![](https://istihbaratsahasi.wordpress.com/wp-content/uploads/2013/09/image001590.jpg?w=600)
Bu yazıyı, sabah 8’de (fransız saati) ilham verici bir ortamda yazıyorum. İlham verici dememin anlamı şu (aşağıda bu yerin bir videosunu da görebilirsiniz); 16cı (1543) yüzyıldan kalma bir şato ve girişindeki tabloya bakarsanız, hem şatonun, hem de ülkenin geçirdiği safhaları gösteriyor. Adım adım gelişmiş. Önce ortaçağ şatosu olarak yapılmış, Rönesans zamanında ise bina değiştirilmiş büyük pencereler vs eklenmiş. İtalyan TV endüstrisinden arkadaşım Paola, bu binanın 17ci yüzyılda Arcadia hayallerine, yani tabiata dönüş ve mükemmel hayat ideallerine de işaret edecek şekilde değiştirildiğini (bahçesinin) söylüyor. 20ci yüzyılda otele dönüştüğü için içine asansör gibi yeni gereklilikler eklenmiş.
Bu binaya bakarken, aklımdan geçen düşünce, neden gelişmeleri adım adım izlemek ve değişiklikler yapmak yerine bir kerede büyük değişiklikler peşinde koşuyoruz ve neden olaylara çok sığ açılardan bakıyoruz? Bunu düşünmemin nedeni ise, uçakta gelirken okuduğum 2 küçük kitapçık. Haftasonunda 3 günlüğüne Paris’teydim. Her yurtdışına gidişimde havaalanında kitap alırım. Bu sefer dikkatimi, aynı serinin 2 kitabı çekti. Çekti diyorum çünkü ikisinde de Gezi Parkına dair bölümler vardı. Slovenya doğumlu felsefeci Zizek[1] ile Amerikalı aktivist Chomsky’nin [2] benzer konulu bu kitapları, son dönemdeki Wall Street İşgalcileri, Arap Baharı ve Gezi Direnişi ve diğer protestolar konusundaki düşüncelerini anlatıyorlar.
Kendilerini "biz % 99’uz diye tanımlayan" Wall Street İşgalcileri[3], Arap Baharı, Gezipark direnişi ve hatta Yunanistan’daki ya da Brezilya’daki protestolar, Londra isyancıları, San Francisco metro olayı, daha da geriye gidersek G8 Seattle ve Roma protestoları; bunlar münferit ve yerel olaylar mıdır? Yoksa bir bütünün parçaları mıdırlar? Sosyal medya var diye mi meydana gelmişlerdir? Ya da neden meydana gelmişlerdir? Bu tepki bir kere gösterildi ve bitti mi? Ya da bundan sonrasında başka benzer gelişmeler olacak mı?
Bunlar bir süredir kafamda yer alan sorular. Bu yazıyı okuduğunuza göre muhtemelen sizin de..
Ülkemizde Gezi olaylarına yaklaşım; çok basit. Bir taraf AKP’ye tepki gösterilmiş olmasından mutlu, diğer taraf ise provokasyon olduğunu düşünüyor. Ama bu 2 kitap bize, bu kadar basit olmadığını ve başka bir şeyler olduğunu anlatıyor. Bunu tartışmak lazım. Belki bir düşünce akımı yaratabilir diyerek, bu 2 kitaptan bazı parçalar alıntılayacağım (kendileri okumak isteyenler için kitapların adları aşağıda yer alıyor).
Baştan sonucu söyleyeyim; hem Zizek, hem de Chomsky; bu hareketlerin küresel çapta doğmuş ve gitgide yükselen bir tepkinin parçaları olduğunu, devam edeceğini ve giderek demokrasinin yeniden icat edilmesi gerektiğini düşünüyorlar.
Zizek bunu şu şekilde ifade ediyor;
Protesto eylemleri, gerçekten küresel kapitalizime karşı, gerçekten dinsel fundamentalizme karşı, gerçekten sivil özgürlüklerden ve demokrasiden yana ya da gerçekten özel olarak herhangi bir şey ile ilgili değil. Protesto eylemlerine katılan insanların çoğunluğunun farkında oldukları şey, çeşitli özgül talepleri birarada tutan, aynı zamanda akışkan bir huzursuzluluk ve hoşnutsuzluk duygusunun varlığıdır.
Chomsky ise Türk protestoları konusunda;
Türkiye’de yaşananlar, Türkiye’nin bölgedeki kritik rolü ve en önemli ülkesi olması açısından özellikle kayda değerdir. Türkiye’de meydana gelen olayların çok geniş etkileri olacaktır.
diyor. Benzer bir yorumu 2011’de yayınladığı “Öfkelenin” menifestosu ile “Öfkeliler Hareketi”nin kurucusu olan ve bu yılın başında hayatını 90 yaşlarındayken kaybeden aktivist Stephane Hassel de yapıyor[4]. Hassel, sandığa gitmekten ya da darbe yapmaktan bahsetmiyor. Basitçe “öfkelenin, tepkisiz kalmayın” diyor.
Peki, öfkelenilen ya da tepki duyulan bu konu nedir?
Zizek bu olayları birleştiren öge olarak hepsinin kapitalizmin küreselleşmesinin farklı boyutlarına karşı tepki olduğunu söylüyor. Çünkü küresel kapitalizmin genel eğiliminin pazarların daha fazla genişlemesi, kamusal alanların çevrelenip, kapatılması, kamu hizmetlerinin (sağlık, eğitim, kültür) azaltılması ve giderek otoriterleşen bir siyasal iktidar yönünde olduğunu düşünüyor.
Bunu da şu şekilde örnekliyor; Yunanlılar Uluslar arası finans kapital egemenliğini ve kendilerinin yozlaşmış ve etkisiz, temel sosyal hizmetleri sağlamakta bile giderek beceriksizleşen devletlerini, Türkler kamusal bir alanın ticarileştirilmesini ve dinsel otoriteryenizmi, Mısırlılar batılı devletlerin desteklediği bir rejimi, İranlılar çürümeyi ve dinsel fundemantalizmi protesto ediyorlar.
Hem Zizek, hem de Chomsky, dünyayı bir değişimin beklediğini söylüyor. Onlara göre bunlar münferit olaylar değil. Kendi yerel özelliklerini taşımakla birlikte, bütünün parçaları.
Özetle; kapitalizmden hoşnutsuzluk ve temsili çok partili demokrasinin kurumsallaşmış biçiminin kapitalist aşırılıklala mücadele etme kapasitesinin bulunmadığının yani demokrasinin yeniden icat edilmesinin gerektiğinin bilincine varma şeklinde bir ifade kullanılıyor. Zizek’in tanımıyla “demokrasi ile kapitalizm arasındaki “ebedi” evliliğin boşanmaya yaklaştığına dair işaretler var".
Bu arada ifade edilen bir konu da şu; sanıldığının aksine bu olaylar sosyal medya var diye de olmuyorlar. Sosyal medya burada sadece iletişimi kolaylaştırıcı ortam görevi üstlenmiş durumda.
Zizek Gezi Parkı olayları ile Brezilya protestoları konusunda; Yunanistan ve İspanya gibi ekonomik kriz yaşandığı için patlama olduğu iddia edilen ülkelerin aksine başarı hikayesi yazılan yerlerde de patlama olduğuna işaret ediyor. Zizek Gezi parkı’nın nedenini daha farklı izah ediyor:
Burada can alıcı nokta şu; biz Türkiye’deki protesto eylemlerini,salt sessiz duran bir müslüman çoğunluğun desteğine sahip, otoriteryan bir İslamcı rejime karşı, seküler bir toplumun ayağa kalkması olarak görmüyoruz. Türkiye’deki resmi daha karmaşık hale getiren etken, protestoların anti-kapitalist bir dürtüyle yapılıyor olmasıdır.
Zizek Yunan ve Türk protestolarının –ekonomik durum farkına rağmen– temel benzerlikler gösterdiğini; özelleştirme, kamusal alanların gasp edilmesi, sosyal hizmetlerin budanarak yok edilmesi, otoriter siyasetin yükselişi gibi nedenlerle yapıldığını ve buradaki “yurtsever” aldanmaları reddetmek gerektiğini söylüyor.
Ancak Zizek köklü bir değişim yerine, adım adım değişimden bahsediyor. Kitabından ilginç başka bir paragrafı buraya alıyorum;
Siyasal bir hareket, uğrunda çaba harcanacak bir fikirle yola koyulur ancak zaman içinde değişikliklere uğrayacaktır…./……../ Çünkü fikrin kendisi sürecin parçası haline gelmiştir. Şu anda Ruanda’da insanlar ölüyor. Öyleyse anti-emperyalist mücadeleyi unutun ve bu kıyımı nasıl önleyeceğinize bakın”
Değişiklikleri, "hemen" ve "az az" da olsa yapmak dersi yanında, bizim başka bir dersimiz de, "daha geniş bakmak" olmalı. Hayatımız kendi kendimize içerde oynamakla geçiyor. Dışarıya bakmayı ve olayı daha büyük açıdan görmeyi adet edinememişiz. Bunu Y kuşağında da gördük.. Uzunca bir süre, yeni nesillerin politikaya uzak olmasının nedeninin 12 eylül olduğu iddiasını duyduk. 12 eylülün hayatlarımıza getirdiği bazı semptomlar olsa da, bu onlardan birisi değil. Dünyaya bakarsanız 1980 sonrası yani "Y" dediğimiz neslin burada ya da ABD’de ya da Fransa’da hep aynı yani politikadan uzak olduklarını göreceksiniz. Onların 12 eylülü olmadığına göre, bu durumu nasıl açıklayacaksınız? Bu nedenle olaylara dar değil geniş açı ile ve dünyayı da değerlendirerek bakmayı adet edinmemiz lazım.
![](https://istihbaratsahasi.wordpress.com/wp-content/uploads/2013/09/image00236.png?w=600)
VİDEOYU BURADAN SEYREDEBİLİRSİNİZ.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.