ARAŞTIRMA DOSYASI : Asya-Pasifik’teki Güç Rekabeti Çerçevesinde Avustralya-Japonya Savunma İşbirli ği


Emine AKÇADAĞ

Çin’in 1980’li yıllardan beri gerçekleştirdiği ekonomik gelişime paralel olarak siyasi ve askeri gücünü artırıp günümüzde Asya-Pasifik bölgesinde ABD ile rekabet eder hale gelmesi bölgedeki güç dengesini ciddi anlamda değiştirmiştir. Öte yandan Soğuk Savaş sonrası bölgede terörizm, nükleer silahların yayılması, yasadışı göç, siber saldırı gibi yeni güvenlik tehditleri ortaya çıkmış ve bölgede silahlanma artmıştır.Tüm bu değişimler de bölge ülkelerini gerek dış gerekse güvenlik ve savunma politikalarını yeniden gözden geçirmek, güvenlik ve savunma alanında işbirliği ve ortaklıklar geliştirmek durumunda bırakmıştır.

Bu çalışma, bölgenin iki önemli gücü olan Japonya ve Avustralya’nın söz konusu değişim neticesinde savunma alanında işbirliği geliştirme girişimlerini ve bu girişimlerin bölgedeki dengeler açısından önemini ele almaktadır.

Bölgedeki ABD-Çin Rekabeti

Son 30 yılda geliştirdiği ekonomik, diplomatik ve kültürel ilişkiler sayesinde bölgede ABD ile rekabet eden önemli bir güç haline gelen Çin’in askeri gücünü geliştirme çabaları söz konusu rekabeti daha da artırmaktadır. Pekin’in askeri alandaki girişimleri bölge ülkelerinin Çin’in yükselişine kuşkuyla bakmasına sebep olmaktadır. Çin ekonomik-ticari çıkarlarını, enerji ithalatının güvenliğini ve deniz menfaat bölgelerini koruyabilmek için özellikle deniz kuvvetlerinde ciddi reformlar gerçekleştirmektedir. Zira Çin’in ekonomik gelişiminin dayandığı uluslararası ticaretin gerçekleştirildiği deniz yollarının güvenliği bugün büyük ölçüde dünyanın en büyük ve güçlü donanmasına sahip ABD’ye bağlıdır. Dolayısıyla Pekin yönetimi bu konuda zaman zaman çıkarlarının çatıştığı ABD’ye bağımlı olmak istememektedir. Bu bağımlılıktan kurtulmanın tek yolu da güçlü bir donanmaya sahip olmak ve Pasifik Okyanusu’na özgürce çıkışı sağlamaktır.

Bu sebeple Pekin’in deniz gücüne özellikle eğildiği görülmektedir. 2013 yılı savunma bütçesini 114,3 milyar dolar olarak belirleyen Çin, üçte birden fazla bir miktarla askeri bütçeden en fazla payı donanmaya ayırmaktadır.(1) Ayrıca 2009 yılında güçlü bir donanma geliştirmeyi « öğrenmek » amacıyla Brezilya ile anlaşma imzalanmış,(2) 2012 yılında da ilk uçak gemisini donanmaya katmıştır. Öte yandan deniz haydutluğu olaylarının büyük bir artış gösterdiği Somali açıkları ve Aden Körfezi’nin güvenliğini sağlamak amacıyla Pekin, bölgeye üç gemiden oluşan bir filo göndermiştir. Çin’in modern tarihinin ilk deniz aşırı deniz görev gücü olması nedeniyle bu açılım önem taşımaktadır. Çin donanması bu yeni görevle, açık denizlerde ulusal çıkarlarını tehdit eden durumlarda askeri harekât düzenleme meşruiyetini dolaylı bir şekilde ilan etmiş olmaktadır.(3)

Çin’in değişen deniz gücü stratejisine vurgu yapan Doğu Denizi Filosu’nun komutan yardımcısı Zhang Huachen, “Deniz stratejimizdeki son değişikliklerle birlikte, kıyı savunmasından uzak deniz savunmasına doğru bir geçiş yaşıyoruz” demiş ve eklemiştir: “Ülkenin ekonomik çıkarlarının genişlemesiyle birlikte donanma, ülkenin ulaştırma yollarını daha iyi korumayı ve büyük deniz yollarının güvenliğini daha iyi sağlamayı istiyor. Bunu gerçekleştirmek için ise Çin donanmasının büyük gemiler inşa etmesi ve daha kapsamlı yeteneklere erişmesi gerekmektedir.”(4)

Günümüzde Vietnam yakınlarındaki Hainan Adası çevresinde konuşlanmış üç büyük donanmaya sahip Çin’in denizlerdeki yükselişi özellikle iki sektörde kendini göstermektedir: dmuhrip ağırlıklı gemiler ve 7.400 km menzilli JL-2 füzesi fırlatma kapasiteli nükleer denizaltılar.(5) Pentagon tarafından 2009’da yayımlanan raporda Çin deniz gücünün 260 gemiden oluştuğu, bunların 75 tanesinin büyük savaş gemisi, 55 tanesinin amfibik gemi, 70 tanesinin füzeli hücumbot ve 60’tan fazlasının da deniz altı olduğu ifade edilmektedir.(6) Ayrıca yüksek teknoloji ürünü Sky Wave ve Surface Wave OHT radarları kullanılarak daha isabetli ve daha yüksek menzilli füzeler geliştirildiği belirtilmektedir.

Çin’in deniz gücünü artırma amaçlı bir diğer önemli manevrası, Pakistan, Sri Lanka, Myanmar, Bangladeş ve Tayland gibi ülkelerle sıkı siyasi ve ticari ilişkiler kurma yoluna girmiş olmasıdır. Fakat asıl önemlisi, son yıllarda Hint Okyanusu’na kıyısı olan bu ülkelerde ticari amaçlı limanlar inşa ettirmesidir. Zira bu limanların ileride askeri üs olarak kullanılabilmesi mümkündür. String of pearls (inci dizisi) adı verilen bu politika kapsamında yer alan limanlar; Pakistan Gwadar limanı, Maldiv Adaları Marao limanı, Sri Lanka Hambantota limanı, Bangladeş Chittagong limanı ve Myanmar Koko limanıdır. İnci dizisi politikasıyla Çin’in öncelikli hedefi, Basra Körfezi ve Arap ülkelerinden gelen petrol ve doğalgaz yolunun güvenliğini sağlamaktır.

Ayrıca Çin’in yeni deniz stratejisi; Güney ve Doğu Çin Denizi, Maldivler ve Kuzey Kore Boğazı’na hakim konumdaki Tayvan’ı oldukça önemli hale getirmektedir. Bu sebeple Çin Tayvan ile barışçıl şekilde « bir ülke iki sistem » formülü doğrultusunda yeniden biraraya gelmek istemektedir. Ancak, ABD’nin 1950’lerden beri Tayvan sorunuyla ilgilenmesi ve bu ülkeye silah satması durumu karmaşık hale getirmiştir.

Çin’in bölgedeki nüfuzunu genişletme çabaları, Asya-Pasifik bölgesinin Washington yönetiminin dış politika önceliği haline gelmesine sebebiyet vermiştir. Bölgedeki askeri varlığını artıran ABD (10 uçak gemisinin 5’i bu bölgededir. Manevra kabiliyeti çok yüksek ve kıyı sularında da harekat icra etme imkanına sahip 4 savaş gemisi Singapur’da konuşlandırılacaktır. Ayrıca ABD’nin Güney Kore, Japonya, Guam ve Hawai’deki üslerinde güçlü bir askeri varlığı bulunmaktadır.) Güney Kore, Japonya, Tayvan,Vietnam, Endonezya, Singapur ve Filipinler gibi bölge ülkeleri ile askeri anlaşmalar imzalayarak Çin’i çevreleme politikası izlemektedir. Son dönemde gündemi meşgul eden Kuzey Kore tehdidi nedeniyle ABD, Güney Kore ve Japonya ile askeri işbirliğini geliştirmiş, Singapur ile 4 adet yeni nesil savaş gemisinin (Littoral Combat Ship) ülkede konuşlandırılması konusunda anlaşmaya varmış ve Avustralya’daki askeri üsse aşamalı olarak 2500 Amerikan askerinin gönderileceği açıklanmıştır. Bu işbirlikleri deniz, hava ve uzay sahasının kontrolünü güçlendirmek ve olası operasyonların güvenliğini sağlamak bağlamında önem taşımaktadır.

Diğer yandan ABD, Çin’in bölgedeki askeri yükselişini göz önünde bulundurarak yeni bir savunma doktrini “Müşterek Operasyonel Erişim” ve askeri strateji “Hava-Deniz Savaşı” benimsemiştir.(7) Hava-Deniz Savaşı stratejisi Çin’in artan deniz gücüne cevap niteliğindedir. Bu strateji Kuzey Asya ve Pasifik’teki üslerin güçlendirilmesini, Çin’in komuta, kontrol, muhabere, bilgisayar, istihbarat, gözetleme ve keşif (C4ISR) kabiliyetlerini dengeleyecek bir kabiliyetin geliştirilmesini, daha geniş alanların savunulabilmesini, Çin’e giden ve Çin’den gelen deniz trafiğinin kontrol edilmesini kapsamaktadır. Bu stratejiyi tamamlayan Müşterek Operasyonel Erişim doktrini ise girişimi engelleme (anti-access/A2) ve bölgeye hapsetme (area denial/AD) kapasitesini ve buna bağlı taktiksel kabiliyetleri esas almaktadır. Bunlardan ilki düşman kuvvetlerinin bir harekat alanına girişini engellemeyi, ikincisi de doğrudan düşman kontrolü altındaki hava, kara, denizaltı-üstü alanlardan yapılması muhtemel bir saldırının sınırlarını daraltarak harekatın engellenmesini amaçlamaktadır. Çin; Doğu’dan ve Güney’den kendisine karşı gerçekleştirilen çevrelemeye karşı denizde, karada ve uzayda konuşlandırdığı ve konuşlandıracağı ileri teknoloji içeren unsurlar ile ABD’nin yakın sularına girmesini engellemeye çalışmaktadır. ABD ise bu sistemi kıracak kapasite ve kabiliyet geliştirmektedir. Söz konusu doktrin, askeri operasyonların belli bir bölgede müttefik ülkelerin işbirliği ve desteğiyle herhangi bir güçlükle karşılaşılmadan gerçekleştirilebilmesini içermektedir.

Japonya-Avustralya Savunma İşbirliği

Çin ile ABD arasındaki rekabet bölge ülkelerinin güvenlik ve savunma politikalarını da doğrudan etkilemektedir. Pekin’in özellikle Güney ve Doğu Çin Denizi sınırları ve adalar konusunda anlaşmazlık yaşadığı ülkelerde Çin’in askeri gücünü artırması kaygıyla karşılanmakta, bu da askeri işbirliği ve ortaklıkların şekillendirilmesinde temel rol oynamaktadır. Öte yandan Soğuk Savaş’tan günümüze Asya-Pasifik bölgesinde sadece aktörler arasındaki güç dengesi değişmemiş; nükleer silahlanma, siber saldırı, terörizm, yasadışı göç gibi yeni güvenlik tehditleri de ortaya çıkmıştır. İrili ufaklı pek çok aktörün ekonomik ve ticari açıdan birbirine bağımlı olduğu, ortak güvenlik algılamalarının bulunduğu ve silahlanmanın arttığı Asya-Pasifik’te devletler işbirliği ve ortaklıklar aracılığıyla güvenliklerini sağlamayı ve çıkarlarını korumayı hedeflemektedir. Asya-Pasifik bölgesinin en güçlü aktörlerinden Japonya ve Avustralya arasında geliştirilmeye çalışılan savunma işbirliği buna iyi bir örnek teşkil etmektedir.

Şüphesiz iki ülkenin başlıca ortak özelliği ABD’nin bölgedeki en önemli iki müttefiki olmalarıdır. Avustralya ile ABD arasındaki savunma işbirliğinin başlangıcı 1951’de imzalanan ANZUS Antlaşması’dır. Bu antlaşma uyarınca Avustralya; Kore, Vietnam, Körfez, Afganistan ve Irak Savaşları’na asker göndermiştir. Kasım 2011’de Avustralya’daki üsse aşamalı olarak 2500 Amerikan askerinin gönderilmesi hususunda anlaşmaya varılmış ve ilk 250 asker 2012 yılında ülkeye ayak basmıştır.(8) Avustralya’nın stratejik öneme sahip (Güney Çin Denizi`ne ulaşım açısından) liman kenti Darwin’de 6 aylık dönemlerle görev alacak olan ABD Deniz Piyadeleri, Avustralya Savunma Kuvvetleri ile eğitim tatbikatlarına da katılmaktadır.

Kökeni 1960 yılında imzalanan Karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik Antlaşması’na dayanan ABD-Japonya güvenlik ve savunma işbirliği, Japon ulusal savunmasının temel ayaklarından biridir. Bu antlaşmayla Japonya’da askeri üsler elde eden ABD, dış tehditlere karşı Japon topraklarının savunulması yükümlülüğünü üstlenmiştir. Bir diğer önemli belge, 1997’de kabul edilen Savunma İşbirliği Rehberi’dir. Bu rehber bilgi paylaşımı, siyasi danışma, BM barış koruma operasyonları ile insani müdahale operasyonları, karşılıklı işbirliği planlaması, ortak tatbikatlar ve ortak kurumlar aracılığıyla işbirliği konularını düzenlemektedir. ABD’nin Japonya’daki askeri varlığının %75’i Okinawa Adası’nda bulunmaktadır. Japonya ise 2003 yılında ABD’nin başlattığı Irak Savaşı’na insani yardım amaçlı asker göndermiştir.

İki ülkenin bir diğer ortak özelliği, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni güvenlik tehditlerinin oluşumuna ve Çin’in askeri gücünü artırmasına paralel olarak askeri yetenek ve kabiliyetlerini geliştirme ve savunma politikalarını gözden geçirme çabası içine girmeleridir. Avustralya hükümeti Mayıs 2012’de savunma bütçesini gelecek dört yıl için 5,45 milyar dolar azaltacağını açıklamıştı. Ancak 2013 bütçesinin sipariş edilen 12 Super Hornet savaş uçağının alımı için 3 milyar dolar artırılmasına karar verilmiştir. Akabinde 2013-2014 yılı bütçesinden savunmaya ayrılan pay 25,4 milyar dolar olmuştur.(9) 2009 Savunma Beyaz Kitabı’nda Avustralya’nın askeri gücünü gözden geçirmesi gerektiği ifade edilmiş ve bunu sağlamak amacıyla da özellikle deniz gücü üzerinde duran Force 2030 adı verilen bir plan yürürlüğe konmuştur. Planda 6 Collins sınıfı konvansiyonel denizaltının yerini yeni nesil 12 denizaltının alması, 8 ANZAC sınıfı fırkateynin de 8 yeni nesil fırkateyn ile değiştirilmesi, 8 yeni savaş uçağı ile 20 sahil devriye gemisinin alınması öngörülmektedir.(10) Öte yandan Ocak 2013’de yayımlanan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ile 2013 Savunma Beyaz Kitabı, bu ülkenin Asya-Pasifik bölgesine yönelik savunma politikalarının gözden geçirdiğini ve bölgedeki askeri gücünü artırmaya çalıştığını gözler önüne sermektedir.

Japonya’da Aralık 2012’de göreve gelen Şinzo Abe hükümeti ile birlikte ülkenin savunma kapasitesini güçlendirecek politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Abe seçim kampanyasından itibaren anayasanın revize edilerek Japonya’nın ordu kurmasını engelleyen 9. maddenin kaldırılması taraftarı olduğunu dile getirmiştir. Yine Abe hükümetiyle birlikte 11 yıldır ilk kez Japon savunma bütçesi artırılarak 48 milyar dolara yükseltilmiştir. Ayrıca Öz Savunma Kuvvetleri’ni güçlendirmek adına 287 yeni personel alınmıştır. İstihbarat, uyarı ve gözlem yeteneğini güçlendirmek amacıyla iki P-1 tipi devriye uçağı, yeni tip bir muhrip, Soryu sınıfı bir denizaltı ve bir mayın tarama gemisinin deniz kuvvetlerine katılması planlanmaktadır. Hava gücünü artırmak amacıyla da iki yeni tip (F-35A) savaş uçağının alınması ve altı tane F-15 savaş uçağının modernize edilmesi düşünülmektedir. Ayrıca 11 zırhlı personel taşıyıcı, 44 hafif zırhlı araç, çok amaçlı bir helikopter, dört adet karadan denize Type 12 füzesi ve 11 adet orta menzilli çok amaçlı füzenin de alınması planlanmaktadır.(11)

ABD’nin bölgedeki iki önemli müttefiki olmalarının ve ortak güvenlik algılarına sahip bulunmalarının yanında Avustralya ve Japonya’nın demokratik siyasal yapıları, güçlü ekonomik ilişkileri ve uluslararası hukuku ön planda tutan dış politikaları gibi benzerlikler de iki ülkeyi yakınlaştırmaktadır. Örneğin, Japonya Avustralya’nın ikinci en önemli ticaret ortağı olup iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2012 yılında 71 milyar dolara ulaşmıştır.(12) 2007 yılından beri iki ülke arasında Serbest Ticaret Anlaşması görüşmeleri sürmektedir.

Grafik: Avustralya’nın Japonya ile Ticareti (mal ve hizmet)

Kaynak: Australian Government Department of Foreign Affairs and Trade

Soğuk Savaş boyunca işbirlikleri oldukça kısıtlı olan Japonya ve Avustralya, savunma alanında işbirliği geliştirmeye 1992 yılında Kamboçya’ya yönelik BM barış koruma operasyonundaki ortak çalışmaları neticesinde başlamışlardır. 2002 yılında Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü tarafından başlatılan ve 28 Asya-Pasifik ülkesinin savunma bakanları ve genelkurmay başkanlarının katılımı ile toplanan Shangri La Dialogue güvenlik forumunun bir uzantısı kabul edilebilecek ABD-Japonya-Avustralya üçlü diyaloğu 2006’da başlatılmıştır. Bu üçlü diyalog savunma ve güvenlik konularında görüş alışverişini sağlamak, stratejileri tartışmak ve karşılıklı güvenlik algılarını öğrenmek adına önem taşımaktadır. Mart 2007’de Tokyo’da bir araya gelen iki ülke başbakanı savunma politikaları hakkında diyalog geliştirilmesini ve askeri birlikler arası değişim ve eğitim konusunda işbirliğini öngören Güvenlik İşbirliği Ortak Deklarasyonu’nu açıklamıştır. Siyasi diyaloğun sağlanması amacıyla dışişleri ve savunma bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilen 2+2 toplantılarının ilki 2007 yılında teşkil edilmiştir.

Japonya’nın 2011’de yaşadığı deprem, tsunami ve nükleer sızıntı felaketleri sonrasında Avustralya’nın gerçekleştirdiği yardım karşılıklı güveni pekiştirmiştir. İki ülke arasındaki ilişkilerde bir ilk yaşanmış ve Avustralya’ya ait üç savaş uçağı Öz Savunma Kuvvetleri personel ve ekipmanlarının afet bölgelerine transferinde kullanılmıştır. Mayıs 2012’de iki ülke hükümeti tarafından paylaşılan ulusal güvenlik bilgilerinin korunması amacıyla imzalanan Bilgi Güvenliği Anlaşması ( Japonya bu anlaşmayı Avustralya dışında sadece ABD, NATO ve Fransa ile imzalamıştır) daha fazla işbirliğine olanak sağlaması açısından önemlidir.(13) Eylül 2012’de gerçekleştirilen 2+2 toplantısı sonucunda ortak askeri tatbikatların kapsamının genişletilmesi kararı çıkmıştır ki bu, ortak harekat gerçekleştirebilme yeteneğinin artırılması açısından önem taşımaktadır. Yine 2012 yılında Japonya’nın Güney Sudan’a yönelik barış koruma operasyonuna Kanberra hükümeti personel desteği vermiştir. Ocak 2013’de birlikte operasyon gerçekleştiren Avustralya ve Japonya silahlı kuvvetleri arasında lojistik desteğe olanak sağlayan Tedarik ve Kuvvetlerarası Hizmet Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu sözleşme barış koruma veya insani müdahale operasyonlarında iki ülke askeri güçlerinin ortak lojistik destekten yararlanmasının önünü açmaktadır.

İşbirliği geliştirilecek konuların saptanmasında şüphesiz ortak çıkarlar belirleyici olacaktır. Örneğin, Solomon Adaları ve Doğu Timor’daki istikrarsızlık Japonya’yı Avustralya kadar etkilememektedir. Kuzeydoğu Asya’daki Kuzey Kore kaynaklı güvenlik problemleri de Avustralya’yı doğrudan ilgilendirmemektedir. Dolayısıyla ortak çıkarlar etrafında bir savunma işbirliği yürütmek zaruridir. Bu işbirliği geliştirilirken öncelikle insani müdahale ve arama-kurtarma kabiliyetleri, deniz haydutluğu ve terörle mücadele amaçlı devriye ekipleri ve siber güvenlik gibi zaten belli bir temele sahip alanlara yönelmek uygun olacaktır. Daha sonra askeri harekat ve savunma sanayi konularında işbirliğine geçilebilir. Zira savunma sanayi ve teknolojileri konusunda büyük ilerleme kaydetmiş iki ülke arasında ARGE ve endüstriyel anlamda bir işbirliği mümkün olabilir. Söz konusu alanlarda ilerleme kaydedilmesi durumunda ise uzun vadede istihbarat gibi daha hassas konularda işbirliğine gidilebilir.

İki ülkenin gelişmiş bir deniz gücüne ve ABD kaynaklı sistemlere sahip olduğu ve Amerikan donanmasıyla ortak tatbikatlara katıldığı göz önünde bulundurulursa bu alanda işbirliği geliştirmenin daha kolay olacağı söylenebilir. Hava-Deniz Savaşı konsepti göz önünde tutularak bu işbirliğinin ABD’nin de desteğini alacağını söylemek mümkündür. Washington merkezli bir araştırma merkezi olan Center for Strategic and Budgetary Assessments, raporunda bu konseptin yalnızca Amerika tarafından yürütülemeyeceğini, Japonya ve Avustralya gibi bölge ülkelerinin bölgede istikrarlı bir askeri denge teşkil etmede önemli rol oynayacağının altını çizmektedir.(14) Diğer yandan ABD’nin yeni askeri stratejisi özellikle üs temini ve askeri katkı anlamında müttefiklerle işbirliğini ön plana çıkarmaktadır ki bu da müttefik ülkeler için ekstra maliyet anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Asya-Pasifik bölgesinde ABD’nin “girişimi engelleme (anti-access)” ve “bölgeye hapsetme (area denial)” kapasitesini artıracak iki temel ülke olarak Japonya ve Avustralya’nın bu maliyetin altından kalkması savunma sanayi ve teknolojileri konusunda geliştirilecek işbirliğiyle doğru orantılıdır. Bu işbirliği hem maliyeti azaltacak hem de ortak harekat gerçekleştirebilme yeteneğini artıracaktır. Örneğin iletişim ve bilgisayar sistemlerinin benzerliği sebebiyle yakın dönemde iki ülkenin ortak bir siber uzay altyapısı geliştirmesi ve böylece siber tehditlerle birlikte mücadele edilmesi mümkün görünmektedir.

Kaynak: David Berteau and Michael Green, “US Force Posture Strategy in the Asia Pacific Region: An Independent Assessment”, CSIS, (August 2012):14. (BİLGESAM tarafından yeniden düzenlenmiştir.)

Sonuç Yerine

Asya-Pasifik bölgesindeki rekabet, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni tehditler ve yükselen savunma maliyetleri Japonya ve Avustralya gibi siyasi, ekonomik ve askeri anlamda ortak özelliklere sahip ülkeleri savunma alanında işbirliği geliştirmeye itmektedir. 2000’li yıllardan itibaren gösterilen çabalar günümüzde bu alanda kapsamlı bir işbirliğine olanak sağlayacak altyapıyı hazırlamıştır. Gerek ortak harekat gerçekleştirme kabiliyeti, gerek maliyetlerin azaltılması gerekse de bölge güvenliğinde daha fazla rol oynanması bağlamında önem taşıyan bu işbirliğinin kapsamını ve boyutunu hükümetlerin bu alanda ne kadar ileri gitmek istediği belirleyecektir.

Son olarak ifade edilmesi gereken ABD’nin müttefiki olmakla birlikte Japonya ve Avustralya’nın Çin ile çok önemli ticari ilişkilere sahip olduğu, dolayısıyla bu ülkenin tepkisini çekecek ve tehdit olarak algılanabilecek adımlardan kaçınmaya dikkat ettiğidir. Japonya son yayımladığı Savunma Beyaz Kitabı’nda “Çin tehdidinden”, Çin’in savunma politikasının ve askeri kuvvetlerinin gelişiminin şeffaf olmadığından ve tehlikeli deniz faaliyetleri gerçekleştirdiğinden bahsetmekle birlikte Çin’i provoke edecek adımlardan kaçınmaktadır. Avustralya bu konuda daha da hassas davranmakta, 2013 Savunma Beyaz Kitabı’nda Çin’i bir tehdit olarak görmediğini ve ABD ile Çin arasında bir taraf seçmek niyetinde olmadığını açıkça dile getirmektedir. Kanberra hükümeti 2500 Amerikan askerinin topraklarında konuşlanmasını kabul etmekle birlikte ABD’ye kalıcı bir üs verilmeyeceğini, hatta Pekin yönetiminin de bu ortak tatbikatlara katılabileceğini duyurmuştur. Fakat tarihte ilk kez Avustralya’nın en yakın müttefiki ile en önemli ticaret ortağının farklı ülkeler olduğunun ve bu ülkelerin de stratejik bir rekabet içinde bulunduğunun altını çizen William Tow ve Rikki Karsten, Kanberra’nın bir gün ABD ve Çin arasında seçim yapmak durumunda kalabileceğini, dolayısıyla da buna hazır olması gerektiğini vurgulamaktadır.(15)

Bu noktada, Tow ve Karsten’ın ifade ettiği bu seçimi bir gün yapmak zorunda kalması durumuna Türkiye’nin ne kadar hazır olduğu sorusu akıllara gelmektedir. Uzun menzilli füze savunma sistemi ihalesinde Çinli bir firmanın seçildiğinin açıklanması sonucunda ABD’nin verdiği tepki ve akabinde Türkiye’nin Amerikan firması Sikorsky ile 109 helikopter alımı konusunda anlaşmaya varması Ankara’nın iki ülke arasında denge gözetmeye çalıştığını göstermektedir. Türkiye bölgedeki ekonomik ve ticari menfaatlerini göz önünde bulundurarak muhtemel bir ABD-Çin anlaşmazlığına taraf olmaktan kaçınmalıdır.

ABD’nin Asya-Pasifik’e olan ilgisi NATO’yu da bu bölgeye önem vermeye ve bölge ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye itmiştir. Nitekim “küresel ortak” statüsü verilen Güney Kore, Japonya, Avustralya gibi ülkelerle NATO arasındaki işbirliği artırılmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede gelecekte olası bir ABD-Çin anlaşmazlığı durumunda NATO’nun alacağı kararlarda Türkiye’nin tutumunun ne olacağı da önem kazanacaktır.

Etiketlendi:, , , , ,

Yorum bırakın

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!