bu kadar bariz iken Reha Muhtar, Vatan’daki köşesinde, Ayşe Önal’ın kızını 22 yaşında kendisine teslim etdiği yalanını yazdı. Böylece Pavey’in evlilik yaşı da 17’den 22’ye çıkmış oldu.

Üstelik bu yalanın yer aldığı yazı, Sevilay Yükselir’e yalan hakkında nasihat verdiği yazıydı.

Kerime Yıldız

CUMHURİYET HALK PARTİSİ : ‘CHP’de başörtülü aday niye olmasın ?’


Kılıçdaroğlu, "Gelip adaylık başvurusu yapsınlar, CHP yönetiminde de başörtülü kadınlar var" dedi.

HAYKO BAĞDAT / Taraf – CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP Genel Merkezi’ndeki odasında görüştük. Seçimler yaklaşırken Ergenekon davalarından Dink cinayetine, Türkiye’nin Suriye politikasından Mustafa Sarıgül’e, 1915 olaylarından Türk üst kimliğine kadar merak edilen pek çok konuda, oldukça sıcak bir sohbet gerçekleştirdik. Ben soruları çok net sordum, o da çok net cevapladı. İşte gündemi hareketlendirecek olan samimi cevapları…

Kişisel olarak Başbakan’a karşı ne hissediyorsunuz?

Egosunu kontrol edemeyen, her söylediğinin yüzde 100 doğru olduğuna inanan, farklı bir kişilik olarak görüyorum. Demokrasinin ne olduğunu yeterince kavrayamamış, kendi sözlerine itirazı asla kabul etmeyen, iç dünyasında kendisiyle barışık olmayan bir insan. Benim gördüğüm Recep Tayyip Erdoğan bu.

1915’te bir Ermeni halkı vardı bu topraklarda ama bugün yok. Ermeni halkının başına geleni tarif etmek için nasıl bir tanımlamanız olur?

1915 olaylarını, Osmanlı tarihinin dramatik olaylarından birisi olarak görüyoruz. Zaten görmemek mümkün değil. Ama bu konuda yeteri kadar kaynağın, arşivlerin gün yüzüne çıktığına inanmıyoruz. Sadece Osmanlı kayıtları değil, Rusya’daki, Ermenistan’daki arşivlerin, kayıtların da açıklanması gerekiyor.

Yani dramatik diyorsunuz?

Elbette yani baktığınız zaman, o günün koşullarında insanların bir bölgeden diğer bir bölgeye gönderilmeleri, binlerce kişinin yaşamını yitirmesi, kadın erkek, çoluk çocuk vs… Baktığınız zaman oldukça dramatik bir tablo tabii.

2015 gelirken, parti olarak ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Doğrusunu isterseniz Dışişleri Bakanlığı’nın bazı hazırlıklarının olduğu bize söylendi. Bizim parti olarak görüşümüz, bu olayı tarihçilerin objektif olarak ele alıp, kamuoyunu, toplumu bilgilendirmeleri yönünde. Bu bağlamda arşivler açılırsa olayı bütün ayrıntılarıyla öğrenme imkânı olacak. Biz de öğrenmiş olacağız, toplum da öğrenmiş olacak, tarihçiler de öğrenmiş olacak.

Kişisel olarak kırgın olduğum bir konuda sorum olacak. Deniz Baykal’ın genel başkanlığı döneminde, Ak Parti’nin azınlık mallarının iadesi konusunda aldığı karar üzerine, Anayasa Mahkemesi’ne giden bir dilekçe var. Altında sizin Grup Başkan Vekili olarak imzanızın olduğu bu metinde, ASALA’dan, Ermenistan’ın toprak taleplerinden bahsediliyor. Azınlık vakıf mülkleri konusunda hâlâ aynı fikirde misiniz?

Sadece bu ülkede yaşayan insanları değil, nerede yaşıyor olursa olsun insanları üzmek, kırmak doğru değil. Eğer biz, hem demokrasi hem özgürlükleri savunacaksak, insanları düşüncelerinden ötürü ağır ifadelerle eleştirmemeliyiz. Azınlıklar, tabii bizim ülkemizin bir gerçeği. Lozan’da hakların güvence altına alındığını da biliyoruz. Onları ötekileştirmek değil, bu ülkenin uygar yurttaşları olarak, toplumun ya da yaşamın her kesiminde rol almalarını istememiz gerekiyor. Çok büyük hizmetleri var azınlıkların ülkeye. Onu da çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla ayrıştırmak doğru değil. Kendi köklerinin, tarihte yaşadıklarına inandıkları haksızlıklar konusundaki tepkilerine de saygı duymamız gerekir.

Siz başbakan olsaydınız, Ruhban Okulu’nu açar mıydınız?

Evet, açılabilir Ruhban Okulu.

Ben Rum bir anne, Ermeni bir babadan geliyorum. Sizce Anayasa’da tarif edildiği şekliyle "Türk üst kimliği" beni kapsayabiliyor mu?

Anayasa’daki tanıma baktığımız zaman orada bir etnik kimlik tanımı yapılmıyor. Kendimizi Türk olarak tanımlıyoruz, etnik kimliklerimiz çok farklı olabilir.

Türk kavramı aynı zamanda bir etnik kimliğin de adı olunca bir çelişki olmuyor mu?

O tür duyarlılık sahiplerine de saygı duyarız. Ama önemli olan şu: Türk denmesi, diğer kimlikleri inkâr anlamına gelmemektedir.

Mesela Türkiyeli kavramı size uzak mı?

Zaman zaman söyleniyor. "Biz zaten Türkiyeliyiz" diyenler de var. "Niye sen Türkiyeli dedin" diye onları da suçlamıyoruz. Türk kimliğini, katı bir etnik kimlik olarak dile getirmek de doğru değil. Anayasa’da, "ırk, dil, cins ayrımı yapılmaksızın" diye gayet güzel bir tanım da var. Bu ayrımı zaten yapmıyoruz. Bizim kendi parti programımızda da bu var. Bu ülkede yaşayan herkesin bir bayrağı var değil mi? Adına Türk bayrağı diyoruz. Bir ülke var, adına Türkiye diyoruz. Burada yaşayan yurttaşlar var, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları diyoruz. İnsanların etnik kimlikleri farklı olabilir ama bu etnik kimlikler onların. Amerikalı’ya ne diyoruz? Amerikalı. Alman’a Alman diyoruz. Türkiye’de yaşayana da Türk diyoruz ama bunu, diğer etnik kimlikleri de yok sayan bir tanım olarak görmemek lazım.

Anadilde eğimin sıkıntılara yol açabileceğini belirttiniz. Bu ülkede Ermenilerin, Rumların anadilde eğitim hakkı var. Kürtlerin Ermenilerden farkı ne? Ermenilerin mi hakkı fazla, Kürtlerin mi hakkı az?

Bu hak azınlıklara verilirken, onların okulları vardı, öğretmenleri vardı, eğitim kurumları vardı. Böyle bakmak gerekiyor. Onun dışında, azınlıklar dışındaki Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tek eğitim sistemi vardı. Dinî eğitimi de katarsak, birden fazla seçenek vardı. Tevhid-i Tedrisat ile bunlar birleşti. Şimdi anadili öğrenmek konusunda bir sorun yok. Temel nokta, bu işin pedagogların alanına giriyor olması. Pedagogların bu konuda siyasetçiler için iyi raporlar hazırlamaları gerekiyor.

Bilimsel tavsiye olumlu olduğunda, anadilde eğitime sıcak mı bakacaksınız?

Biz de isteriz bu ülkede herkesin barış içinde, huzur içinde, daha özgürlüğü genişlemiş alanda yaşamasını. Kategorik olarak neden karşı çıkalım? Ama belli konular var ki; oturup uzun uzun tartışılması ve düşünülmesi lazım. Bir talep geliyor, o talebe karşı hemen "olur" veya "olmaz" diyoruz. Olaylara, bir zaman dilimi içinde bilgimizi, birikimimizi geliştirerek bakmamız gerekiyor ve dünya uygulamalarına bakmak gerekiyor.

Bugün Başbakan olsaydınız, çatışmalarınızın sona ermesi için Öcalan’la görüşür müydünüz?

Ben mi? Hayır. Bizim önerdiğimiz Âkil İnsanlar Komisyonu bu tip görüşmeleri yapmak için öngörülmüştür.

Peki bu süreçte Kürtlerin dile getirdiği talepleri haklı buluyor musunuz?

Şimdi onların bazı talepleri var. Taleplerinin karşılanmasını istiyorlar. Talepleri resmî olarak ilettikleri makam iktidar. İktidarın bu talepleri ne ölçüde karşılayıp karşılamadığını bilmiyoruz. Ama bir görüşme yapılıyor aralarında, o görüşmenin ne olduğunu da bilmiyoruz. Dolayısıyla bilinmeyen bir konuda yorum yapmak gibi bir lüksümüzün olduğuna inanmıyorum.

Sol siyasette artık HDP de var. HDP’nin kuruluşunu nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP’nin alternatifi olma ihtimalini ön görüyor musunuz?

Hayır. HDP’nin, CHP’nin alternatifi olma imkânı yok.

Ergenekon, Balyoz gibi davalarda hukuki aksamalar olduğunu ifade ediyorsunuz. Fethullah Gülen cemaatinin bunda sorumluluk sahibi olduğunu düşünüyor musunuz?

Yargıçların belli bir merkezden talimat aldığı ve o talimat çerçevesinde yola çıktıkları söyleniyor. Ben bu talimatın siyasal iktidar tarafından verildiğini düşünüyorum. Yani bunu cemaate değil doğrudan doğruya iktidarın yargı üzerindeki baskısına bağlıyorum. Yoksa iktidar bütün bu haksızlıkları görüyor mu? Görüyor. İktidarın varlık nedeni nedir? Haksızlıkları çözmektir. Hukukun üstünlüğünü sağlamaktır. Eğer iktidar bunu bilinçli olarak yapmıyorsa, siz bunu kalkıp da başka bir grubun üstüne atamazsınız. Buna hakkınız yoktur. Ya da çıkar söylersiniz, "Ben bunu yapamıyorum çünkü cemaat engelliyor" diye. Bunu söylemiyorlar. Kapalı kapılar ardından böyle bir ifade dolaşıyor. Ama biz siyasetçiyiz bizim muhatabımız siyasal iktidardır. Siyasal iktidar bu kadar hukuksuzluğun olduğu yerde sesini çıkaramıyorsa, bir başbakan "Ben bu davaların savcısıyım" diye üstleniyorsa, kalkıp kimi suçlayacaksınız.

Başörtülü vekiller Meclis’e girdi, siz de çok mutlu olduğunuzu söylediniz. CHP’de bir başörtülü vekil ya da belediye başkan adaylığı yolu açık mı?

Neden olmasın!

Önümüzdeki dönem CHP’de başörtülü bir vekil görebilir miyiz?

Öncelikle gelip bize başvuracaklar, biz aday olmak istiyoruz diye. Şu anda fiilen parti yönetim kadrolarında başörtülü çok sayıda kadın var. Hiçbir zaman onlara niye geliyorsunuz demedik. Onu istismar da etmedik.

Gezi olaylarında ne kadar etkindiniz? Başbakan’ın tabiri ile organizatörü siz miydiniz?

Bu işin organizatörü biziz ve çok etkiniz dersek, Gezi eylemcilerine haksızlık yapmış oluruz. Bu, onların demokrasi, özgürlük talepleriydi ve onlar bütün dünyaya seslerini duyurdular. Biz, parti olarak sadece onlara destek verdik.

Sarıgül, "CHP’ye genel başkan olacağım" diyorsa…

CHP Genel Başkanı olmayı, Başbakan olmak istediğini her fırsatta dile getiren Mustafa Sarıgül, CHP’ye katıldı. CHP’ye kendi rakibinizi davet etmiş oldunuz?

Daha güçlü, özgüveni yüksek bir CHP bekliyorum. Ayrışmayı değil, beraber olmayı, ortak mücadele etmeyi bekliyorum. Herkesin gönlünde bir aslan yatar. Sonuçta Sayın Sarıgül, "Ben CHP’nin Genel Başkanı olacağım" diyorsa, bunun yolları vardır, kuralları vardır, kurultayı vardır. Gelir, kurultaya girer, seçilirse seçilir. Ben geçmişte Genel Başkan olmak için parti tüzüğünde konulan büyük duvarları yıktım.

Yerel seçimlerde başta Ankara olmak üzere MHP ile işbirliğine açık mısınız?

İşbirliği şansı yok. Çünkü her siyasal partinin hedefleri vardır, ilkeleri vardır, kuralları vardır. Tepede böyle bir şeyin olacağını pek tahmin etmiyorum.

Yerel seçimlerde CHP’nin başarı çıtası nedir?

Bizim amacımız yerelde sosyal demokrasiyi iktidar yapmaktır. Kentleri sosyal kılmaktır. Sanatı kente getirmek, kenti sanatla daha fazla buluşturmaktır. Bugün İstanbul’a bakın. İstanbullu nefes almak için CHP’li belediyelerin olduğu yerlere gider. İstanbullu neden nefes almak için oraya gidiyor? Çünkü oralarda sosyal demokrat yapılanmalar var. Ama AKP’li belediyelerin olduğu yerlere bakın, daha karamsar bir hava vardır. Kadın eve kapatılmıştır. Daha despotik bir yapı vardır. Sosyalleşme çok azdır. Yeşil alanlar talan edilmiştir. Parklara bile büyük binalar, gökdelenler yapılmıştır.

Türkiye, Suriye’deki radikal unsurlara silah ve para veriyor

Suriye meselesine gelirsek, Esad’a bakışınız nedir?

Benim bakışım şu; hiçbir lider kendi ülkesinde halkına baskı yapamaz. Her liderin bir görevi vardır, olmak zorundadır. Bu görev kendi ülkesinde demokrasiyi geliştirmek, kökleştirmek, derinleştirmek ve özgürlük alanlarını genişletmektir. Kadın-erkek eşitliğini sağlamaktır. Din-devlet işlerini birbirinden ayırmaktır. Liderlerin varlık nedeninin bu olması gerekir. Esad bunları yapıyorsa iyi bir liderdir, yapmıyorsa iyi bir lider değildir. Türkiye’nin Suriye politikasının yanlış olduğuna inanıyorum.

Niye?

Suriye’nin iç işlerine müdahale doğru değildir. Türkiye, radikal İslami gruplara, El-Kaide, El-Nusra gibi örgütlere destek vererek, eğitip, eline silah verip, cebine para koyup Suriye’ye gönderip, "Git orada kardeşini öldür" diyen bir ülke olmamalıdır. İtirazımız bu noktadadır. Eğer Türkiye bu konuda daha sağlıklı, daha tutarlı bir politika izleyebilseydi, Suriye’deki iç savaş çoktan sonlandırılabilirdi. Bugün radikal unsurların Suriye’de etkin konumda olmalarının tek nedeni Türkiye’nin onlara verdiği destektir. Bu, Türkiye’nin uluslararası arenada da meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabilir.

"AKP, Dink cinayetinin suç ortağı"

Hrant Dink cinayetinin örtbas edildiğini düşünüyor musunuz? Bu cinayetin üzerine yeterince gidildi mi?

İktidar bu cinayetin üzerine yeterince gitmiyor. Sorumluların tamamı terfi ettirildi. Bazıları milletvekili oldu, bakan oldu. Bu gerçekten de 21’inci yüzyıl Türkiye’sine yakışmadı. Bir insanı sokak ortasında öldürüyorsunuz, ta Trabzon’dan başlayan bir süreç bu. Bütün olay biliniyor, Hrant Dink’in öldürüleceği biliniyor. Önlem alması gereken hükümet, gerekli önlemi almıyor. Cinayet gerçekleşiyor. Bu andan sonra olay, derin dehlizlerde birkaç kişinin sırtına yüklenerek kapatılmak isteniyor. Bunu kabul etmiyoruz. Hrant Dink bizim insanımızdı. Bu toprakların insanıydı. Anadolu insanıydı. Bir gazeteciydi. Bir düşünce adamıydı. Demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunan iktidarın, failleri ortaya çıkartması gerekir. Çıkartmıyorsanız, siz o suçun ortağısınız. AKP bu suçun ortağıdır.

Bir başbakan, kadınların kıyafetiyle uğraşamaz

Geçtiğimiz günlerde "Başbakan kadınları dikizliyor" diye bir ifade kullandınız ve Sayın Bülent Arınç, Sayın Hüseyin Çelik size oldukça sert cevaplar verdi…

Ben sadece kahvede oturan vatandaşın günlük diliyle bu olayı gündeme getirdim. Bunun adı dikizlemektir. Bundan rahatsızlık duymuş olabilir. Asıl rahatsızlık duyulması gereken nokta şu; Dolmabahçe’de bir Başbakan’ın Kadıköy’den gelen vapurlara bakması, oradaki insanların kılık kıyafetlerini sorgulaması. Bir ülkenin başbakanının, kadınların giysileriyle uğraşması. İçine sindirememesine rağmen, "saygı duyuyorum" demesi. Olmaz! Olmaz! Bir başbakan bunu yapamaz. 21. yüzyıl Türkiye’sinde bir başbakan bunu yapamaz. Tarihin hiçbir döneminde de olmamıştır. Bizim Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde, hiçbir başbakan Kadıköy’den gelen vapurları izleyip, kadınların kılık kıyafetiyle ilgili görüşünü açıklamamıştır.

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!