Etiket arşivi: Ergenekon davası

ERGENEKON DAVASI : Perinçek’in atılmasını Erdoğan mı istedi ??


Ergenekon davası sanığı İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Mehmet Perinçek’in üniversiteyle ilişkisinin kesilmesi TBMM’de Erdoğan’a soruldu. CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz, “Mehmet Perinçek’in 2007 yılında Ermeni meselesi ile ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı’nın görevlendirmesiyle 1,5 yıl Rusya’da bulunduğu dönem tez süresine eklenmemiş ve süresinde başvurmasına rağmen Üniversitenin kusurlu tavrı ile tez izleme komitesi toplanmamış, ardından tezini süresi içinde bitirmediği iddia edilerek üniversitedeki görevine son verilmiştir.” İfadelerini kullandıktan sonra Erdoğan’a şunları sordu:

1. Üniversite yönetiminin kusuru nedeniyle hazır olan tezinisunamayan ve bu yüzden ilişiği kesilen Mehmet Perinçek’in uğramış olduğu bu haksızlığın giderilmesi için bir girişimde bulunmayı düşünüyor musunuz?

2. Dışişleri Bakanlığı’nın görevlendirmesiyle Ermeni Meselesi ile ilgili çalışmak üzere 1,5 sene Rusya’ya giden Mehmet Perinçek, bu konuda yaptığı çalışmalarla tarihsel gerçeklerin açığa çıkmasını sağlamıştır. Ancak Mehmet Perinçek kamuoyunda Ergenekon olarak bilinen davada “ Ermeni meselesi hakkındaki çalışmaları ile milli hassasiyetleri kullanarak Ergenekon Terör Örgütü’nün propagandasını yaptı” iddiasıyla yargılanmıştır. Bakanlık tarafından görevlendirilen Mehmet Perinçek’in bu çalışmaları nedeniyle Ergenekon davasında 2 yıl tutuklu kalmasının yanında , İstanbul Üniversitesi’nin bu görev süresini tez süresine eklememesi ve ilişiğini kesmesi, kamuoyunda “Ermeni lobisini rahatsız eden akademik araştırmaları nedeniyle cezalandırıldığı” söylemlerini doğurmuştur. Bu iddialar doğru mudur?

3. Son yıllarda hükümetinizin yanlı ve siyasi müdahaleleri nedeniyle üniversitelerde bilimsel eğitim zarar görmüş, bilim üretilemez hale gelmiştir. “Akademisyen” seçiminde kıstas bilimsel çalışmalar değil, yandaşlık haline dönüştürülmüştür. Onlarca kitabı, bilimsel makaleleri olan Mehmet Perinçek’in üniversite ile ilişiğinin kesilmesinin gerçek nedeni lobilerin baskısı ve farklı siyasi görüşleri savunması mıdır?

4. Ermeni lobisinin iddialarını belgelerle çürüten ve ülkemizin ulusal çıkarlarının korunması için ciddi bilimsel araştırmalar yapan akademisyen Mehmet Perinçek’ in çalışmalarının desteklenmesi için bir girişimde bulunmayı düşünüyor musunuz?

Odatv.com

ERGENEKON DAVASI : Aydınlık’ta sert Tuncay Özkan eleştirisi


Tutuklu gazeteci Tuncay Özkan cezaevinde kaleme aldığı 7’nci kitabı “Ötekiler” tartışma yaratmaya devam ediyor. Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan “Ötekiler” adlı roman, eski PKK’lı bugünün Ergenekon davası sanığı Hüseyin Yanç’ın gerçek yaşam öyküsünden kurgulandı.

Ergenekon davasının bir diğer tutuklusu, İşçi Partisi yöneticilerinden, Aydınlık gazetesi yazarı Mehmet Bedri Gültekin, “Ötekiler” kitabını köşesine taşıdı. Gültekin Tuncay Özkan’ın kitabının kendisini “hayal kırıklığına uğrattığını” belirterek, kitabın “PKK gerçeğini anlatmadığını, PKK gerçeğinin üzerini örttüğünü” ileri sürdü.

İşte Mehmet Bedri Gültekin’in tartışma yaratacak o yazısı:

“Tuncay Özkan’ın eski bir PKK itirafçısı olan Rızgar’ın (Hüseyin Yanç) ağzından hayatını anlattırdığı romanı “Ötekiler”, basında yer alan büyük bir tanıtım kampanyası eşliğinde yayımlandı.

PKK’nın içinden yapılan bir anlatımla, Türkiye’nin yakın tarihine ve hala yaşamakta olduğumuz sorunun çözümüne katkı sunacak bir kitap olduğu ümidiyle okudum. Hayal kırıklığına uğradım.

Yargılama döneminde Hüseyin Yanç, PKK ile ilgili olarak bizimle de sohbet etti. Yanç’ın bize anlattığı PKK ile, “Ötekiler”deki PKK arasında hiçbir benzerlik yok…

Kitap bir PKK güzellemesi… Toplam olarak bakıldığında verilen mesaj, PKK’nın halka uygulanan baskı ve zulme başkaldıran devrimcilerden oluştuğu, APO’nun çok akıllı, sade yaşayan ve barış isteyen bir kişi olduğu, PKK’lı komutanların da aynı şekilde çok iyi savaşçılar olduğudur.

Yaşanan kimi olumsuzluklar, öldürmeler ise vb ise “zorunluluktan” olmuştur.

Abdullah Öcalan ile Murat karayılan hakkında anlatılanlar söylediklerimizi kanıtlayan örneklerdir.

Öcalan hakkında yazılanlara bakalım:

“Öcalan sade yaşıyor,akıllı, bilgili ve barış istiyor”

“Çok sade ve mütevazı biriydi. Konuşmasını yaparken kelimeleri özenle seçiyordu. Tane tane konuşuyordu. Birlikte yemek yedik. Hepimizle beraber yedi. Ona özel bir muamele olmadı.

“Öcalan… Suriye devletinden de gizleniyordu…. Bence çok akıllı ve bilgili biriydi. Her sonucu kendi lehine çevirebiliyordu. Gazetelerde hep lüks içinde yaşadığı iddia edilirdi. Oysa böyle bir şey yoktu. Lüksü sevmezdi. ‘Gerilla dağda zulüm içindeyken bunların yazdığı gibi yaşayabilir miyiz’ derdi. Kendi yatağını kendi düzenlerdi… Sabah erken kalkar, yeşil sabunla elini yüzünü yıkardı. Kokulu sabun asla kullanmazdı. Bizlerle kahvaltı ederdi. Biz uyanana kadar beklerdi….

‘Ben zora, kötü muameleye, işkenceye dayanamam’ diyordu. Barış istediğini anlıyordum.”

Hüseyin Yanç’ın ağzından bu şekilde son derece olumlu özelliklerle anlatılan Öcalan hakkında yaratılmak istenen kanaat, Ergenekon Mahkemesinde dinlenen “Gizli Tanık Deniz” konusu ele alınırken tekrar sözkonusu ediliyor ve pekiştiriliyor:

“Duruşma salonunda bir gün Deniz adlı bir gizli tanığın dinleneceği söylendi. ‘PKK ile Ergenekon örgütü arasındaki ilişkiyi anlatacak’ dediler. Çok ilgimi çekti… Sanıklar ‘Abdullah Öcalan’ dediler. İtiraz ettim. ‘Yok, o öyle biri değil.’”

MURAT KARAYILAN: ZEKİ VE BAŞARILI KOMUTAN

1994 yılında Suriye dönüşü Rızgar, bir müddet Şırnak Besta mevkiinde kalır. Bu bölgede PKK sorumlusu Murat Karayılandır. Öcalan için yapılan değerlendirmelerin bir benzeri de Karayılan için yapılıyor:

“Karayılan dağda çok sakin ve mülayim bir insandı. Çok sade ve anlaşılır konuşurdu. İdaresi ve ilişkilerinde çok zeki, akıllı biriydi. Karargâhta bir köşeye çekilir, etrafı izlerdi. Düşünürdü. Yalnız otururdu. Günün hemen büyük bölümünde korumaları ile birlikte gezerdi…. Asker onun peşindeydi. Onu yakalayamadılar. Çok kanlı çarpışmalar oldu. Karayılan bütün birlikleri yönetti. Vur-kaçlarla askere saldırdı. Uçaklar bomba yağdırdı. Sonra kara birlikleri geldi. Karayılan alanları terk ettirmedi. Bir hafta çarpışmalar kesintisiz devam etti. Asker mayınlı tuzaklar kurarak geri çekildi. Karayılan karargâhı topladı, herkese çok iyi çarpıştıkları için teşekkür etti. ‘Besta bizim kurtarılmış bölgemizdir’ dedi. Haklıydı.”

PKK’ya ait bir yayın organında bile, örgüt ve Karayılan ile ilgili olarak ancak bu kadar övgü dolu satırlar yer alabilir!

PKK DEĞİL BAZI “KÖTÜ ADAMLAR” SUÇ İŞLEDİ!

“Ötekiler”de, PKK içinde işlenen suçlar, -işkence, iç infaz vb- bir takım kötü adamlara yüklenerek örgüt aklanıyor. Rızgar’ın (H. Yanç) şahsen tanıdığı Parmaksız Zeki (Şemdin Sakık) bütün kötülüklerin anası olarak anlatılıyor. Şemdin ile altındaki PKK yetkilileri arasındaki çelişmelere yapılan vurgu, aslında, ‘yapılan kötülüklerin PKK ile ilgisi yok” mesajını veriyor.

Nurhak’da dokuz arkadaşını işkence ederek öldüren Terzi Cemal bir başka “kötü adam”. Ama o “kötü adam” da Bekaa’da PKK tarafından yargılanıyor ve işlediği kötülüklerin cezasını çekiyor!

Bir de işkenceci “Nayloncu Azime” var. Ama onun işkenceciliği de kişisel!

PKK’NIN BÜTÜN SUÇLARI KANITLI

Oysa kanıtlarıyla biliyoruz ki PKK’nın tarihi, halka ve diğer sol örgütlere karşı işlenen cinayetlerin yanısıra aynı zamanda iç infazların tarihidir. 1980 öncesinden başlayan uygulamalar, son zamanlara kadar devam etmiştir.

Selim Çürükkaya “Apo’nun Ayetleri” kitabında, 1991 yılında Bekaa’da iç infazlarla öldürülen PKK’lı sayısının, aynı yıl çatışmalarda öldürülen PKK’lıdan daha fazla olduğunu yazar.

Çok sayıda tanık, PKK’nın içinde işkence ve infazın son derece olağan olduğunu belirtir.

PKK’nın diliyle söylersek, “uygulama”ya alınmayan ve yapılan sorgulamanın sonucunda aslında kendisinin “objektif ajan” olduğunu kabul etmeyen PKK yöneticisi yok gibidir.

“Ötekiler” kitabı, Abdullah Öcalan’ın Suriye’de olduğu yıllarda aslında bu devletin denetimi dışında olduğu mesajını veriyor. Oysa PKK’nın tarihi kuruluşundan beri bir kuvvete dayanmanın tarihidir. 1974-1980 MİT, 1980-1991 Suriye Devleti, 1991-1998 ABD-Suriye, 1999-2003 ABD-Türkiye, 2003-2013 ABD-MİT.

Suriye devletinden bile gizli hareket eden Apo imajı ile bu gerçek örtülmeye çalışılıyor.

“Ötekiler” kitabı, PKK gerçeğini anlatmıyor, PKK gerçeğinin üzerini örtüyor.”

Odatv.com

ERGENEKON DAVASI : EMEKLİ TUĞGENERAL VELİ KÜÇÜK’ÜN CEZAEVİ YAŞAMI NASIL ??


Veli Paşamız 5 yılı aşkındır cezaevinde kalıyor ve o yaşına rağmen aslanlar gibi mücadelesine devam ediyor.

Komutanımıza ve diğer vatanseverlere 2 satır selam göndermek isterseniz ek’te Balyoz ve Ergenekon sanıklarının koğuş adreslerinin listesi var.

Eğer 2 satırda olsa yazarsanız eminiz çok mutlu olurlar.

***

Cezaevinde nasıl vakit geçiriyor

Ergenekon davasında iki kez ağırlaştırılmış hapse çarptırılan Emekli Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük’ün cezaevi yaşantısını Vatan’dan Çağdaş Ulus haberleştirdi.

Ergenekon davasında iki kez ağırlaştırılmış hapse çarptırılan Emekli Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük’ün cezaevinde çektirdiği fotoğraflara yer verilen haberde, Silivri Cezaevi’nde koğuş arkadaşı Avukat Kemal Kerinçsiz’le birlikte kalan Küçük’ün, zamanını kitap okuyarak ve ud çalarak geçirdiği belirtildi.

Kaldığı koğuşun duvarına M. Kemal Atatürk’ün fotoğrafını da asan Veli Küçük’ün, avukat Kemal Kerinçsiz ile birlikte kullandığı koğuşun ortak alanının bir kütüphaneye dönüştürüldüğü görülüyor.

Koğuşunda bulunan kitaplıkta kızı Zeynep Küçük ile torununun fotoğrafı baş köşede dururken, koğuşunda bulunan raflarda duran ilaçlar da hemen göze çarpıuor.

İşte Veli Küçük’ün koğuşundan o kareler:

Odatv.com

TUTUKLU KOMUTANLARIN CEZAEV ADRESLER.XLS

ERGENEKON DAVASI /// MURAT ÇELİK : Balbay’ın iç barış formülü : Af


E-Posta: murat.celik

Murat Çelik

“Yaşanan, sürdürülebilir bir durum değil. Bu ülkenin iç barışa ihtiyacı var ve iç barışın yolu bir ‘af’. Ama ayırmadan… İnsanların hükümeti de affedeceği bir yöntem bulunmalı.”

Sözlerin sahibi Ergenekon hükümlüsü CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay.

***

Sincan L Tipi Cezaevi’ndeydik dün sabah.

Sosyalist Enternasyonal’in Genel Sekreteri Luis Ayala, Balbay’ı ziyaret etti Ankara’da. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’ın eşlik ettiği ziyareti izleyen 4 gazeteciydik Sincan’da.

***

Retina taramalı giriş kapılarından geçip, L-2 açık görüş salonuna ulaştık Ayala’nın peşinden. Biraz sonra kapı açıldı ve bir elinde plastik bir sürahi dolusu sıcak limonlu çay, diğer elinde de büyük bir naylon torba ile Mustafa Balbay göründü kapıda. Saç ve sakalı tıraşlı, beyaz gömlek, kravat ve takım elbise içinde gayet enerjik bir hâlde geldi. Hepimize tek tek sarıldı.

Milliyet Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan’ın “İyi gördüm seni” cümlesine, “Görünüşe aldanmamak lazım” diye cevap verdi gülerek. “Ama iyiyim” diye ekledi sonra.

Torbadan çıkardığı kuru pasta, gofret, peçete, su ve plastik bardakları masaya yerleştirip, kendi eliyle ikram etti hepimize.

***

Açık görüş süresi 1 saat. Bizim takip ettiğimiz görüşme izin verilen süreyi birkaç dakika aştı. Balbay, Şilili konuğu Ayala ile İngilizce sohbet etti. İngilizcesini geliştirmiş içeride geçen 5 senede.

CHP Milletvekili, yabancı konuğuna, Türkiye’de özelde Ergenekon dava sürecinde yaşadıklarından hareketle yargının işleyişinden, genelde de hükümetin icraatlarından yakındı.

Eleştirilerini örneklerle detaylandırdı.

Hem gazeteci hem de seçilmiş bir parlamenter olarak cezaevinde bulunmasının kabul edilemez olduğunu, sadece kendisinin değil, Türkiye’de birçok kişinin farklı davalarda adil olmayan yargılamalar sonunda hüküm giydiğini vurguladı.

Toplam 500 duruşmada 3 bin saat mahkeme salonunda bulunduğunu söyleyip, “Sanırım Guinness Rekorlar Kitabı’na girebilirim” dedi.

“Benim cezam matruşka gibi” dedi verilen toplam 34 yıl 8 aylık cezayı anlatırken.

Luis Ayala da zaman zaman şaşkınlıkla dinlediği Balbay’a, Sosyalist Enternasyonal’in kendisine verdiği desteğin devam edeceğini, Türkiye’deki tartışmalı konuların takip etmeyi sürdüreceklerini söyledi.

***

Balbay, 3 kişilik koğuşta tek başına yaşıyor. “Aynı suç grubundan kimse olmadığı için bu durumdayım” dedi yalnızlığının sebebini sorduğumda.

Günde 19 gazete alıyormuş. “Hükümete yakın olan 5 gazeteyi sabah okuyorum çünkü öğleden sonra sinirlerim kaldırmıyor” dedi gülerek.

Koğuşundaki televizyonda 22 kanalı izleyebiliyormuş.

Cezaevindeki 9’uncu kitabını yazmaya başlamış. Bu arada son kitabı, Rutkay Aziz’in oynayacağı bir tiyatro oyunu olarak iki ay sonra sahne alacakmış.

***

Anlattı…

– Her sabah, “Belki bugün çıkarım belki daha yıllarca kalırım” diye başlıyorum güne. Bunun sürdürülemez bir durum olduğunu biliyorum.

– Artık çalışmalarımı gecelere kaydırdım çünkü Ankara’ya geldikten sonra ziyaretçi sayım arttı. Hatta 8 ayrı ziyaretçi ile toplam 8 saat görüş yaptığım gün bile oldu.

– Umutsuz değilim. Özellikle Gezi direnişinden sonra gelecekten daha da umutluyum. Ben o gençler adına içerideyim diye hissediyorum artık.

– Atatürk ölümsüz bir lider. 10 Kasım’da Anıtkabir’e gidiş de çok önemli bir gösterge. Ve bunu Gezi’nin bir parçası, devamı olarak görüyorum.

– Meclis’in artık tutuklu milletvekilleri konusunu tatsız bir pazarlık ortamında tutmaya son vermesini diliyorum. Bu sadece CHP ve BDP’nin değil, ülkenin, demokrasinin, hukukun sorunu. Bu keyfilik, hukuksuzluk bence AKP’yi de vuracak. Bu dönemin sürdürülemez olduğunu AKP de gördü. Karşıtlık üretmenin, sonunda AKP’nin içinde de karşıtlık yaratacağı artık görülüyor.

– Yerel seçim öncesi atılacak bir adım, ülkede iç barışın ilk adımı olabilir. Bazen kendime kızıyorum, “Hiç mi intikam duygun yok” diye. Gerçekten yok. Ama buradan bazı şeyler daha rahat anlaşılıyor. Kuyudan ışık daha net hissedilir.

– Artık AKP’nin de hayrınadır iç barış. Ve iç barışın yolu, evet bir ‘af’tır. Ama ayırmadan… İnsanların hükümeti de affedebileceği bir yöntem bulunmalı.

***

Vedalaştık Balbay ile…

El salladı ardımızdan.

Herkese selam söyledi

ERGENEKON DAVASI : Cezaevindeki Veli Küçük !


Cezaevinde çektirdiği fotoğraflara VATAN ulaştı

Ergenekon davasında iki kez ağırlaştırılmış hapse çarptırılan Emekli Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük, cezaevinde ud çalıp, dini kitaplar okuyarak zaman geçiriyor.

Ergenekon davasında iki kez ağırlaştırılmış hapse çarptırılan Emekli Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük’ün cezaevinde çektirdiği fotoğraflara VATAN ulaştı. Silivri Cezaevi’nde koğuş arkadaşı Avukat Kemal Kerinçsiz’le birlikte kalan Küçük, zamanını kitap okuyarak ve ud çalarak geçiriyor.

Kaldığı koğuşun duvarına M. Kemal Atatürk’ün fotoğrafını da asan Veli Küçük’ün, avukat Kemal Kerinçsiz ile birlikte kullandığı koğuşun ortak alanı adeta kütüphaneyi andırıyor. Koğuşunda bulunan kitaplıkta kızı Zeynep Küçük ile torununun fotoğrafı baş köşede dururken Küçük’ün okuduğu kitaplar arasında; Zekeriya Beyaz’ın kitapları ile"Dualar’, ‘İslam", ‘Kürtleşen Türkler’ ile ‘Yahudi Türkler’ gibi kitapların bulunması da dikkat çekiyor. Koğuşunda bulunan raflarda ilaçlarının olduğu da gözlenen Küçük’ün ziyaretine ise sık sık ablası Emine Küçük , eşi Necla Küçük, kızı Zeynep Küçük ve torunu gelerek Küçük’ü yalnız bırakmıyor.

ERGENEKON DAVASI : Maltepe Askeri Cezaevinden Deniz Kur. Albay Ender Kahya’nın mektubu


ERGENEKON DAVASI : KAHRAMANLAR VOLTA’DA /// CC : @cemazizcakmak


ERGENEKON DAVASI : Çok şey bilen adamın ölümü


Avukat Doğan Yıldırım

“Türkiye’nin illegal haritasını benden iyi bilen yok.” diyen Türkçü-ülkücü Avukat Doğan Yıldırım, bildiklerini anlatmadan vefat etti. Yıldırım, birçok olayın şahidi, birçoğunun da bizzat içindeydi.

Türkiye’nin ‘derin tarihinde’ tuğla örmüş, Türkçü-ülkücü camianın önemli isimlerinden Doğan Yıldırım geçen hafta vefat etti. Önce şunu belirtelim. Ölümü, şüpheli değil. Zaten bir rahatsızlığı vardı. Organ nakli olacaktı, ömrü vefa etmedi. Pek çok konuda pek çok şey biliyordu; birçok olayın şahidi, birçoğunun da bizzat içindeydi. Ve bu olaylar sıradan değildi. Her biri hem yakın siyasi tarihimizi hem de derin mevzuyu aydınlatabilirdi. O yüzden bu ülkede ‘Türkiye’nin illegal haritasını benden iyi bilen yok’ diyebilecek kişilerden biriydi. Sözün devamını “Çok daha fazla şeyler biliyorum.” diye getirirken de haklıydı. Israrlı sorularımıza verdiği cevap da “Benden fazla bir şey alamazsın, kafan karışır.” idi. Hayatındaki yoğunluk dolayısıyla çok ‘yorulduğunu’ da belirten Yıldırım, bu konularda “Bir katkı sağlayacağına inanıyorum. En azından tarihin bir yerine bırakırız.” diyerek kitap yazacağını da söylemişti; ama işten güçten dolayı ona da başlayamamıştı, anlaşılan.

Yıldırım’la bir yıl arayla iki röportaj yapmıştık. Vefatından sonra uzun konuşmaya dönüp baktığımızda yine pek çok soru karşısında ketum olduğunu fark ettik. Buna rağmen pek çok durumda bilgisine başvurulan biriydi o. Mesela, görüştüğümüz sıralarda savcılık 28 Şubat’ı soruşturmaya başlamıştı. O gün, bugünü görmüş gibiydi: “Oradan bir şey çıkmaz. Ben kendimi tanıyorum. Ben bir şey söylemedim yani. Savcıya da, ‘Sayın savcım ben ne kiliseye yaranıyorum ne de camiye. Sen de ne yazarsan yaz’ dedim. Anlattıklarımın neticesinde biri başka diyor, öbürü de ‘Onun kardeşi dinci, gerici. Kuyruk acısı var (Kardeşim 28 Şubat’ta ordudan atılan ikinci kişiydi, sonra intihar etti). Onun için öyle konuşuyor’ diyor koskoca paşa. ‘Ben’ diyor, ‘Hiç onunla karşılaşmadım.’ Sen beni tanımıyorsun ama ben seni takip ediyorum. Çünkü ben orduda ne var, ne gidiyor biliyorum. Şimdi de biliyorum.”

-Neler oluyor, söylemem diyorsunuz yine!

Ya, söylemem!”

Bu, Doğan Yıldırım’ın sustuğu alanlardan sadece biriydi. Abdi İpekçi’yi vuran kişi olarak bilinen Mehmet Ali Ağca’nın yurtdışına kaçırılmasını sağlayan da o idi. Ağca, kaçtıktan sonra Papa suikastını işlemişti. Yıldırım, o konuda da “İpekçi suikastında da pek çok şeylerin gizlendiğini biliyorum, ama bugün söylemem.” diyecekti bizlere. Bu sözler de ona aitti: “Ağca’ya Türk mafyasından yardım sağlatan benim. Bunları zaman aşımı süresi geçtiği için söylemiyorum. Beni sorgulayanlara, MİT de dâhil, söyledim. ‘Papa suikastında harp okulundan atılmış bir adamın yardımcı olduğu filan duyulursa bu işin altından kalkamaz Türkiye Cumhuriyeti. Devletin papa suikastının arkasında olup olmadığını biliyorum. Kimin ne işler gördüğünü, nasıl silahlar getirildiğini, kimlerin (Abdullah) Çatlı’yı kaçırdığını da…”

Hatta Yıldırım, Devlet Başkanı Kenan Evren ile Necdet Üruğ’un arasında çıkan çatışmadan dolayı da sorguya çekilmiş birisiydi. Ergenekon teşkilatı konusuna ise soğuk duruyordu. “Çünkü işin içinde vatan millet Sakarya’dan ziyade menfaat hikâyesini gördüğümüz için soğuk duruyoruz.” Ama Ergenekon davalarında adı geçenlerin pek çoğu tanıdığı, arkadaşı idi. Aralarında avukatlığını üstlendikleri de vardı. Ergenekon davasında ise Fuat Turgut’un avukatı idi. Fakat Ergenekon hadisesi ortaya çıktığı anda Yıldırım, ilginç bir vazife üstlenmişti: “Yargılanan bir adam, subay, paşa veya general ne ise, birisi dedi ki ‘Büyük operasyonların başlama ihtimali var bunun arkasında. İçeriden bilgi alabilir miyiz?’ Dedim ki ‘Ben alırım.’ ‘Nasıl alacaksın?’ dedi. Dedim ki ‘Sevgi (Erenerol) Hanım’ı tanıyorum, çok eskiden beri. Bir samimiyetim yok ama Veli (Küçük) Paşa’yı da tanıyorum. Fuat’ı (Turgut) tanıyorum. Kemal Kerinçsiz arkadaşım. Bunların birinin avukatı olurum, alırım.’ Gittim, bunlar savcıya henüz ifade veriyorlardı. Ve tevkif olma ihtimalini düşünmüyorlardı. Girdim, ilk başta hepsinin avukatı oldum. Ne soruluyor filan, öğrendim, götürdüm, verdim yani. Zekeriya Öz sorguluyordu. Ben avukatı olma anlamında değil de orada bir operasyonun başlayacağının istihbaratını aldım.”

Kendini Türkçü-ülkücü olarak tanımlıyordu Yıldırım. 1968’de girdiği Deniz Harp Okulu’ndan 12 Mart 1971 sonrası atılmıştı. Okulun, ‘6 binler sınıfından’ olan Yıldırım’ın dönem arkadaşları arasında Donanma Komutanlığı yapan Nusret Güner, Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç, Kuzey Deniz Saha Komutanı A. Feyyaz Öğütçü ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Prensipler Başkanı Ramazan Cem Gürdeniz de vardı. Ki bu isimleri kamuoyu Balyoz, Ergenekon, Kafes davalarından da biliyor. Muzaffer Tekin’le de dönem arkadaşı.

Daha da önemlisi, ordudan uzaklaştırıldıktan sonra ülkücü camiada önemli ve aktif görevler üstlenmişti. İllegaliteden sorumlu kişi olarak çalışmıştı. Yani vurdu kırdı işleri ondan sorulurdu. Üniversite, yurt işgali, silahlı kişiler de onun sorumluluğundaydı. MİT’ten gelen teklife, Alparslan Türkeş’in onayıyla ‘evet’ demişti. Hazırladığı raporları iki nüsha düzenleyen, birini bölge başkanlığına, diğerini Türkeş’e ulaştıran Yıldırım, özellikle silah kaçakçılığı üzerine bilgiler edinmişti o süreçte. O yıllara dair tespitini de şöyle dile getiriyordu: “En baştan beri bizi silahlandırdılar. İti ite kırdırdılar, tabiri caizse. Ve Türkiye bu duruma geldi.”

1980’lere doğru giderken Gün Sazak’ın, akan kanı durdurmak için Vedat Dolakay ile gizli gizli görüştüğü bir aşamada öldürüldüğünü dile getiren de oydu.

Sadık Yakut ile anne tarafından akraba olan, Hasan Aksay, Abdurrahman Dilipak ve Devlet Bahçeli ile birlikte Fettahoğlu ailesinden olan, kız kardeşi Mehmet Ali Ağca’nın kardeşi ile evli Doğan Yıldırım, ordudan atıldıktan sonra iktisat eğitimi aldı. 1987’de havaalanında bir iki yıl sürecek ‘kaçak istihbarat’ diye bir bölümde çalıştı ki burada pek çok kişiye yardımı olmuştu. Buradan ayrılınca da hukuk eğitimini tamamlayıp 1989-90’da avukat oldu. Sarp Kuray, M. Ali Ağca, Abuzer Uğurlu, Nasrullah Ayan, Salih Mirzabeyoğlu’na kadar farklı yelpazeden pek çok ismin avukatlığını yaptı.

Böylesine süreçlerin içinde bulunmuş birisinin Mahmut Yıldırım diye bilinen Yeşil için “Yaşıyor, Yeşil öldürülmedi” demesini de yabana atmamak gerek. Ayrıca Yıldırım, 90’larda Sapanca-Hendek-Düzce üçgenindeki ölüm listelerinden 10 milyon dolar verip adını çıkaranlardan da bahsediyordu, anlatmak istediği kadarıyla.

Daha önce, açıklamalarını, ‘Türkiye’nin illegal haritasını benden iyi bilen yok’ başlığıyla Aksiyon’da kapak yaptığımız Yıldırım, bütün bu anlattıklarının, bildiklerinin yüzde 5’i olduğunu da söylemişti. “Tabii şu an açıklayamadığım çok şey var. Henüz erken, yanlış anlaşılıyorum.” notunu da düşerek…

56 yaşında kalp krizi geçirince “Eyvah, hazırlıksız yakalandım.” diyen Yıldırım, bu kez sırlarını da beraberinde götürecekti.

YANDAŞ MEDYA /// ERGENEKON DAVASI : AK Parti’den Nasuh Mahruki’ye sert tepki !


Nasuh Mahruki’nin Ergenekon ile ilgili sözleri üzerine AK Partili vekil Yaşar Karayel’den "Ona Silivri’nin yolunu gösterecek olan çok vatandaş var!" dedi.

AK Parti Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, 10 Kasım’da yazdığı ve adeta darbe çağrısı yapan mektup la dikkati çeken Nasuh Mahruki ‘ye tepki gösterdi. Karayel, “Kendisine bir darbeci, bir yandaş arıyorsa, resmi kıyafetli bir darbeci arıyorsa, kime sorarsa sorsun; ona Silivri’nin yolunu gösterecek olan çok vatandaş var” dedi.

Yaşar Karayel, Nasuh Mahruki’nin yaptığı işle insanların hayatını kurtardığına dikkat çekerek, “Demek ki hala dağlarda taşlarda bu işlerle uğraşıyor olsalar bile insan hayatı ile ilgili öğrenecekleri çok şeyler var” ifadelerini kullandı. “Türk toplumunu iyi tanımamışlar ve bağlarını güçlendirmemişler” diyen Karayel, “Bu arkadaş hala darbeden medet umuyor. Bu arkadaşa bir tavsiyem var. Bu arkadaş hala Türkiye’nin gerçeklerini kabullenememişse, kendisine bir darbeci, bir yandaş arıyorsa, resmi kıyafetli bir darbeci arıyorsa kime sorarsa sorsun ona Silivri’nin yolunu gösterecek olan çok vatandaş var” diye konuştu.

VİDEOYU İZLEYEBİLİRSİNİZ.

http://haber.rotahaber.com/ak-partiden-nasuh-mahrukiye-sert-tepki_415743.html#ixzz2kRZAa8kP

ERGENEKON DAVASI : Kürtler generallerin cezalandırılmasını talep ediyor


Türkiye’deki insan hakları izleme örgütleri, 1990’lı yıllarda Kürtlere karşı cezalandırma operasyonlarına katılan yüksek rütbeli askerlerin hesaba çekilmesini talep ediyor. “Ergenekon” davasının materyallerinde, Kürt yerleşim birimlerinde cezalandırma operasyonlarına komuta eden generallerin adları geçiyor.

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, generallerin sadece darbe girişimi nedeniyle değil, Kürt halkına karşı işledikleri suçlardan dolayı da cezalandırılması gerektiği görüşünde.

Rusya’nın Sesi radyosunun isteği üzerine Koçer Kikan, Tahir Elçi ile bir söyleşi yaptı. Tahir Elçi şunu söyledi:

“1990’lı yıllarda, Kuzey Kürdistan’ın 17 bini aşkın sakini mahkemeye çıkarılmadan öldürülmüştü. Bu cinayetler, Türk ordusunun askeri istihbarat subayları ve jandarmalar tarafından işlendi. Onlar, Kürt kentlerinde sivil giyim ve sivil araçlar kullandı. Her an, Kürt kurtuluş mücadelesine katılıyor şüphesiyle her bir Kürdün evine baskı düzenleyebiliyordu. Tutuklayıp götürdüklerinin çoğu, geri dönmüyordu. Birçoğunun cesedi daha sonra kent dışında bulunuyordu. Aralarında yazar Musa Anter, TBMM milletvekili Mehmet Sinsar, ünlü Kürt politikacı Vedat Aydın ve diğer ünlü kişiler vardı. O yıllarda Lice, Kulp ve Şirnak kentleri ateşe verilerek yerle bir edilmişti. Bugüne kadar bu cinayetlerden kimse yargılanmadı. Resmi olarak tüm bu cinayetlerin üstü açılmadı.

2009 yılından başlayarak hükümet bu yönde bazı adımlar attı. Örneğin, Şirnak kentinin yakılıp yıkılmasına komuta eden General Mete Sayar mahkemeye çıkarılmıştı. Jandarma özel birliği olan JİTEM’in yargılanma süreci de başlamıştı. Ayrıca Ergenekon davası çerçevesinde birçok general, yüksek rütbeli subay ve devlet adamı mahkum edildi. Fakat sadece darbe teşebbüsü nedeniyle mahkum edildiler. Kürdistan’ın sivil halkına karşı işledikleri suçlar için kimse bugüne kadar cezalandırılmadı. Türk kanunlarına göre cinayetin üstünden 20 yıl geçtikten sonra dava zaman aşımına uğruyor.

Türkiye, BM üyesi olarak, bu tür cinayetlerin faillerinin bulunmasını zorunlu hale getiren çok sayıda uluslararası anlaşma ve sözleşme imzaladı. Üstelik bu suçlar bütün bir halka karşı, yani insanlığa karşı işlendi. Oysa insanlığa karşı işlenen suçlar için zaman aşımı uygulanamaz. Bu tür insanlık dışı eylemlerden sorumlu olanların cezalandırılmasını talep ediyor ve umut ediyoruz.”

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!