Ünsal BAN
unsalban
Tepkilerin bu kadar hızlı ve yoğun olmadığı dönemlerde bir ülkeyi istila için askeri müdahaleler kullanılırdı.
Bugün bu yöntem arka plana itildi.
Çok daha kolayı var; "hedef" ülkeyi iktisadi kıskaçlara al, ekonomisini iyiden iyiye bağımlı hale getir.
"Süper güç"ler bu yönteme özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından ağırlık vermeye başladı.
Bu durumun en bariz göstergesi de, ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında istihbarat yapılanmasında geleneksel departmanlarının yanına bir de "Ekonomik İstihbarat Departmanı"nı eklemesi oldu.
Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların meydana getirilmesinin açıklanan amacı, 2. Dünya Savaşı’nın ekonomilerinde ciddi boyutlarda zarara yol açtığı ülkelerin yeniden yapılandırılması, güçlendirilmesiydi.
"Görünen" amaç buydu ama "gerçek" amaç çok farklıydı.
Ekonomik istila süreci
Ortadaki büyük bir ekonomik tezgâhtır.
Bu tezgâh da şöyle işlemektedir:
Öncelikle, dış güçlerin göz diktiği ülkeler belirlenerek bu ülkelere Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşlar aracılığıyla miktarları milyar dolarlara varan krediler verilmektedir.
Başta ülkenin kalkınmasını temin maskesi altında kullandırılan kredilerin büyük bir çoğunluğu ülkedeki ekonomik istikrarı ve sosyal adaleti sağlayacak alanlarda değerlendirilmek yerine, enerji santralleri, limanlar gibi altyapı hizmetlerini inşa eden çok uluslu şirketlerin kasasına girmektedir.
Bu durumda borç yükünün altına hedefteki ülkenin halkı girerken, kârlı çıkan çok uluslu şirketler ve amaçladıkları doğrultuda hareket eden dış güçler olmaktadır.
Borçlar artıkça artar
Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlar borç verme adı altında ülkeye bir kez girdi mi çıkartmak çok güçtür.
Zira verilen borçlar çok büyük olduğundan geri ödemesi genelde mümkün olmayacak, bu kapsamda da daha yüksek faiz oranlarından ve daha yüksek meblağlarda borçlar alınacaktır.
Artan faiz ödemeleri ile borçların geri ödemesi güçleşirken bahsi geçen kuruluşların, maliye ve para politikalarında söz sahibi olması ile karşı karşıya kalınan durum başka bir boyut kazanacaktır.
Nasıl mücadele edilebilir?
Konuya ilişkin bir dizi makalemizde "Gezi hadiseleri"nin ekonomik boyutunu, Türkiye’nin güçlü ve bağımsız bir ekonomiye sahip olmaması için kurulan tezgâhları gözler önüne sermiştik.
Şimdi tespitin ötesine gidip çareye gelelim…
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın altını sıklıkla çizdiği gibi son 10.5 yıllık süreçte bağımsız ve güçlü bir ekonomiye sahip olma yolunda çok büyük adımlar atıldığı ortada.
Bununla birlikte, ekonomik müdahalelere karşı çeşitli birimlerin mevcut olması da büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş ülkelerde ekonomik güvenlik devletin önemli ilgi sahalarından birisini oluşturmaktadır.
Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) tarafından kaleme alınan strateji belgelerine göre ekonomik istihbarat, Amerikan gizli servislerinin ana ilgi sahalarının başında gelmekte, aynı şekilde İngiliz M16 yani dış istihbarat servisinin temel ilgi alanları içinde de zikredilmektedir.
Dahası, Rus istihbarat servislerinin temel vazifelerinden birisinin de ekonomik güvenlik olduğu görülmektedir.
Bu noktada, sermaye hareketlerinin ve para giriş-çıkışlarının niteliklerini inceleyecek, anormal hareketlilik durumunda uyarıda bulunacak, bilgi akışını özümseyecek ve ana istihbarat servisi ile eş zamanlı çalışacak bir örgütlenme şeklinin varlığı ekonomi savaşlarından galibiyet ile çıkma ihtimalini ciddi seviyelerde artıracaktır.
Güçlü Türkiye istemeyenlerin karşısında durulabilmek ve ekonomik saldırıları daha başlamadan engelleyebilmek için ekonomik istihbarat yapılanmasının oluşturulması büyük önem taşımaktadır.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.